Paylaş
İçine sürüklendiğimiz “kriz”den kurtulmak için en kestirme ve en umutvar “çıkış yolu” olarak kabul edilen 22 Temmuz seçimlerine iki ay var. Son bir ay içinde nereden nereye, hangi hızla geldiğimizi göz önüne alırsak, iki ay çok uzun bir süre ve “Kuzey Irak’a askeri müdahale” söyleminin öne çıkmasıyla birlikte, 22 Temmuz seçimlerine de varabileceğimiz kuşkulu bir hal almaya başladı. “Savaş hali” ve bunun ister istemez beraberinde getireceği Güneydoğu’da olağanüstü hal ya da sıkıyönetim uygulamasıyla, seçimlerin de suya düşmesi, ihtimal dışı değil.
“Kuzey Irak’a askeri müdahale”nin, Türkiye’nin “PKK terörü”ne karşılık vermek için artık “beklemeye tahammülü olmayan acil” bir çözüm yolu olduğu da şüpheli. Ancak, “Kuzey Irak’a askeri müdahale”nin iki “tehlike”yi, kaçınılmaz olarak, devreye sokacağına şüphe yok:
1-Türkiye’nin siyasi ortamının daha da “militarize” olması ve “demokratik süreç”in tümüyle tadil edilmesi;
2-Söz konusu “askeri harekat”ın Kuzey Irak’a derinlik kazanması ve yaygınlaşması durumunda –ki, bu topoğrafya ve konunun doğası bakımından kaçınılmaz sayılabilir- Türkiye-Irak sınırının tümüyle “fiktif” hale gelmesi. Bu, Kuzey Irak ile Güneydoğu’nun birbirine eklemlenmesi ve bir “Türkiye-Kürtler savaşı”nın başlaması anlamına da gelir.
Böyle bir savaşın kazananı olmaz.
Eğer, Kuzey Irak’a yapılacak “askeri harekat”, gerek süre ve gerekse alan bakımından sınırlı olacak ise, bunun PKK’yı ve dolayısıyla “PKK terörü”nü ortadan kaldırmak için yeterli olamayacağının hemen herkes farkında.
Kuzey Irak’ın dağlık yapısı nedeniyle, “sürpriz unsuru olmayan” bir askeri harekatın, yani davul-zurnayla yapılacak bir askeri harekatın başarı şansının pek düşük olduğunu da herkes biliyor. Şu anda geldiğimiz nokta budur ve “atılacak taşın ürkütülecek kurbağa”ya deyip deymeyeceği tartışmaya muhtaçtır.
*** *** ***
Kuzey Irak’a yönelik bir “askeri harekat”ın, gerçekten “teröre karşı etkili yol” mu olduğu, yoksa bunun aslında bir “iç politikaya dönük siyasi güç mücadelesi”yle ilgili bulunduğu da, tartışmaya hayli muhtaç.
Bundan bir buçuk ay önce, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, böyle bir operasyonun “gerekli olduğunu” vurgulamış ama bunu sadece “askeri açıdan öyle gördüğünü” belirterek, gerçekleşmesi için “siyasi irade”nin gerekliliğini söylemişti. “TBMM’den çıkacak karar”...
Bir soru üzerine ise, “hükümete bu yönde bir başvurularının bulunmadığını” da açıklamıştı. Oysa, Orgeneral Büyükanıt’ın basın toplantısından iki gün önce MGK’nın Kuzey Irak’ın gündemin tepesinde olduğu toplantısı yapılmıştı. Orada, hükümetin bilgisine getirilmeyen bir talebin, 48 saat sonra kamuoyu ile paylaşılmasındaki tuhaflık ortada idi.
Daha sonra Cumhurbaşkanlığı seçimi odağında yaşanan gelişmeleri kaydederek ve bugün geldiğimiz noktadan geriye bakıldığında, Kuzey Irak’a “askeri müdahale” konusunun da, “asker-hükümet gerilimi”nde bir araç olarak, hükümeti köşeye sıkıştırmak ve gözden düşürmek için kullanıldığı görülebiliyor.
Ancak, hafta içinde Ankara’daki terörist eylemin ardından Başbakan Tayyip Erdoğan, askerden o yönde bir talep gelmesi halinde, hükümetin bu yönde bir karar alabileceğini ifade ederek, topu, “askerin sahası”na gönderdi.
Böyle bir gelişme karşısında, Kuzey Irak’a bir askeri müdahale yönünde gelişmelerin hızlanması beklenirken, Perşembe gecesinden başlayarak çeşitli kanallarda ekrana fırlayan emekli askerler ya da askeri uzmanlar, bir “askeri harekat”ın şu aşamada “anlamsız” olacağından dem vurmaya başladılar. Bir “askeri harekat” ancak, Kuzey Irak’a girip, orada uzun süre yerleşmek halinde sonuç verebilirdi.
