Paylaş
BOSTON- Boston’dan geçerek Atlantik Okyanusu’na dökülen Charles Nehri şehri ikiye böler. Batı yakası Cambridge’dir. Yani nehrin bir tarafı Boston, diğer tarafı ise Cambridge. “Dünyanın en iyi üniversiteleri listesi”nin birinci ve üçüncü sıralarında yer alan Harvard ile M.I.T. Cambridge’dedirler.
Harvard’da “Türkiye, Ortadoğu ve ABD politikasını anlamak ve yanlış anlamak” başlıklı bir konferansta konuşmak üzere Cambridge’de bulunuyorum. Önceki gün, “Türkiye: Suriye’ye ‘kafiye’ olmak” başlıklı dünkü yazımı yazdıktan sonra Boston’a geçmiştim. Bir başka yüksek okulda, “Türkiye ve Ortadoğu” üzerinde konuşmak üzere…
Salon tıklım tıklım doluydu. “Buraya gelmek için Türkiye’den yola çıkmadan birkaç saat önce Dağlıca’dan ölüm haberleri geldi. 2011 yılından bu yana, bir seferde en yüksek asker kaybı. Onun travması yaşanırken, benim de mensup olduğum medya grubunun binasına saldırıldı. Tam sizlere konuşma yapmaya gelirken, Iğdır’da 13 polisin can verdiğini öğrenmiş bulunuyorum” diyerek söze girdim.
Dağlıca’dan söz ederken, kürsüdeki büyük harita üzerinde Irak sınırının yanıbaşındaki yerini gösterdim. Iğdır saldırısından söz ederken ise, İran sınırının yanıbaşına işaret parmağımı koydum.
“Bütün bunlar” diye devam ettim, “Suriye’deki gelişmelerle irtibatlı…”
Parmağım, Suriye’nin üzerine yerleşti. Arada Türkiye. “Ortadoğu’ya hoş geldiniz. Şiddetin coğrafyasına.”
Aradan iki saat geçtikten sonra, Cambridge’e geri döner dönmez, ilk iş, internete göz attım: “Son iki saat içinde Türkiye’de yeni ve kötü bir gelişme daha olmuş muydu?”
Bugünlerde, nerede, ne sebeple olursanız olun, Türkiye’yi yaşıyor, beraberinizde taşıyorsunuz. Çünkü, her vatandaşının bugünü ve yarınını etkileyebilecek bir gelişme, her an, gerçekleşebiliyor.
Nitekim, Hürriyet’e ikinci saldırıyı öğrendim. O haberin şaşkınlığı dağılmadan, kendimi, HDP’nin Ankara’daki genel merkezinin yakıldığı haberini ve video görüntülerini izlerken buldum.
Cambridge’den Boston’a geçmeden önce, ülke çapında 129 merkezde HDP merkezlerinin yakılıp yıkıldığını, Alanya’dan Kütahya’ya, Karadeniz’deki ilçelere birçok noktada HDP’lilerin saldırıya uğradığını zaten okumuştum.
Türkiye’nin Kürt vatandaşları, ülkenin batı kesimlerinde tecavüz hedefi haline geliyorlar. Diyarbakır’dan yola çıkan otobüslere yapılan saldırılar nedeniyle, Diyarbakır’da otobüs şirketleri otogarda hayatı durdurup, boykot ilân ediyorlar.
Cizre’de ne olup bittiğine dair tam haber alınamıyor ama sızan haberlerden sokağa çıkma yasağı yüzünden ambulansların hareketine izin verilmemesi üzerine, evinin önünde oynarken vurulan 10 yaşındaki bir kız çocuğunun kan kaybından öldüğünü ve annesinin kızının cansız bedenini buzdolabına koyduğunu ve buzlarla ovalayarak yıkadığını öğreniyoruz.
Akyarlar’da sahilde yüzükoyun uzanmış cansız bedeninin bütün dünyanın vicdanını perişan eden üç yaşındaki Kobanili Kürt çocuğu Alan Kürdi’den yedi yaş büyük, o da daha çocuk, Cizreli Kürt kızı Cemile Çağırga.
Bu yazıyı yazmakta olduğum sırada Iğdır’da öldürülen polislerin cenazeleri yürek parçalayan görüntüler eşliğinde kaldırılmaktaydı. Diyarbakır yakınlarında Silvan, Lice, Kulp ve Dicle’de “özel güvenlik bölgesi” ilân edilmiş, giriş-çıkışlar yasaklanmıştı.
Şırnak halkı, Cizre’ye yürüyüşe geçmişti. Daha ilginci, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, yanında iki HDP’li bakan ve bir grup milletvekili olmak üzere, Midyat-İdil arasında durdurulup, Cizre’ye gitmelerine izin verilmediği için yürüyerek gitme kararı almış, onlar da Cizre’ye yürüyorlardı.
Boston-Cambridge ile Türkiye arasında 7 saat fark var. Bu yazıyı yazdıktan ve gönderdikten sonra, yayımlanana kadar Türkiye’den çok kötü, kanlı, asker-polis şehit haberleri, daha henüz anasının karnında, beşikte ya da minicik halleriyle babalarını tanıyamadan yetim kalacak çocuk görüntülerinin yürek burkan haberlerinin ulaşmasından korkuyorum.
