Paylaş
Bağdat Müzesi, 2003 yılında yağmalanmıştı ve kurtarılabilen parçalarıyla yeniden açılışa hazırlanıyordu. Bağdat’ın sürreel yaşam şartlarında ve güvenlik eksikliğinde, “renove edilmekte” olan, tekrardan kamuya açılışına henüz “hazır olmayan” o haliyle bile Müze, göz kamaştırıcı ve çok etkileyiciydi.
Tarih, Sümer döneminin tabletleri sayesinde Mezopotamya’da başlamış sayıldığı için, Irak Ulusal Müzesi’nin 500 bin dolayındaki parçası, dünyanın hiçbir yerindeki tarihi eserlerle karşılaştırılmayacak değerdeydi. O nedenle, Nisan 2003’te yağmalanması, “insanlığa karşı işlenmiş suç” olarak (örneğin Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac tarafından) doğru olarak nitelenmişti.
Bağdat’taki Müze’nin çalından 15 bin civarındaki eserinin 5000’den fazlası kurtarılmıştı. Müze yöneticileri, yüzde 75 oranında kurtarılmış olduğunu Bağdat Müzesi’ni gezdirirken söylemişlerdi.
Bundan bir yıl önce Bağdat’ta Irak Ulusal Müzesi’ni gezerken ne kadar etkilenmiş ve büyülenmişsem, IŞİD’in Musul bölgesinde Ninova Müzesi’nde kökü Asur dönemine, M.Ö. 7. Yüzyıl’a kadar giden tarihi eserleri ve heykelleri maktapla, çekiçle imha ettiklerini gösteren videosunu izlediğimde o ölçüde kızgınlık içimi kapladı.
IŞİD’in tahrip ettiği “insanlığın ortak mirası” olduğu için, o eserler, insanoğlunun hangi dönemde nasıl yaşadığı, ne düşündüğü, ne yaptığını daha sonraki kuşaklara aktardıkları bir “kayıt” sayılmaları gerektiği için, tüm insanlığın, hepimizin, bizim de “mirası”dır ve hiç kimsenin “hafızamızı” silme hakkı olamaz.
IŞİD ve akrabası olan “ideolojik akımlar” için böyle bir “konsept” yok. Taliban da Afganistan’ın ortasındaki Bamiyan bölgesindeki 1400 yıllık eşsiz ve dev büyüklükteki Buddha heykellerini dinamitleyerek ortadan kaldırmıştı.
IŞİD’in Ninova Müzesi’nde yaptığı tahribat ile ilgili bilgi veren IŞİD’li, videoda, “Heykeller insanları putperestliğe teşvik ettikleri” gerekçesiyle kırdıklarını söylüyor. “Hazreti Peygamber, bize tarihi kalıntılardan ve heykellerden kurtulmamız gerektiğini öğütlüyor” diye dek ekliyor.
Bugünkü Irak ve Suriye toprakları, İslamiyet’in doğuşundan çok kısa bir süre sonrasından itibaren İslam ülkeleri oldular. İslam Afganistan da öyle sayılır. İslam öncesi tüm tarihi eserler, o topraklarda o dönemde de, tabiatıyla, vardı. Aralarında Hz. Peygamber’in en yakın arkadaşlarının, hatta aile mensuplarının, Ehlibeyt’in, onca İslami yönetimin, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar, vs. döneminde “Müslümanlar” tarafından yönetilmiş bu topraklarda, onların bile aklına gelmeyeni ve yapmadıklarını, Taliban ve IŞİD gibileri yerine getiriyor.
Böyle bir saçmalık olabilir mi?
IŞİD’in “insanlığın ortak mirası”na karşı giriştiği müthiş vahşete ilişkin olarak bir yakınım, “İnsanların kafasını keserek, omurgalarını matkapla delerek öldürenlerin, heykelleri çekiçle kırmalarını, yüzlerini matkapla oymalarında şaşacak bir şey yok” hükmünü verdi.
21. Yüzyıl’ın ilk çeyreğinde, insana ve insanlığa dair değerlere karşı böylesine vahşi olan IŞİD’in bunları yapması sadece “hastalıklı” insan malzemesinden kaynaklanmıyor. IŞİD’in “ideolojisi” var ve bu ideolojiden kasıt, sadece Sünniliğin Selefi-Vahabi yorumuyla sınırlı da değil.
Türkiye’de Arapça hiç yaygın bir dil olmadığı için Arap dünyasında bilinen ve okunabilen birçok eserden kimsenin haberi olmuyor. İki ay önce Beyrut’ta IŞİD mensuplarının en önemli iki “eğitim kitabı”ndan benim haberdar olmama oradaki dostlarım şaşırmıştı.
