Paylaş
◊ En zor sorudan başlıyorum. Hangisini daha çok seviyorsunuz: Can Yücel, Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Brecht ve Shakespeare?
- Eyvah, çok zor oldu gerçekten. Hepsinin ayrı bir yeri var.
◊ Bu cevabı kabul etmiyorum...
- Sadece birini söylemem gerekirse, Nazım derim... Çünkü en çok Nazım’la beraberdik, 1975’ten beri sürekli sahnede Nazım’ı söylüyorum. Sadece sahnede değil, politik toplantılarda da onun şiirlerini okuyorum.
◊ Hayattayken Nazım Hikmet’le hiç yolunuz kesişti mi?
- Yok. O vefat ettiği zaman, ben tiyatroya yeni başlamıştım.
◊ En çok Nazım’ı seviyorsunuz ama yeni oyununuz “Merhaba”nın afişinde Brecht en tepede...
- Oyunun afişinin birkaç versiyonu var, sen onu görmüşsün. İsimleri de alfabetik sırayla yazdık.
◊ “Merhaba”nın ilk gösterisini neden New York’ta yaptınız?
- New York’a gidiyordum, oradaki arkadaşım “gelmişken bir şeyler yap” dedi. Ben de ne yapabilirim diye düşünürken, aklıma hazırlandığım bu oyun geldi. “Bari bu oyunun provasını yapayım” dedim. Aslında orada oyunun tamamını da sergilemedim. Mesela orada sahnelediğim oyunda 5’inci yazar yoktu, 4 yazarlıydı.
◊ Seyircinin tepkisi
nasıl oldu?
- Harikaydı... New York’ta müthiş bir Türk seyircisi var. Orada daha önce Can Yücel, Aziz Nesin ve Nazım Hikmet’i oynadım. Yıllarca devamlı gittim geldim.
◊ Bu New York seyircisinden çok sizden kaynaklanıyor, hatta Anadolu’da Tarkan gibi karşılandığınızı siz söylüyorsunuz...
- Bir röportajda öyle bir laf etmiş bulundum, çok ayıp bana (Gülüyor). 2 gün önce turneden döndüm. Adana, Mersin, Antep, İskenderun ve Hatay’a gittik.
Nasıl bir coşku vardı, anlatamam. Oradakiler tiyatro ve sanata aç.
Bizi de sosyal medyadan takip ediyorlar.
Bizi gördükleri zaman da müthiş bir sevgi gösterisinde bulunuyorlar, çok duygulanıyorum.
Business uçmak da ne demek
◊ Geçen sene 80’inci yaşınızı sahnede kutladınız. Bu yaşta bu kadar yoğun bir turne programı sizi yormuyor mu?
- Hiç, yormuyor. Zaten İstanbul’da da hiç yerimizde durmuyoruz. Bir oyunu aynı yerde üst üste 2 kere oynamışlığımız yok. İstanbul içinde devamlı turnedeyiz.
◊ Hadi onlar İstanbul içi, Anadolu turnesi çok daha yorucu değil mi?
- Yaptığım işi o kadar çok seviyorum ki, bana hiç yorucu gelmiyor. Her yükü taşıyabilirim.
◊ Turneye giderken business mı uçarsınız?
- Hayır, o ne demek. Ben ekonomi sınıfı biletle uçuyorum.
◊ Organizatör-lerden business bilet istemiyor musunuz?
- Hayır, benim öyle kaprislerim yoktur.
Bir de şimdi kulis istekleri çıkmış, benim hiç öyle isteklerim de olmaz. Uzun yıllar turnelere otobüsle giderdik şimdi hiç olmazsa uçakla gidiyoruz.
5’i de büyük yazar
◊ “Merhaba” oyununu sahnelemeye nasıl karar verdiniz?
- 60. sanat yılım için böyle bir oyun hazırlamak istedim. Yıllar içinde neler yapmışım, bu oyunda toparladım. Bu oyun için uzun uzun kurgu yaptık. Epey kafa patlattık.
◊ Oyunda yer alan bu 5 yazarın eserlerini daha önce de oynadınız değil mi?
- Shakespeare hariç, evet... Bugüne kadar oynayamadığım Shakespeare, bu oyunda bizim şeref misafirimiz.
◊ Bu 5 yazarın ortak özelliği söylediklerinin hiçbir zaman eskimemesi...
- Evet, geçmiyor. Çok tuhaf. Büyük yazar olmak demek böyle bir şey, eskimiyorsun.
Öyle bir şey yakalıyorsun ki çağında, o her zaman güncel kalıyor.
Fotoğraflar: Emre YUNUSOĞLU
Ferhan kavuğu vermemeliydi
◊ Ferhan Şensoy, Münir Özkul’dan aldığı kavuğu 2 yıl önce Rasim Öztekin’e devretti. Nasıl bakıyorsunuz Türk tiyatrosunda bu kavuk meselesine?
- Çok önemli bir şey değil bence...
◊ Gerektiğinden fazla mı önem atfediliyor?
- Sembolik bir şey. Bana kalsa Ferhan keşke kimseye vermeseydi. Çünkü hâlâ sahnede... Niye veriyor ki? Artık tiyatro yapmayacağı, köşesine çekileceği zaman verseydi.
◊ Rasim Öztekin doğru bir isim miydi peki?
- O konuda ben bir şey söylemeyeyim.
