Paylaş
Başbakan Erdoğan’ın Beyaz Saray’ın tam karşısında Blair House’da konuk edilmesinden (Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel’e de nasip oldu; Tayyip Erdoğan ilk değil) başlayarak “1+2”li (Erdoğan artı Davutoğlu ve Fidan; Obama artı John Kerry ve Tom Donilon) özel akşam yemeği, Biden ve Kerry’nin Erdoğan’ı göklere çıkartarak takdim ettikleri kalabalık öğle yemeği ve “1+13”lük, rekor sayıda katılımlı heyetlerarası görüşme, hepsi toplandığında, gerçekten müthiş bir hüsnükabul.
Bu kadarı ancak Körfez Savaşı’nın (1991) hemen ertesinde Turgut Özal’ın George H.W. Bush tarafından Camp David’de ağırlandığı vesileyle kıyaslanabilir ki, o görüşmeyi izleyen ben, Tayyip Erdoğan’a gösterilen hüsnükabulün, 22 yıl sonra, Özal’a gösterileni hayli aşmış olduğunu söyleyebilirim.
Buradan hareketle, Tayyip Erdoğan’ın Obama nezdinde, Türkiye’nin de ABD nezdinde “özel değer” taşıdığını kolaylıkla söyleyebiliriz. Ancak, Washington ziyaretinin “bir numaralı gündem maddesi” olan Suriye konusunda Tayyip Erdoğan’ın beklentileri karşılanmış mıdır?
Radikal, ziyareti izleyen Deniz Zeyrek’in “perde arkası” notlarına dayanarak, “Obama’yla tam mesai” diye kocaman bir birinci sayfa ile Başbakan’ın ziyaretini yansıttı. İyi, güzel de, “perde arkası notlar”a bakınca, “tam mesai” sonundaki “ziyareti ısırdığınız takdirde” –şayet ana yemek Suriye idiyse- ağzınıza et gelmiyor, kemik geliyor.
Milliyet, “Suriye krizine çözüm arayan Cenevre Konferansı’na karşı pozisyonunu değiştiren Başbakan Erdoğan...” diye alt başlık atmış. Yani, bu ziyarette Erdoğan, Obama’ya Suriye konusunda hareketsiz pozisyonunu değiştirtememiş ama Obama Erdoğan’ın pozisyonunu değiştirtmiş. Durum bu.
Aslı Aydıntaşbaş’ın “Peki, Türkiye geri adım mı attı? Tam öyle sayılmaz. Evet, Türkiye belki Cenevre’ye olan muhalefetini yumuşattı; ancak bunu da ABD’den bazı ciddi garantiler aldığı için yapmış görünüyor. Kapalı kapılar ardından Obama, Cenevre sürecinin ‘ucu açık’ olmayacağı, ‘diplomasi’ adı altında aylar süren bir oyalamaya izin verilmeyeceği garantisi verdi” satırlarıyla avunalım mı?
Obama, daha bir ay önce Suriye’ye ilişkin kendi ilan ettiği “kırmızı çizgileri” sessiz sedasız sildi. Türkiye ile değil Rusya diplomasisiyle eşgüdüme öncelik verdi ve o nedenle, tüm koreografisini Rusların yapmakta olduğu “Cenevre II”yi benimsedi ve Tayyip Erdoğan’ı da “Cenevre II” rotasına soktu. Suriye konusunda hangi “Obama garantisi”ne bel bağlayabilirsiniz ki?
Daha Tayyip Erdoğan, ABD’yi terketmeden New York Times’ta Rusya’nın Başşar Esad’a Yakhonts adlı çok gelişmiş füzesavar silahları verdiği haber bombasını patlattı. Amerikan Genelkurmay Başkanı General Martin Dempsey, yeni Rus silah yardımının Suriye sorununun çözümüne hiç yardımcı olmayacağını söylemek zorunda kaldı.
Hayal kurmayalım; Başşar Esad, “Cenevre II”yi Rusya’nın başarısı ve iktidarının ömrünü uzatmak fırsatı olarak görecektir ve ona göre davranacaktır. Öyledir de. Ayrıca, Tayyip Erdoğan’ın Washington ziyaretinden de kendisi için elle tutulur, tedirgin olabileceği bir sonuç çıkmadığını görmüş olmalıdır. Obama’nın (ve Erdoğan’ın) “Esad’sız Suriye” sözlerinin Başşar için çok önemi olmaz. O sözler daha önce –Obama tarafından da- defalarca söylendi.
