Paylaş
Geçen hafta ortaya çıkan ve AKP’te çatlağa yol açan gelişmelere paralel biçimde, TSK’nın uzun bir aradan sonra devreye girmesi, PKK’ya yönelik operasyonlardan tekrar söz edilir olması, bu arada Yalçın Akdoğan’ın Tayyip Erdoğan’a “biat” açıklamalarında Selahattin Demirtaş ve Kandil’e saldırıyı benimsemesi, haliyle Erdoğan’ın “çözüm süreci”ne ne kadar bağlı bulunduğuyla ilgili kuşkular doğurmuştu.
Tayyip Erdoğan, önceki gün France 24’e verdiği televizyon mülakatının bir yerinde “Kuzey İrlanda örneğinde olduğu gibi biz de PKK ile çatışmaları sonlandırabiliriz” dedi.
Aynı gün Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın da şu açıklamayı yaptı:
“Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, çözüm sürecinin mimarı Recep Tayyip Erdoğan’dır. Kendisi belki de siyasi kariyerinin en büyük risklerinden birini alarak bu süreci başlatmış ve bu iş silah bırakma noktasına kadar gelmiştir. Bu meselenin artık silahsızlanma noktasına gelmesi ve silahların bırakılarak çözüm sürecinin tamamlanması en büyük hedefimizdir. Cumhurbaşkanımız da kendi siyasi iradesiyle bu sürecin sonuna kadar arkasındadır. Hatırlarsanız, çözüm süreci cumhurbaşkanımızın birinci gündem maddelerinden birisi idi. Bu sürecin başarıya ulaşması onun ortaya koyduğu irade sayesinde mümkün olacaktır. Bu noktada zaman zaman adeta cumhurbaşkanımızı çözüm sürecinin karşısındaymış gibi göstermeye çalışanların çabalarının beyhude bir çaba olduğunun altını çizmek isterim. En önemli konu terör örgütünün silah bırakmasıdır. Bunu sağladığımız noktada, çözüm süreci artık amacına ulaşmış olacaktır.”
Buradan ne anlamak gerektiği açık. “Çözüm süreci” başarıya ancak Tayyip Erdoğan’ın iradesiyle mümkün olabilir. “Çözüm süreci”nin başarısı ise “terör örgütü”nün silah bırakmasıdır.
Yani, “çözüm süreci”, PKK silah bıraktığı zaman hedefine ulaşmış olacaktır. Zaten, Tayyip Erdoğan’ın “Kuzey İrlanda örneğinde olduğu gibi PKK ile çatışmaları sonlandırabiliriz” sözünden kastettiği bu olmalıdır.
Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’deki çözüm için, “Kuzey İrlanda çözümü”nü “örnek” olarak aldığını göstermesi, ilk kez oluyor. Dünyadaki çatışmalı çözüm örneklerinde, Türkiye açısından, en isabetli örneğin “Kuzey İrlanda çözümü” olduğu tartışma götürür ama madem ki, Cumhurbaşkanı, onu esas alıyor, o zaman “Kuzey İrlanda çözümü”nün bazı temel niteliklerini, Türkiye bakımından “yol gösterici” olarak alabiliriz.
“Kuzey İrlanda çözümü”nü ifade eden (10 Nisan) 1998 tarihli “Hayırlı Cuma Anlaşması”dır. Anlaşma Kuzey İrlanda’nın siyasi partilerinin çok büyük bölümü tarafından ortaklaşa imzalanmıştır. Kuzey İrlanda siyasi partileri arasındaki anlaşmaya paralel olarak, Birleşik Krallık (İngiltere) ve İrlanda Cumhuriyeti arasında da bir anlaşma imzalanmıştır.
“Hayırlı Cuma Anlaşması” ile
1. Birleşik Krallık içinde Kuzey İrlanda’nın statüsü ve yönetim biçimi;
2. Kuzey İrlanda ile İrlanda Cumhuriyeti;
3. İrlanda Cumhuriyeti ile Birleşik Krallık arasındaki ilişkilerin nasıl olacağı belirlenmiştir.
Anlaşmanın en can alıcı unsurlarından biri olan IRA’nın silahlarını sonsuza kadar gömmesi ve örgütün artık siyasi mücadele yürüteceğini açıklayarak, mensuplarını silahlı mücadele dışında faaliyetlere yürütmeye davet etmesi yani fiilen Sinn Fein’e katılmasına kadar yedi buçuk yıl daha beklemek gerekti.
Aslında “Hayırlı Cuma Anlaşması”, IRA’nın ve Protestan paramiliter güçlerin tüm silahlarını 2000 yılına kadar teslimini öngörüyordu. Aradan geçen yedi buçuk yıl sürede IRA’nın silahlarını bırakmamış olması, “Hayırlı Cuma Anlaşması”nın uygulamaya geçmesini engellememiştir. İnişli-çıkışlı süreç devam etmiştir.