◊ Şensoy’la yıllarca birlikte çalıştılar, yakın dostlar...
- Bu konuda konuşmam doğru olmaz. Çünkü sen şimdi böyle bir şeyi yakalarsın, hop koyup bir hafta konuşturursun.
◊ Ben yine de sizden bir yorum alayım Genco abi...
- Tabii kendine göre bir anlayışı vardır. Kavuk bende olsaydı, “Ben olsaydım ona vermezdim, buna verirdim” diyebilirdim. Ama kavuk bende değil ki. Şimdi bir şey diyemem. O Ferhan’ın kendi tasarrufu. Ona bir şey söyleyemeyiz, diye düşünüyorum. İyi kıvırdım mı meseleyi Cengiz?
İflas edince, tek kişilik oyunlarla borcumu ödedim
◊ Son dönemde gençlerin kurdukları tiyatro toplulukları da iyi işler yapıyor. Gençleri nasıl buluyorsunuz?
- Çok yetenekliler. Tiyatro için “iki kalas bir heves” derler ya, onlarınki de o... O küçük salonlarda seyircinin verdiği bilet parasıyla hayatlarını kazanmalarının mümkünatı yok. Bunu, bu işi sevdikleri için yapıyorlar. Seslendirme ya da dizilerden kazandıkları paraları tiyatroya döküyorlar.
◊ Kurduğunuz Dostlar Tiyatrosu, 50’nci yılını kutluyor. Demek ki tiyatro ile ayakta kalınabiliyor...
- Belki tek kişilik oyunlarla ayakta kaldım. Biz ilk 10 yılımızda, 20 kişilik kadroyla 12 ay maaş üzerinden çalışıyorduk. Sonra iflas ettik. 10 yılın sonunda bu işin böyle yürümeyeceğini anladık. Öbür ortaklarım gittiler, ben borçları üstüme aldım. Ondan sonra prodüksiyon tiyatrosuna döndük.
◊ Tek kişilik oyunlarla mı borçlarınızı ödediniz?
- Evet, çünkü çok yurtdışı turnesi yaptım.
Altan yıllarca üç kuruşa çalıştı
◊ Egolar ve rekabetin yüksek olduğu camiada dostlarınız var mı?..
- Ben öyle herkesle görüşmüyorum. Az sevdiğim insan vardır.
◊ Sizin geçmişte önünüze kesmek isteyenler oldu mu? Ortaklarınızdan ayrılıp borçlarınızla uğraşırken destek görmediğiniz isimler?
- Ben hepsinin gerekçelerini bildiğim için hak verdim. Mesela bu işe başladığımızda bekardık. Ama sonra evlilikler başladı, çocuklar doğdu. O tiyatrodan alınan maaşlarla o evlerin dönmeyeceği belliydi. O insanlar başka yerlere kaydılar ve ben onlara hak veriyorum. O yüzden “niye gittin de reklam filminde oynadın” demiyorum çünkü hayatın gerçeği buydu.
◊ Siz geçmişte reklam filminde oynadınız mı hiç?
- Yok oynamadım, oynamam da.
◊ 500 bin lira verseler de mi oynamazsınız?
- Yok, istemiyorum… Oynamam. Sadece oynamak değil sesimi bile vermem. Reklamlara seslendirme de yapmıyorum ben...
◊ Geliyor mu reklam teklifi?
- Çok geliyor.
◊ Geçenlerde Altan Erkekli de yaptığımız röportajda borçlarından bahsetti...
- Altan da tiyatronun çok kahrını çekti. Ankara Sanat Tiyatrosu’ndaydı. Rutkay Aziz buraya gelip sinema ve dizilere ağırlık verince bütün yük ona bindi. Yıllarca üç kuruşa çalıştı. Evlendi, çocukları oldu, sonra o da koptu. Öyle devam etmesine imkan yoktu.
◊ Altan Abi’ye “Sizin gibi bir oyuncuya reklamda Ankaralı Turgut’la karşılıklı göbek atmak yakıştı mı” diye sordum.
- Öyle bir reklamda mı oynadı, onu bilmiyorum. Ama bak bunu bana hiçbir zaman söyleyemeyeceksin.
Şahan’ın espri anlayışı bana göre değil
◊ Cem Yılmaz’ı nasıl buluyorsunuz?
- Cem Yılmaz çok yetenekli. Çok iyi bir oyuncu ve yönetmen. Devamlı kendini geliştiriyor. Sinemada ustalık yolunda, her seferinde biraz daha ileri gidiyor.
◊ Cem Yılmaz’ın hep kıyaslandığı Şahan’ı (Gökbakar) nasıl buluyorsunuz?
- Şahan’ın filmlerine gitmiyorum. Espri anlayışını yadırgıyorum, bana göre değil. Aslında Cem’in... Neyse şimdi söylemeyeyim.
◊ Hemen frene basıyorsunuz abi. Ne olmuş Cem’e?
- Frene basıyorum çünkü onları kullanacaksın biliyorum. Tamam yetenekli çocuk dedim işte Cem için…
YARIN
◊ Nazım Hikmet iyi bir baba mıydı?
◊ Terk edilmedim ama kızımın velayetini aldım
◊ Şener Şen’in de benim de
kaybedecek çok şeyimiz var
◊ Sahnede repliği unutmuş gibi yaparım
Paylaş