Kitaplardan biri, “Masail fi Fiqh al-Jihad (Fiqh al-Dem)” adını taşıyor ve Abu Abdullah el-Muhacir imzasını taşıyordu. (Cihad Fıkhı’nın Meseleleri – Kanın Fıkhı) ya da “Cihad Hukuku’na Dair – Kan Hukuku” diye de çevrilebilecek 574 sayfalık kitabın elektronik linki şu: http://ia701203.us.archive.org/19/items/kotobjehad/masael.pdf
Bir de en az onun kadar, hatta daha önemli olanı “IŞİD şiddetinin el kitabı” niteliğinde. Abi Bekr Naci imzasını taşıyan 112 sayfalık metnin adı, Latin harfleriyle yazıldığında “Idarat al-Tawahhuş” yani “Vahşetin Yönetimi”.
http://www.e-prism.org/images/Idarat_al-Tawahhush_-_Abu_Bakr_Naji.pdf
Eğer, Türkiye, IŞİD’i bir “tehdit” olarak görüyorsa, ki, görmesi gerekiyor, IŞİD ile ilgili çok, sağlam ve derin bilgilere sahip olmak gerekli.
Bu konuda, Türkiye’de doğru dürüst bilgi olmadığı gibi, “paralel yapı” diye en az yarısı “fiktif” ve mevcut iktidarın günlük çıkarlarıyla ilgili bir “tehdit algılaması”na tüm devletin enerjisi harcanır ve IŞİD gözden kaçırılırsa, şu an ve aynı zamanda yakın-orta vâdeli gelecek bakımından Türkiye’nin (ve dahi dünyanın) yüz yüze bulunduğu en büyük “güvenlik tehdidi” açısından muazzam bir zaaf yaratılmış olur.
Çok ilginçtir ki, Türkiye’nin IŞİD konusuna “öncelik vermediği”ni ABD’nin en yüksek güvenlik sorumlusu olan, doğrudan Başkan’a bağlı Ulusal Güvenlik Direktörü James Clapper ifade etti.
Önceki gün Washington’da Senato Silahlı Hizmetler Komitesi önünde konuşan Clapper, bir soruya cevaben, “Türkiye’nin IŞİD’e karşı daha aktif bir rol üstleneceğine dair iyimser olmadığını” söyledi ve “Sanıyorum Türkiye’nin daha farklı öncelikleri ve çıkarları var” diye de ekledi.
Clapper, Türk hükümetinin “Kürt muhalefetine daha fazla öncelik verdiğini” ifade ettiği açıklamasında, “IŞİD’in temel bir tehdit olarak görülmediği” Türkiye’deki anket sonuçlarından söz etti ve “Türkiye’nin (IŞİD’e) yaklaşımının sonucu olarak, Suriye’ye IŞİD’e katılmaya gidenler için müsamahakâr bir iklim oluşturduğunu” öne sürdü.
“Bu nedenle” dedi, “Suriye’ye giden yabancı savaşçıların yüzde 60’ı Türkiye üzerinden gidiyor.”
IŞİD’de Musul’da mali sıkıntılarla, elektrik kesintileri, gıda maddeleri sorunlarıyla baş etmeye çalıştığını da anlatan Clapper, Kobani’de “en az” 3000 kişi kaybettiğini ve askeri gücündeki kayıpları gidermek için saflarına adam toplamaya çalıştığını da bildirdi.
Dış dünyada, IŞİD’e katılımlar nedeniyle “Cihad Otoyolu” diye nitelendirilen Türkiye, IŞİD’le “uluslararası çapta mücadele” için özel önemini koruyacak demektir.
Bu, IŞİD’le mücadeleyi “öncelikli görmeyen” bir iktidarın daha fazla uluslararası baskı altına girmesi sonucunu, ister istemez, beraberinde getirecektir.
Kızıp bağırıp çağırmaya, “Türkiye’ye karşı algı operasyonu”ndan söz etmeye gerek yok. Türk medyası, bilinen nedenlerle, bir “haber kaynağı” olmaktan çıktı ama uluslararası medyadan IŞİD’in Türkiye-Suriye sınırını “yolgeçen hanı”na nasıl çevirdiği bilgileri edinilebiliyor.
Huffington Post, Karkamış mahreçli ve “Türkiye’den Suriye’ye IŞİD’e geçmek için gereken sadece 25 dolar” başlıklı 27 Şubat tarihli haberinde, -bazı isimler de verilerek- kaçakçıların, “IŞİD’in sınır muhafızlarından sorumlu” ve “Türk kökenli” olan “Emir”inden yarım saatliğine sınırın belirli bir bölümü kiraladıkları ve geçişlerin oradan sağlandığı anlatılıyor.
Haberde yer verilmeyen, IŞİD’le ilgili Türkiye’deki asıl ciddi sorun, Türkiye’deki iktidarın IŞİD’e yönelik bakış açısında. Çeşitli düzeylerde IŞİD’le iş tutmaktan gayrı, bir tür “ideolojik akrabalık” duygusuyla IŞİD’i algılama tarzı, aşılması çok zor güvenlik sorunlarını da beraberinde getiriyor.
Bu konuyu yarın da sürdüreceğiz. Türkiye’nin güvenliğini ve ayrıca “Çözüm Süreci”nin geleceği de yakından ilgilendiren boyutu da var.
Paylaş