Paylaş
Salon, kürsüden bakıldığında en arkadaki insanlar seçilemeyecek kadar büyük, bir hayli de genişti.
1000’e yakın insan. Washington için pek olağan bir toplantı rakamı değil. Çok kalabalık. Konu, Ortadoğu ve IŞİD sözcükleri olunca, besbelli, Washington’da mıknatıs etkisi yapıyor
MEI’nin konuşmacı olarak daha önce katılmış olduğum toplantı 2010 yılındaydı. O sıralarda Amerikan başkentinde Türkiye tartışma konusuydu ve iki konuda eleştiri oklarının hedefiydi. BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a yönelik yaptırımlara Türkiye’nin Brezilya ile birlikte “hayır” oyu vermesinden ve Mavi Marmara olayından ötürü İsrail ile ters düşmüş olmasndan ötürü.
ABD”nin prestijini ortaya koyduğu bir konuda, ona karşı İran ile saf tutar görünmesi, Washington’u sinirlendirmişti. İsrail yanlısı çevrelerin çok güçlü olduğu şehirde, Mavi Marmara nedeniyle İsrail ile yaşanan gerginlik de, Amerikan başkentindeki havayı Türkiye’ye karşı zehirlemişti.
“Türkiye yanlıları”nın başını çeken Robert Wexler de Türkiye’ye ağır eleştiriler yöneltmekten çekinmiyordu. O panelde yanımdaki Wexler’e karşı Türkiye’yi savunma işini ben üstlenmiştim. Aynı sırada, Washington’da lobi yapmakta olan AKP heyeti, isteğinin tam tersi yönde tepkiye sebep oluyordu.
1986 yılından beri çok kez gidip geldiğim, Türk-Amerikan ilişkilerinin çok değişik zamanlarına, ilişkilerdeki gelgitlere tanık olduğum ve üstelik 1999-2000 yıllarında yaşayarak “içinden” de izleme tecrübesini edindiğim Washington’da o 2010 yazında olduğu kadar, Türkiye aleyhinde esen bir “olumsuz” havaya hiç tanık olmamıştım.
Ne ilginçtir ki, o hava, kısa süre sonra yerini olabilecek en sıcak ilişkilerin hüküm sürdüğü havaya bıraktı. Kanada başkenti Ottawa’da yapılan G-20 Zirvesi’nden sonra. Üstelik, Ottawa’da Obama’nın Tayyip Erdoğan’a çok kötü davrandığını, toplantıya katılanlardan öğrenmiştim.
Anlaşılan Obama’nın eteğindeki taşları Ottawa’da dökmüş ve ardından, Obama ile Erdoğan, ABD ile Türkiye arasındaki ilişkiler “altın çağı”na girmişti. Dört yıla yakın süre ilişkiler imrenilecek bir yakınlıkta sürdü gitti.
Geçen yıl Gezi ile birlikte bozulmaya başlayan ikili ilişkiler, son dönemlerde özellikle “Kobani”den sonra, bundan dört yılı öncesindeki o kötü havayı aratacak hale gelmiş vaziyette.
Eski bir Ankara Büyükelçisi ve Türkiye konusunda Washington’da görüşlerine kulak verilen birisinin bana söyledikleri kelime kelime şöyle:
“Washington’da Tayyip Erdoğan artık güvenilmeyen bir lider olarak görülüyor. Bugünkü yönetim, Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türkiye ile yakın ilişkileri kazanç olarak görürdü, şimdi ise Tayyip Erdoğan ve yönettiği Türkiye’yi kendileri için yük olarak görüyor.”
Benzeri yorumları ve değerlendirmeleri, değişik ton ve vurgularla ama aynı içerikte olarak, Washington’un etkili düşünce kuruluşları ahalisinden ve hemen herkesten ve sürekli olarak duymak mümkün.
Bu kez, 2010’da Ottawa G-20 Zirvesi’nden sonraki manzaranın tekrarı da mümkün değil. Zaten, Türkiye bakımından bu berbat Washington ortamı dönemine, yine bir G-20 Zirvesi denk geldi. Obama, Ahmet Davutoğlu’nun kendisiyle ilgili değerlendirmelerini vakit geçirmeden yalanladı.
Washington nezdinde 2014 yılındaki Ahmet Davutoğlu’nun 2010 yılındaki Tayyip Erdoğan yanında esamisi okunmuyor. Zaten Washington’da ondan bahseden de pek yok. Varsa Tayyip Erdoğan, yoksa Tayyip Erdoğan… Ayrıca, Türkiye’nin de 2011’den önceki dönemlerdeki ışığı da sönmüş halde.
