Paylaş
Bir yanda Bağdat’ta Saddam Hüseyin döneminden beri ilk kez Arap Zirvesi toplanıyor. Bu, Arap Zirvesi, bir yandan, ABD’nin ayrılmasından sonra Irak’ın “kendi ayakları üzerinde durduğunun” kanıtı olarak sunulmak istenirken, bir yandan da Irak’ın, “Türkiye ve İran’a karşı koyması ve Arap kimliğinin vurgulanması” amacıyla da açıklanıyor.
Gelgelelim, “Ne Türkiye-Ne İran” tercihlerini reddeden “Arap Irak” gösterisinin ev sahipleri olan Irak Cumhurbaşkanı ile Irak Dışişleri Bakanı (Celal Talabani ile Hoşyar Zebari) Kürt!
Ve, Irak’taki Arap Zirvesi’nin başlıca konusu ise komşu Suriye.
Irak’ta Arap Zirvesi yapılırken, Türkiye’de, İstanbul’da Suriye muhalefeti Suriye Ulusal Konseyi’ni (SUK) birleştirme, yeniden yapılandırma ve Başşar Esad sonrasında geçerli olacak bir “Milli Misak” oluşturmak için toplanıyor ve bu toplantıdan Kürtler, “Milli Misak”tan Kürt hakları açısından tatmin olmadıkları için çekiliyorlar.
İki gün sonra, 1 Nisan Pazar günü İstanbul, bir de 60-70 düzeyinde ülkenin katılması söz konusu olan “Suriye’nin Dostları” toplantısına ev sahipliği edecek. “Suriye’nin Dostları”, zalim diktatörlük rejiminin ömrünü kısaltmak konusunda derde deva olamayacağı BM Güvenlik Konseyi’ndeki Rusya ve Çin vetolarıyla ortaya çıkan Birleşmiş Milletler’e alternatif bir mekanizma. Bunun başını çekenler arasında Türkiye var ve “Suriye’nin Dostları” toplantısı kararları, rejimin ömrünü kısaltmayı hedef alıyor.
Tabii, ortada bir de BM ve Arap Birliği Temsilcisi sıfatı üstlenen eski BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın alelacele ortaya attığı, Suriye rejiminin derhal kabul ettiği, Rusya, Çin (ve de Kofi Annan’ın Pazartesi günü ziyaret edeceği İran) tarafından kabul edilen “Plan”ı var.
Kofi Annan, haftaya BM Güvenlik Konseyi’ne “planı”nı sunacak. Annan’ın faaliyeti, kendiliğinden, Türkiye’nin başını çektiği “Suriye’nin Dostları”nın girişimlerinin karşısına dikiliyor.
Suriye’deki rejimin ayakta kalmasını –farklı gerekçelerle de olsa- isteyenler, cankurtaran simidi gibi Kofi Annan’a sarılmış durumdalar.
Türkiye diplomasisinin başarısı ise, Kofi Annan Planı’nın sonuç vermemesine ve “ölümü”ne bağlı. Kıbrıs’ta çözüm için “Annan Planı”nı referans alan Türkiye bakımından paradoksal bir görüntü bu. Ama, Annan Planı’nın gerçekten de geçersiz olması gerekiyor. Çünkü, “Plan”, Suriye’de dökülecek kanları arttırmaktan ve zalim rejimin devamını sağlamaktan başka –ne kadar süslü cümleler arkasına gizlenirse gizlensin- bir sonuç getirmeyecek cinsten.
Aljazeera.com’da yayımlanan çarpıcı bir analizde, “Annan Planı ‘’sorumsuz olmanın ötesinde kötü’; çünkü Esad rejimine zaman kazandırıyor ve daha etkili önlemlerin önünü tıkıyor” deniyor. Ve Kofi Annan’ı şu doğru ve alaycı cümlelerle tanımlıyor:
“Kofi Annan, sonuç olarak, profesyonel bir barış şapıcıdır. Taraf tutmak ve Suriye için azırladığı altı maddelik geçici barış önerisi rejime ve isyancılar, ve onların müttefikleri arasında eşit mesafede durmanın bir örneği. Şartlar zalim ile mazlum, doğu ile yanlış arasında tartışmaya izin vermediğinde Kofi ideal adamınızdır. Geçen hafta sonu Rus Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov ile verdiği görüntüde olduğu gibi, sanki Lavrov Orta Doğu’da gerçekten adaleti arıyormuş gibi oturur ve barış önerilerini tartışır.”