Dolayısıyla, Erdoğan’ın son Washington ziyaretinden sonra, Suriye politikasının nasıl sonuç alınabilecek şekilde –Başşar Esad’ın iktidar ömrü gerçekten nasıl kısalabilir?- anlamında düşünmek ve planlamak gerekecek. Zira, Esad’ın iktidar süresinin uzaması, hem Türkiye ve hem de Tayyip Erdoğan için “tehdit” oluşturuyor.
Soner Çağaptay ile ABD’nin eski Ankara ve Bağdat Büyükelçisi James F. Jeffrey, Erdoğan-Obama görüşmesi günü NYT’da yayımlanan “Obama Türkiye’yi Suriye Bataklığından Kurtarabilir mi?” başlıklı ortak değerlendirmelerinde şu çarpıcı satıra yer vermişlerdi:
“Türkiye, tarihinde ilk kez orta-sınıf çoğunluklu bir ülke oldu ve bu Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin arka arkaya üç seçim kazanmasına yardım etti. Ama, Suriye’deki savaş bu kazanımları ve Erdoğan’ın siyasi geleceğini tehdit ediyor. Türkiye, hemen kapısının eşiğinde Somali tipinde çökmüş bir devletin atıklarına ya da isyancıları desteklemiş olduğu için arta kalan Esad rejiminin intikam arayışlarına bağışık kalamayacaktır. Türkiye uluslararası yatırım cezbettiği için büyüyor; ve istikrarlı olduğu için uluslararası yatırım çekiyor. Suriye’deki kargaşanın kendisine taşması, ülkenin ekonomik mucizesini sona erdirme riski içeriyor.”
Başşar Esad’ın “durumunu kurtarması”nın ve Tayyip Erdoğan’ın Washington’dan “alması gerekeni” alamamasının, gözle görülmeyen ve şu anda önemi fark edilmeyen başka bir “riski” mevcut: Türkiye’nin “bölge gücü statüsü”nün Washington’un ve uluslararası sistemin gözünde kaybolması.
Şu an için bu durum söz konusu değil dense bile, Suriye’deki savaşın uzaması ve Türkiye’nin “çaresizliği”nin varacağı sonuç bu olacaktır. Nitekim, etkili düşünce kuruluşu Council on Foreign Relations’tan (CFR- Dış İlişkiler Konseyi) Türkiye’yi iyi tanıyan ve tanıdık bir isim, Steven A. Cook, Başbakan’ın Washington ziyareti arefesinde yazısına “Turkey: Rescue Me” (Türkiye: Kurtar Beni) başlığını atmış ve yazıya şöyle girmişti:
“Türk hükümetinin geçen Cuma günü meydana gelen Reyhanlı’da patlamalar karşısındaki cansız tepkisi, Washington’da hüküm süren Ankara’nın Ortadoğu’yu önderlik etmeye hazır olduğu şeklindeki düşünceye anlayış gösterilerek son verilmesine yardımcı olmalıdır. Bölgeye önderlik sağlaması ve istikrar kaynağı olması bir yana, Türkiye, şimdi, bölgesel ihtilaflara ve özellikle Suriye’deki iç savaşa taraftır. Türkiye’nin şu anda kendisi içinde bulduğu konuma düşmesinin illa kendi kusurundan ötürü olmadığı doğrudur ama büyük ihtirasları ile Ankara’nın Ortadoğu’ya düzen getirebilme yeteneği arasındaki uyumsuzluk, mevcut sorunlarına büyük katkı yapmıştır. Son yıllarda çok sözü edilen tüm model olma ve ABD’nin Avrupa’daki geleneksel müttefikleri –İngiltere ve Fransa için kullanılan kod- düzeyine yükselmiş olduğu laflarına rağmen, Türkiye’nin, bölgedeki bir dizi ülke gibi, kurtarılması gerekiyor.”
Öyle mi gerçekten? Bu hüküm, Tayyip Erdoğan’ın Washington ziyaretinin hemen öncesinde verilmişti. Elde edilen sonuçlardan (daha doğrusu, elde edilemeyen) sonra, bu hüküm daha da geçerli hale mi geldi?
Yarına...
Paylaş