IRA’in silahsızlanması, 1997’de kurulmuş olan ve başkanlığını Kanadalı general John Le Chastelain’in yaptığı “Uluslararası Bağımsız Silahsızlanma Komisyonu”nun gözetiminde gerçekleşmiştir.
“Hayırlı Cuma Anlaşması”nda da, tüm tarafların “arabulucu” olarak kabul ettiği, ABD Başkanı tarafından atanmış Amerikalı senatör George Mitchell’in önemli katkısı olmuştu.
IRA’nın 2005 yılında tümüyle silahsızlandığı, örgüt ileri gelenlerinin General Le Chastelain ile ortak basın toplantısında Kanadalı general tarafından açıklanmıştı. Kanadalı general, konuya ilişkin ayrıntılı raporunu ise İngiliz ve İrlanda hükümetlerine sunmuştu.
“Kuzey İrlanda çözüm örneği” bizi ister istemez, “çatışma çözümleri”nde “üçüncü taraf” konusuna getiriyor. Türkiye’de iktidar, kesinlikle “üçüncü taraf” istemiyor. Kürt tarafı ise, “İzleme Heyeti” başlığı altında “üçüncü taraf” konusunda başından beri ısrarlı oldu.
“Kuzey İrlanda çözümü”nün baş aktörlerinden biri olarak kabul edilen ve Tony Blair’in sağ kolu olarak Sinn Fein (üstü örtülü IRA) liderleri Gerry Adams ve Martin McGuinness ile ilk doğrudan temasları kurmuş, onları Tony Blair’in Downing Street 10 numaradaki başbakanlık ofisine de getirtmiş olan Jonathan Powell’ın “Teröristlerle Konuşmak – Silahlı çatışmalar nasıl sona erdilir?” başlıklı çok önemli bir kitabı bu ay Aykırı Yayınları tarafından yayımlandı. Kitabın orijinal İngilizce baskısı birkaç ay önce piyasaya çıkmıştı.
Jonathan Powell’ın 400 sayfalık, dünyanın çok sayıdaki silahlı çatışma deneyimlerine ilişkin çok özgün bilgiler verdiği ve doğal olarak “Kuzey İrlanda çözümü”nün ayrıntılı biçimde işlendiği kitabında “Üçüncü Taraf” diye 33 sayfalık apayrı bir bölüm var. Bölümün girişi şu paragrafla başlıyor:
“Hükümetler yabancıları iç çatışmaların dışında tutmak için her çareye başvururlar. Bazıları için bu bir hükümranlık meselesidir., bazıları için gurur, bazıları ise durumlarının sağlamlığından emin değildir ve üçüncü tarafın silahlı gruptan yana tavır alacağından korkarlar. Silahlı gruplar ise doğal olarak dünyanın dikkatini çekecekleri umuduyla çatışmalarını uluslararasılaştırmaya daha heveslidirler.”
Bu satırlar tam da Türkiye’deki durumu yansıtmıyor mu? Türkiye’deki iktidarın ve öncelikle Tayyip Erdoğan’ın yaklaşımı bu satırlarda okunmuyor mu?
Söz konusu bölümde “Ciddi bir barış süreci üçüncü bir taraf olmadan zordur, çünkü aktörler kendi dar siyasi çıkarlarına odaklanmışlardır” değerlendirmesi yer alıyor.
(Jonathan Powell önümüzdeki hafta Türkiye’ye geliyor; 2 Nisan’da İstanbul’da bir konferans verecek.)
Türkiye’deki mevcut haliyle “çözüm süreci” çok ciddi yöntem zaaflarıyla malûldür ve bunlar giderilmeden barış hedefini gerçekleştirecek şekilde yol alabilmesi gerçekten çok güç olacaktır.
Hele iktidar sözcülerinin “Tek başına da kalsak çözüm süreci yürüyecektir” açıklamalarının ciddiye alınabilmesi mümkün değildir. “Tek tabanca” çözüm süreci olmaz. Geniş bir konsansüse dayanmayan, tarafsız gözlemcileri, kolaylaştırıcıları, hatta arabulucuları –bunun ille de yabancı ülkeler olması “olmazsa olmaz” şart değildir- bulunmayan bir “çözüm süreci” de olmaz.
Şöyle de söylenebilir: Nasıl “Türk usûlü başkanlık sistemi olmazsa, Türk usûlü çözüm süreci de olmaz”. Oldurmaya kalksanız da, sonuç vermez.
Tayyip Erdoğan’ın “Kuzey İrlanda çözümü”nün ne ve nasıl olduğunu iyi bilmediği belli oluyor. İktidar çevresinin de bu “derse” iyi çalışmadığı da ortada.
Seçimlere kadar “şiddet”in önüne geçelim; “provokasyonlar”a engel olabilelim, barış umutlarını canlı tutalım; yeter.
7 Haziran’dan sonra “çözüm süreci”ni “buzluk”tan çıkarabiliriz...
Paylaş