Paylaş
7 Haziran’ın en kestirme ve en temel mesajı, “RTE Başkanlık Sistemi’ne Hayır” olarak anlaşılmalıydı. Buysa, eş anlamlı olarak, “Parlamenter Sistem’e Evet” demekti.
AKP mutlak çoğunluğundaki daha önceki, 2011 seçimleri sonrası oluşmuş olan üç partili bir parlamento vardı. Ve, o TBMM, Tayyip Erdoğan’ın AKP üzerindeki “mutlak hakimiyeti”nden ötürü “Tayyip Erdoğan noterliği”nden başka bir özellik taşımaz hale indirgenmişti.
TBMM, demokrasilerde olması gereken türden bir “yasama organı” olma niteliğini kaybetmişti. Aynı şekilde, herhangi bir demokrasi için hayati değer ifade eden, “yürütme”nin en etkili “denetim mekanizması” olma işlevi de ortadan kalkmıştı.
Tayyip Erdoğan’a tabi AKP çoğunluğunun kalkıp inen parmakları sayesinde.
Koskoca TBMM, AKP aracılığıyla Tayyip Erdoğan’a ait, ona bağlı organlardan sadece bir haline indirgenmişti. “Fiili durum”, 7 Haziran öncesinde buydu.
Tayyip Erdoğan, 7 Haziran’da, bu “fiili durum”un tescili için canını dişine taktı. Olmadı. 7 Haziran, onun “istekleri”ni reddetti.
TBMM’nin “itibarının iadesi” de zaten böyle mümkün oldu.
TBMM’nin “itibarının iadesi”ni mümkün kılan ve birbirleriyle içice geçmiş olan şu “iki özelliği”ni de atlamamak gerekiyor:
1) 7 Haziran’da HDP, yüzde 10’luk barajı aşarak (ve MHP ile eşit milletvekili sayısı elde ederek) TBMM’yi dört partili bir yasama organı haline getirmiştir;
2) AKP, “tek başına hükümet” kuracak parlamento çoğunluğunu kaybetmiştir.
HDP’nin mevcut kimliği ve yapısıyla yüzde 13 oy oranıyla Türkiye’nin yasama organına girmiş olmasının, TBMM’nin çok önemli ve gözden asla ama asla kaçırılmaması gereken bir başka özelliği daha var:
Kürt siyasi hareketi, etkili ve daha da önemlisi “yapıcı” bir aktör olarak, Türkiye’nin parlamenter sistemine “entegre” olmuştur ve dolayısıyla Türkiye’nin “siyasi rejimi”nin –parlamenter sistem- bir parçası olmuştur.
Karşılıklı (inter-aktif) bir durum söz konusu: HDP ile “parlamenter sistem” güçlenmiş, TBMM’nin “meşruiyeti” takviye edilmiş ve itibarı geri alınmıştır; aynı şekilde, HDP üzerinden Kürt siyasi hareketi de, Türkiye’de “meşru” ve “barışçı” bir “siyasi aktör statüsü” kazanma imkânı elde etmiştir.
Türkiye’nin siyasi ve toplumsal barışı için ve bunun “ikizi” sayılması gereken “Kürt sorununun çözümü” için; mükemmel bir durum ortaya çıkmıştır.
Türkiye’de, HDP’nin yüzde 13 oy almış olduğu, giderek oylarını arttırabileceği ve hatta “iktidar ortağı” olabileceği bir “rejim formatı” varken, Kürt sorununun çözümü için artık “silahlı mücadele”nin gereği kalabilir mi?
Abdullah Öcalan’ın 2013 Nevruz mesajında savunduğu “tez”, 7 Haziran seçim sonuçlarıyla doğrulanmıştır.
7 Haziran’ın bütün bu “sonuçları”nı doğru okumadan ve “dersleri”ni doğru biçimde çıkartmadan atılacak adımlar yanlış olur. Türkiye’yi “çıkmaz sokağa” götürür.
Yapılacak yanlışların en büyüğü ise “erken seçim”e yatmaktır.
“Erken seçim” ya da giderek benimsenen yeni söylemle “tekrardan seçim”, esas olarak, Tayyip Erdoğan’ın isteğidir. 7 Haziran’da arzularının önüne çekilen seti yıkmak ve “eski hesapları”nı gerçekleştirmek için, “tekrar seçim” istemesinde anlaşılmayacak bir şey yok.
“Tekrar seçim” onun 7 Haziran’dan beri içinde bulunduğu “ricat” halinden çıkıp, “tekrar sahalara dönmesi” demek olacak. Ve, diyecek ki, “Gördünüz işte; benim istediğim yerine gelmedi. Kriz çıktı. Bu kez dediğimi yapın.”
Bu hesap, bu niyet, daha bugünden “tekrar seçim” hedefi, 7 Haziran’ın tersine çevrilmesini, getirdiklerinin iptal edilmesini ve hatta “geri alınması”nı amaçlıyor.
