Paylaş
Hava, hiç soğuk olmadığı gibi, Washington yazının, adeta alev makinesindan üzerinize ateş ediliyormuş duygusu veren nemli sıcağı da yoktur. Latif bir bahar havası. Zaten, Washington’un en büyük numaralarından sayılan, “cherry blossom”lar, Japonya’dan getirilip, Jefferson Anıtı’nın yakınlarına dikilen kirazların çiçek açtığı günler bugünlerdir ve Amerikan başkenti, sırf doğanın bu zarif oyunu nedeniyle ülkenin her yanından turist alır.
“Cherry blossom”lar, birkaç gün gözükür kaybolurlar. Amerika’nın başkentinde hiçbir şey, uzun süreli değildir zaten. Bu şehir, başta, isimleri tüm dünyada bilinen ve tarihe geçen Başkan’lar olmak üzere bütün Amerikan yöneticileri ve herkes için bir “konukevi” gibidir.
Bizde siyaset adamları Ankara’ya gelmeye görsünler, ömürlerinin sonuna kadar Ankara’da yaşarlar. Washington’da öyle değildir. Görev süreleri kadar kalırlar ve giderler. Washington, sürekli adam barındırmaz.
Washington’a gelinir ve gidilir. Washington’da pek yaşanmaz. Uğranılır.
Şu sıralarda, başta ATC’nin (Amerikan-Türk Konseyi) yıllık olağan toplantıları olmak üzere bir “Türk akını”na da uğramış durumda. Washington sokaklarındaki Türklere ve kimliklerine baktığımda, “Türkiye’de galiba bir tek Tayyip Erdoğan kaldı; kimi tanıyorsanız, kim tanınıyorsa burada” duygusu geçti.
ATC bitti, Türk-Amerikan ilişkilerinin ele alındığı bir dizi başka toplantı, çok sayıda Türk şahsiyeti yine Washington’da tutmaya devam ediyor. Son olarak, Rifat Hisarcıklıoğlu, Filistinliler ve İsrailliler ile “Ankara Forumu” toplantısını da ilk kez Washington’da yapmak için buradaydı.
Kongre binasındaki toplantıdan çıkıp, Dünya Bankası Başkanı Paul Wolfowitz’e koştu.
Paul Wolfowitz, bir süre önce, Türkiye’de Selimiye Camii’nde iki ayak başparmağı delik çoraplarından fırlamış vaziyette gündeme gelmişti. Öğrendim ki, Wolfowitz’in bu Türkiye görüntüleri, “dünya”da yankılanmış ve Dünya Bankası Başkanı’na başta Türkiye, Çin, Almanya ve İtalya’dan koliler dolusu çorap gönderilmiş. Amerika’da –Dünya Bankası’nda da- geçerli bir kural, yönetici konumunda bulunan kişilerin, kendilerine ülke dışından gönderilen ve basit bir meblağı aşan değerde hediye kabulünü yasaklıyor. O nedenle, Paul Wolfowitz’e gelen çorap kolilerinin çok büyük bölümü geri gitmiş. Yine de kuralların izin verdiği kadar Türk, Çin, Alman ve İtalyan çorabı ile bir süre idare edebilir.
*** *** ***
Washington’un havasına –bu kez siyasi havasına- dönersek, öylesine değişmiş ki, Bush’un ve yönetiminin adı geçmez durumda. Beyaz Saray, içerde kimin oturduğu umursanmayan, bir mahallenin ortasındaki bir büyük bina gibi.
Washington, Amerika’nın tümü gibi, hatta başkent olduğu için, ondan biraz daha da erken, seçim havasına girmeye başlamış. 2008 sonbaharında seçim var ve artık Bush ve ekibi, Washington’da oturmayacaklar.
Geçen yılın sonlarında, Demokratların Kongre seçimlerini 12 yıllık bir aradan sonra kazanmalarından bu yana, “siyasi iklim”deki çarpıcı değişiklik Washington’da özellikle hissedilir olmuş. Son birkaç yıldır, siyasi atmosfer bakımından hayli sıkıcı olan şehir, “cherry blossom” zamanının meteorolojik havasıyla birlikte, siyasi atmosfer bakımından da canlanmış sanki.
Washington, öncelikli olarak siyaset ve tabii ki, bir süperdevlet başkenti olarak uluslararası siyaset konuşuyor ve gündemin en üst iki sırasında İran ve Irak bulunuyor ama bir de Obama konuşuyor.
Sanki, Obama gelecek ve Beyaz Saray’a ilk kez bir “siyah başkan” oturacakmış gibi bir hava şimdiden esmeye başlamış. Genç Illinois Senatörü Barrack Obama’nın rüzgarı, kendisini Hillary Clinton’un üzerine taşımaya başlamış gibi.