Seçim arifesinde, askerlerin, “asker Kuzey Irak’a” talimatını veren bir Başbakan’ın seçim şansını arttırmaya katkıda bulunmak istemedikleri de, yaygın bir spekülasyon konusu.
Öyleyse, ciddi bir “askeri harekat” yapılacaksa, bu, Tayyip Erdoğan’ın kazanmayacağı bir seçimin yapılmaması halinde, yapılacak.
Kim ne dersin, “Amerikan yeşil ışığı” olmadan ve bölgedeki Kürt yönetiminin işbirliği asgari düzeyde sağlanmadan gerçekleştirilecek bir “askeri harekat”ın kesin başarı elde edebilmesi de kolay değil.
Dolayısıyla, “Kuzey Irak’a askeri harekat” da, “asker-hükümet” geriliminde, tarafların “top”u, birbirlerinin sahasına geçirdikleri bir “iç politika oyunu” haline dönüşerek, dejenere olma ihtimali taşıyor.
*** *** ***
Varsayalım ki, artık “bardak taştı” ve her pahasına olursa olsun, askerimiz “terörizme karşı kahredici darbe”yi indirmek üzere Kuzey Irak’a gitti. “Terör karargahı” Kandil Dağı, Türkiye sınırının dibinde değil. Kuç uçuşu 89 kilometre. Karayolu ile gidildiğinde 100. Araziden gidecek askeri birlikler için bu uzaklık, topoğrafya, yani dağlar, tepeler, vadiler gibi nedenlerle 250 kilometreye çıkıyor. Dağın sarılabilmesi için, bu kadar geniş bir alanda en az 50 bin kişilik askeri kuvvet gerektiği ileri sürülüyor.
Yine bir hesaba göre, kuşatma mesafesi 235 ile 317 kilometre arasında ve bu nedenle “kontrol edilmesi gereken” alan 3377 kilometre kare.
Kandil, 2900 metre yüksekliğinde, PKK’lıların 1500 metre dolayında konuşlandıkları bir dağ. Bir kapsamlı askeri operasyon, hava desteğini zorunlu kılıyor. Türkiye’nin hava desteği sağlayacağı Diyarbakır ve Malatya’nın dağa mesafesi 456 kilometre.
Nereden bakılsa, çok geniş çaplı ve uzun sürmesi mukadder bir askeri operasyon zorunlu.
Bu tür bir operasyon, salt “askeri” amaçlı yapılamaz; her askeri operasyon gibi, bunun da bir “siyasi hedefi” ve “siyasi sonucu” olmak zorunda.
Son derece karmaşık ve zaten sorunlu Irak’ın dengelerinin yanı sıra, bölgesel ve uluslararası dengeleri de altüst etme gücünde olabilecek olan böyle bir askeri operasyonun, çok “net” siyasi hedefleri ve hesaplanabilir ve kaldırılabilir “siyasi sonuçları” olmadan, buna girişilmesi mantıklı değildir.
*** *** ***
Bugüne dek Kuzey Irak’a, bambaşka ve çok daha elverişli şartlar altında yapılan sınır ötesi operasyonların bilançosunu çıkartmak, şimdi yapılacak olanın nasıl olabileceği ya da olamayacağı hakkında fikir verir. Zira, Türkiye’nin bundan önceki sınır ötesi operasyonları, ya Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak merkezi yönetiminin onayıyla ya da Kuzey Irak’taki Kürt grupların işbirliği ve Amerikan desteğiyle yapılmıştı.
1983’teki ilk operasyon, 7000 askerle ve sınırı 5 kilometre geçerek yapılmıştı. 24 operasyondan en kapsamlısı olan 1995’te, ta Zeli Kampı’na kadar giden, Irak’ın 60 kilometre kadar içine giren ve çok sayıda generalin de katıldığı operasyon, “en üst düzey” operasyon sayılıyor. 1997’de Barzani’nin peşmergelerinin de Türk askerinin yanında yer aldığı “Çekiç Operasyonu”na 20 bin asker katılmıştı.
Bunca yıldır çok daha elverişli siyasi ve askeri şartlarda yapılan 24 operasyondan “nihai sonuç” elde edilmemiş iken, günümüzün pek de elverişli olmayan siyasi ve askeri şartlarında yine bir operasyon gereği, söz konusu ise, bunun bir “operasyon”dan ziyade “savaş” anlamına geleceği açık.
Merkez solun Almanya’daki en nüfuzlu gazetesi Süddeutsche Zeitung, Türkiye’de “demokrasinin tehlikede olduğu”nun altını çizdiği bir yazısını “Ordu, PKK’nın asla başaramadığı bir duruma yol açabilir: Türkiye’yi bölünmesi ve Kürtlerle Türklerin birbiriyle çatışmaya girmesi. Türkiye’de seçim kampanyası dönemi ve ortam gergin. Ama parlamento, kuzey Irak’a asker sevkiyatını onaylama dürtüsüne karşı koymalıdır” diye bitiriyordu.
Öyle bir durum gerçekten var mı ki?
Paylaş