Hürriyet’e ikinci saldırı ve HDP’nin kundaklanması haberlerini alış zamanlaması aklıma geliyor.
Hürriyet’in iki kez basılması ve HDP Genel Merkezi ile ülke çapındaki merkezlerinin aşağı yukarı aynı saatlerde kundaklanması, Doğu ve Güneydoğu kırsalıyla şehir ve ilçe merkezlerinden çatışma ve şehit haberleri kadar önemli ve vahim bir gelişme.
İkincisi, daha önce de birkaç kez vurguladığımız üzere, “iç savaş”ın “ayak sesleri”ne işaret ediyor; ilk, yani Hürriyet’in basılması ile HDP’nin kundaklanması ve Kürtlere saldırılar “faşizm”e.
Bütün bunlar tarihte yaşanmış olduğu için, böyle konuşabiliyoruz, bunları yazabiliyoruz. Tarih, bugüne ve geleceğe ilişkin bir “pusula” olarak anlam taşır. Önceki gün olan-bitenin “faşizm” olduğunu da tarihten biliyoruz.
İstanbul’da Bağcılar’da, Ankara’da ve ülkenin çok yerinde, 6-8 Eylül 2015’te eş zamanlı olarak yaşananlara “emsal” teşkil eden 9-10 Kasım 1938’de Almanya’da yaşanan “Kristallnacht”tır.
O iki gece Nazi Almanya’sı ve Avusturya’da Nazilerin paramiliter gücü olan SA çeteleri ile (Yahudi-olmayan) siviller, yani Naziler’in “Erdoğanvari biçimde millet” olarak tanımlayabileceği unsurlar, Yahudilerin yaşadığı binalara, sahibi oldukları 7500 dükkana ve ibadet yerlerine havralara (sinagoglara )saldırıp tahrip etmişlerdi. Almanya’nın her yerinde indirilen camlardan yerler cam kırıklarıyla dolmuştu. O nedenle, söz konusu gece, “Kristal gece” ya da “kırık camlar gecesi” olarak tarih siciline geçmiştir.
“Kristallnacht”a gerekçe olarak, Paris’te bir Alman diplomatının bir Polonyalı Yahudi tarafından suikast sonucu öldürülmesi gösterilmişti. “Millet” galeyana gelmiş, SA’lar harekete geçmişti.
AKP milletvekilleri, gençlik kollarının ve “millet”in Hürriyet’e, PKK saldırılarına öfkelenerek galeyana gelmesi ve HDP’ye ve Kürtlere saldırması gibi bir şey… (Zaten, Türkiye’deki AKP trolleri, Hürriyet’e saldırıyı “demokratik tepki” olarak nitelemekten geri kalmadılar.)
Saldırılara “resmi makamlar” kayıtsız kalmışlar (zaten “yeşil ışık” yakanlar da onlardı) ve güvenlik güçleri kıllarını kıpırdatmamışlardı.
Hürriyet binası ve HDP genel merkezi ve diğer binalarına ilişkin olarak yaşananlarda olduğu gibi…
Tarihçiler, 9-10 Kasım 1938’deki “Kristallnacht”ı, “Nihaî Çözüm” olarak bilinen Yahudilerin toptan yok edilmesi kararının ve o kararın uygulamaya geçirildiği “Holocaust”un öncülü sayarlar.
Eğer, 6-8 Eylül 2015 geceleri İstanbul ve Ankara’da Hürriyet ve HDP genel merkezi ve ülke çapındaki HDP’lilerin evleri ve dükkanlarına yönelik saldırı ve kundaklamanın önemini görmezsek, anlamını değerlendiremezsek ve bunun “siyasi terminoloji”deki karşılığının “faşizm” olduğunun farkına varmazsak; korkarım, bunu, ileride, tarihçiler değerlendirecek.
Tarihçiler, muhtemelen, yaşanacak çok daha büyük çaptaki felâketlerinin öncülü olarak, 6-8 Eylül tarihlerine işaret edecekler. 2015’te Türkiye’deki Kürtler ile, Almanya’nın 1930’larındaki Yahudiler arasında paralellikler kuracaklar. “Türk faşizmi”ne gönderme yapacaklar.
Türkiye’de “iç savaş”a gidişi durdurma ve “faşizm”i önleme mücadelesi ödev ve yükümlülüğü altındayız. Türkiye ve dışındaki tüm demokrasi yanlısı güçler ve bireyler için geçerli bir ödev ve yükümlülük bu.
Harvard’da bunları ve “Türkiye’nin Kristallnacht’ı”nın yaşanmış olduğunu söyleyeceğim. Ama, iş, Türkiye’nin insanlarına düşüyor.
“Barışı elde etmek” ve “demokrasiyi kazanmak” sorumluluğu bize ait. Eğer, sorumluluk yerine getirilmezse, beceremezsek ve kaybedersek…
Öyle bir durumda sonuç belli: “İç savaş”a gidiş ve “faşizmin yerleşmesi”…
Paylaş