Bunu MEI’nin büyük bir izleyici kalabalığı çeken toplantısında da gözledim. Gün boyu süren dört panel arasında benim katıldığım panelin başlığı “IŞİD’in çevrelemek” ya da “IŞİD’I sınırlamak” diye çevrilebilecek olan “Containing ISIS” idi. Konuşmacılardan biri Suudi kraliyet ailesine yakınlığı ile bilinen Al Arabiye’nin tanınmış ismi Abdülaziz el-Saghir, diğeri ise şu anda Princeton’da bulunan İran’ın eski Almanya Büyükelçisi, Ulusal Güvenlik Kurulu Danışmanı ve bir ara Nükleer müzakerelerde İran sözcülüğü yapmış olan Seyyid Hüseyin Musaviyan idi. Musaviyan, anlaşılan, Washington ile Tahran arasında estirilmek istenen ılık rüzgarların etkisiyle şu sırada Princeton’da.
Panel boyunca, İran ile Suudi Arabistan arasında bölge çapında yaşanan çekişmeyi, Washington’daki panele de taşıdılar. Bu arada, Musaviyan ise, Türkiye’deki mevcut hükümeti “Müslüman Kardeşler” olarak tanımladı.
Paneli yöneten BBC’nin Washington muhabiri olan tanınmış gazeteci Kim Ghattas idi. Paneli, her birimize yönelttiği “Obama, şu sırada IŞİD’e karşı ne yapmalıyım? Bana görüşlerinizi birkaç dakika içinde özetleyerek söyleyin dese, kendisine ne cevap verdiniz?” sorusuyla başlattı.
Sıra bana gelince, “Beş gün önce Kobani’ye birkaç yüz metre mesafedeydim. Gece karanlığını yırtan uçak sesleri duyulunca, çevredeki Kürtler ‘Biji Obama’, ‘Her Biji Obama’ ‘Böyle davranmaya devam’ diye sevinçle tepki verdiler” diye başladım. Ve devam ettim:
“Obama eğer Ortadoğu’ya ABD askerinin ayak basmasını istemiyorsa, öncelikle ayakları bölge topraklarında olan ve IŞİD’e karşı savaşan bölge insanlarıyla ilişkiyi geliştirmelidir. Hem Amerikalılar, Kobani’deki PYD’ye ve YPG’ye havadan silah yardımı yapacaklar, hem de PYD lideri halâ Washington’a gelmemiş olacak. Bunun izahı olmaz. PYD ile ilişkileri geliştirmelidir. Zaten PYD, ‘terör örgütleri’ listesinde de değil. Bu arada, sıra dışı bir öneri de yapayım: PKK’yi de ‘terör örgütleri listesi’nden çıkartmayı düşünmeye başlamalıdır. Erbil önlerinde, Sincar dağında, Kobani’de IŞİD’e karşı savaşın önünde yer alan onlar. Üstelik, Türkiye onun lideri ile barış süreci yürütüyor. Washington’da alınacak böyle bir karar, önce Türk hükümetinin büyük tepkisine yol açacak çekecek olsa da, aslında barış sürecine çok olumlu bir katkı yapacak, barış sürecini hedefine ulaştıracaktır.”
MEI toplantısındaki konuşmamı, daha öncesinde bir sürü ABD’li yetkili ve yönetime yakın kişilerle yapmış olduğum görüşmelerden edindiğim izlenimlere dayandırdım. Aralarından biri, “ABD çok büyük bir gemi. Kocaman bir geminin burnunu çevirmesi zaman alıyor, bilirsiniz; PKK konusu daha ilerde gelecek. Hızla olmaz” demişti.
Toplantıdan sonra, ABD’nin Türkiye ile ilgili politikasının oluşumunda rol sahibi olan bir yetkiliyle konuşurken, “Bugün söylediklerimi uygulamaya sokmayacağınızı biliyorum. Ama, bunların söylenmesi ve bu düşüncelerin Washington’da üstelik artık Kürtler değil Türkler tarafından dile getirilmesinin zamanı geldiğine inandığım için söyledim” dedim.
Gülümsedi. “PYD ile görüşüyoruz” dedi; “Kobani’de isabet kaydeden o kadar bombardımanın bir açıklaması olmalı. PYD ile görüşmeden ve eşgüdüm içinde bulunmadan olacak şey mi? PKK’ye ilişkin önerinize gelince, bugün sizin ortaya attığınız düşünceler, bizlerin arasında tartışılan konular…”
Washington’da kısa süre içinde köprülerin altından çok sular akmış. Daha da akacağa benziyor…
Paylaş