Tayyip Erdoğan’ın bulunduğu noktadan bakıldığında, bir “tekrar seçim”de AKP’den HDP’ye giden “Kürt oyları”ndan ziyade MHP’ye giden AKP oylarının geri alınması hesabının daha ağır bastığı sezilebiliyor.
Doğu’dan Güneydoğu’dan, İstanbul’a, İzmir’e, Mersin’e AKP’den HDP’ye giden oyların yolculuğu, Roboski’de başlamış ve Kobani bunda “dönüm noktası” olmuştu.
Tayyip Erdoğan’ın ve AKP hükümetinin içindeki adamlarının gerçekten bir “Çözüm Süreci” niyet etmemiş olduklarının sayısız kanıtı ortaya çıktı. Seçim döneminde, Erdoğan ve AKP’nin Erdoğancılarının ağızlarındaki “anti-Kürt söylemi”nin “Çözüm Süreci”ni lafzî bağlılıktan bile öncelikli olduğunu gördük.
Seçim geçti, “anti-Kürt söylem”de hiçbir değişiklik olmadığı gibi, Tel Abyad’daki gelişmeler üzerinden, bu söylem, daha da pekişti.
Sabah’tan Akşam’a, Erdoğan’ın “havuz medyası” Tel Abyad’ın YPG eline geçmiş olması, yani IŞİD’in oradan temizlenmesi karşısında, başlatılmış olan yalan bombardımanını sürdürüyor. IŞİD’e karşı topraklarını kurtaran, yaşam alanlarını ve yaşam haklarını geri alan Kürtlerin “etnik temizlik” yaptığı, Arap ve Türkmenleri bölgeden temizlediği yalanını yayıyor.
Bunu yaparken PYD’yi hedef alıyor.
Suriye’de IŞİD’den kurtarılan alanlarda yönetim oluşturan PYD’nin, Türkiye’deki HDP’den, bugün Türkiye siyasal yaşamının “meşru ve entegre” bir parçası haline gelmiş olan HDP’den pek az farkı var.
Oysa, “Türkiye kültür havzası”na ait sayılması gereken PYD Eşbaşkanı Salih Müslim’in sürekli olarak Türkiye’nin yanıbaşında dostça yaşamaktan gayrı hiçbir niyetlerinin olmadığını sürekli tekrarlamasına, güvence üzerine güvence vermesine ve PYD’nin Suriye’de çatışmaların başlamasından bu yana, bugüne dek, Türkiye’ye tehdit niteliğinde tek bir eylemi görülmemiş olmasına rağmen, Türkiye’nin “resmi ağızları” PYD’nin “terörist örgüt” olduğunu ısrarla bildiriyorlar.
Bunca zamandır, sınır boylarında IŞİD, Nusra ve diğer Selefi-Cihadî örgütler varken, Türk askerine kazdırılmayan siperler, IŞİD sınır boylarından uzaklaştırılmaya başladıktan sonra “kalıcı stratejik tehdit” diye ilân edilmeye başlanan Kürtlere karşı kazılmaya başlanıyor.
Böyle bir alenî “anti-Kürt” politikayla, AKP’nin HDP’ye kaybettiği oyları, yakın bir tarihte geri alabilmesi söz konusu değil.
7 Haziran öncesi, Tayyip Erdığan’ın miting meydanlarda salladığı “Kürtçe Kuran-ı Kerim nüshaları” bile AKP’den kaçan Kürt oylarına engel olamamışken, Tel Abyad sonrası, Tayyip Erdoğan çevresinden kamçılanan “anti-Kürt politika”nın “Kürtleri AKP’ye geri getirmesi” mümkün değil.
Dolayısıyla, Tayyip Erdoğan’ın kafasındaki “Tekrar Seçim” ile Devlet Bahçeli’nin her türlü uzlaşmayı yokuşa süren bir tarz ortaya koyarken ikide bir telaffuz ettiği “15 Kasım’da seçime hazırız” sözleri birarada düşünüldüğünde, “Kürt düşmanlığı” yaparak, yakın vâdede AKP’nin MHP’den, MHP’nin de AKP’den oy almayı tasarladıkları anlaşılıyor.
İkisi de yanılıyor.
7 Haziran sonuçları ve dersleri doğru okunmadan, bir türlü hükümet kurulması becerilemez ve Türkiye, 15 Kasım dolayında yeni bir seçime daha giderse, muhtemelen 7 Haziran’dan pek az farklı bir sonuç ortaya çıkacak.
Günlerdir anlatmak istediğimiz şu: 7 Haziran sonuçları ve Suriye’deki gelişmeler birbirini tamamlıyor. Her ikisinin kesişme noktası şu:
Kürt karşıtlığına dayalı bir stratejinin Türkiye’de, Suriye’de ve Ortadoğu’da kazanma şansı pek yok.
2015 yılında “Kürt karşıtlığı”, Türkiye’nin “kırmızı çizgisi” olmak zorunda.
Paylaş