Lübnan gazetesi Daily Star’da Michael Young konuya doğrudan giriyor:
“Suriye rejimi bu öneriyi kabul etti ve bunun nedeni hemen görülebilir. Plan, Esad’ın muhalefetle kendisinin yöneteceği süreçte iş başında kalmasını güvence altına alıyor... Rusya’nın hesabı o ki, eğer Esad muhalefetle görüşmelere başlarsa, bundan galip çıkacaktır. Suriye rejimine muhataplarını seçme hakkı vereceğinden, farklı muhalif gruplar, kimisi görüşmeleri destekleyerek, kimisi karşı çıkarak, bölünecek. Moskova’nın kanaatine göre, Annan’ın teklfine karşı çıkanlar uluslararası meşruiyeti yitirecek. Durum biraz sakinleşince, Suriye Devlet Başkanı hükmüne tekrar geçirecek, düşmanlarını tecrit edecek, kozmetik reformlara gidecek ve hatta Esad’ın yönettiği güvenlik düzenine kafa tutma imkanı olmayan bazı muhalefet figürlerini de hükümetine alacaktır.”
Annan Planı geçeri olursa, gerçekten de böyle olacaktır. Ama bunu aklı başında kimsenin yutması mümkün değil. Nitekim, yazı şöyle devam ediyor:
“Sorun şu ki, Suriyelilerin çoğunluğu Annan’ın planının tehlikelerini farkedecek kadar akıllılar. Birçoğu, Suriye devlet başkanının kontrolü sağlaması halinde kendilerine barbarca fiyat ödetecek olan daha uzun süreli bir Esad yönetimine iç savaşı tercih edeceklerdir. Annan, Esad’ın kurbanlarının, kendilerini yıllarca daha boyun eğdirmesi için devlet başkanlarına hoşgörü göstermesini istiyor... Annan’ın altı noktası, hiçbir geçerli uygulama mekanizması olmadan ve Esad’ın şartları ihlal etmesi halinde hiçbir yaptırım getirmeden, Suriye halkının korunması için genellemelerden ibaret.
Annan’ın çabaları, bu bakımdan, muhtemelen, askeri çatışmayı tırmandıracak. Suriye muhalefeti katili ile uzlaşmayı reddedecektir. Bunu kabul edenler marjinalize olacaktır.”
Ama bunun için güçlü ve geçerli bir “Suriye muhalefeti”nin biçimlenmesi lazım. SUK’un İstanbul toplantısı bu amaca yönelikti. Kürtlerin terkettiği “Suriye muhalefeti” söz konusu amaca ulaşmış mıdır?
Evet ve hayır. Evet çünkü ortaya bir “Milli Misak” çıkmıştır ve iki hafta önce SUK saflarından ayrılanlar SUK’a geri dönmüştür. Kürtlerin gerekli ölçüde temsil edilmediği bir SUK, olması gerektiği ölçüde güçlü değildir ama Suriye muhalefeti içinde yer almayan Kürtlerin durumu da sorunludur.
13 Suriyeli Kürt örgütünü, adında Suriye sözcüğü geçmeden, Kürt Ulusal Konseyi (KUK) adı altında toplayan ve Mesut Barzani etkisi altında olduğu ileri sürülen yapı, zaten SUK içinde değildi. İstanbul’daki toplantıda KUK’un SUK’a entegre olması bekleniyordu. Olmadı. İlerde olabilir ama. Ayrıca, tek başına gücü, muhtemelen, o 13 örgütten daha fazla olan PKK’nın Suriye’deki kolu PYD (Demokratik Birlik Partisi), bir tür “Majestelerinin muhalefeti” görünümündeki ve İstanbul toplantısında yer almayan Ulusal Değişim için Eşgüdüm Kurulu’nda.
Suriye muhalefeti, İstanbul’da büyük ölçüde birleşti ve daha etkili bir yapıya kavuşması doğrultusunda yol aldı. Kürtler ise sadece bu muhalefet bloğundan kopuk değiller, kendi aralarında da birlik halinde değiller. Esad diktatörlüğüne karşı mücadelenin bir “aktif partneri” de değiller. Suriye’de henüz sahaya çıkmadılar.
Bu durum da gelecekte değişebilir. Bunun için ise Rusya-İran-Başşar hattının zayıflatılması gerekiyor. Bunun için ise, Annan Planı’nın boşa çıkartılması.
“Suriye’nin Dostları”nın önündeki acil hedef bu…
Paylaş