Hep Demokratlardan söz ediyoruz; ya Cumhuriyetçiler?
Washington, hiçbir zaman Cumhuriyetçi olmadı. Her zaman Demokrat’tı. Washington, son 8 yılda, ondan önce Reagan-Bush I döneminin 12 toplam yılında, hep yönetime “muhalif” bir kentti.
*** *** ***
Genellikle ülkelerin “siyasi profili” başkentleriyle özdeşleştirilir. Washington için de düşülen bu hata, bir çok başka şehir için de söz konusudur. Örneğin, Sovyetler Birliği döneminde başkent Moskova, “uluslararası komünizmin başkenti” olarak algılanırdı. 1960’lı yıllarda, sol hareket, Türkiye’de filizlenmeye başladığında, solcular aleyhte sokak gösterilerinde ya da fiziki saldırılarda “Komünistler Moskova’ya” sloganıyla lanetlenirlerdi. Meğerse, Moskova, Rusya’nın “en anti-komünist” şehri imiş. Buna, Sovyetler Birliği’nin dağılmaya başladığı ve sosyalist rejimin çöktüğü 1991 yılında bizzat Moskova’da gözlerimle tanık olmuştum.
1991 Ağustos’unda Gorbaçov’a karşı yapılan darbe sökmeyince, -hani şu Yeltsin’in tankın üzerine çıkarak meydan okuduğu efsanesinin gerçekleştiği...- devrilen Komünist Partisi Genel Sekreteri Gorbaçov değil, komünizmin kendisi olmuştu. Yeltsin döneminde, ilk iş olarak Komünist Partisi yasaklandı ve Moskova’da anti-komünist gösteriler patladı.
Kızıl Meydan’ın yanıbaşındaki Manej’den yola çıkan büyük gösterici toplulukları, komünizmi lanetliyorlardı. Çocukluk ve ilk gençlik günlerinde kulakları “komünistler Moskova’ya” sloganı çınlamış benim gibi birisi için, gördüklerim inanılmazdı.
Ruslar ise, yeni durumdan hiç şaşırmamışlardı. “Moskova, hep böyleydi. Bu şehir, hiçbir zaman bu rejime sempati duymadı.” O günlerde, elime Moskova ile ne geçirsem okuyordum. Bir Rus dergisinde, Moskova’nın, bir “pazar şehri” olarak kurulduğunu ve yüzyıllar boyu bu “ticari ruhu”nun değişmediğini okumuştum. İnsanlar bu şehre, hep bir şeyler satmaya ve satın almaya gelmişlerdi. Moskova’nın kimliğinin ta kendisi olan “serbest ticaret” ile komünizmin devletçiliğinin uyuşması mümkün değildi. Bir de buna, Moskova’nın, yüzyıllar boyu koyu Ortodoks-dindar bir Çarlık başkenti olduğunu ekleyin; Rusya’nın (ve Sovyetler Birliği’nin) neden “en anti-komünist şehri” olageldiği anlaşılabilir.
*** *** ***
Sosyalist blok çöktükten sonra, ilk demokratik seçimler yapıldığı sırada, 1990 yılında Sofya’ya gitmiştim. Seçim kampanyası yürüten bazı partilerin yandaşları, arabalarla Sofya sokaklarında ellerinde Amerikan bayrakları gösteriler yapıyorlardı. Böyle bir manzarayı özellikle Sofya’da görmüş olmaktanşaşkınlığa düşmüştüm. Moskova dışındaki “en komünist şehir”di orası; öyle biliyorduk.
Bir buçuk yıl sonra Moskova’da Moskova’ya ilişkin olarak duyacağımı, o sırada, Sofya’da Sofya’ya ilişkin olarak Bulgarlardan işittim. “Sofya, hep böyleydi” dediler; “Sofya, Bulgaristan’ın en modern ve Batı’ya en açık şehridir ve dolayısıyla her zaman anti-komünist idi. Bulgaristan’da komünist rejimin kitle tabanı, cahil köylü kitleleridir. Şehirler değil. Sofya, hiç değil...”
2007 ilkbaharında Washington’da aklıma bunlar geldi. Bir de, bundan üç yıl önce, Graham Fuller ile bir öğle yemeğinde, onun bana söyledikleri. Bush yönetimine öyle kızgındı ki, “Bunlar faşist” diyordu; “Bu şehirde artık yaşanmaz. Gideceğim.”
Gitti de, ta Kanada’nın kuzeybatısına, Vancouver’ın birkaç kuzeyinde ormanlık bir yere kadar gitti; Washington’u terk etti.
Şöyle bir haber gönderilebilir: “Gerçi görev başında daha bir buçuk yılı var ama Bush yönetimi en azından Washington’da fiilen bitmiş. Washington, bildiğin gibi. Geri dönebilirsin” diye...
Paylaş