Paylaş
New York Times’ın bu konudaki haber yazısından öğrendiğime göre, “Herkesin söylemeye cesaret edemeyeceğini söyleyeceğim: Bu tarihi an, devlet adamlığı gerektiriyor” demiş Mesut Barzani’ye.
Bu sözlerin iki anlamı var:
1. ABD, en azından şu gelinen “an” itibarıyla “Kürdistan bağımsızlığı”nı istemiyor.
2. ABD yönetimi için, bu “tarihi dönem”de ortaya konulacak “devlet adamlığı”, Bağdat’ta bir “Şii-Sünni-Kürt koalisyon hükümeti”nin kurulmasına yardım etmekten, bunun becerilmesinden, yani ABD’nin Irak politikasına katkıda bulunulmasından geçiyor.
Türkiye’de çok uzun yıllar, “ulusalcılar”dan “İslamcılar”a uzanan geniş yelpazede, “Kürdistan bağımsızlığı” ya da bir “bağımsız Kürt devleti”nin “ABD hesabı” olduğuna dair, adeta şaşmaz bir kanaatin bulunduğu düşünülürse, şu sırada Türkiye’nin bölgedeki en yakın müttefiki olan Mesut Barzani’nin “bağımsızlık” aramasına karşılık, “Kürdistan üzerinden Türkiye’yi de bölmek istediği”ne inanılan ABD’nin buna karşı durması, bazıları için herhalde anlaşılması zor bir “Ortadoğu denklemi”ni ifade ediyor.
Ancak, şunu da unutmamak gerek: Mesut Barzani ve Kürdistan Bölge Yönetimi, Ankara’nın şu dönemde bölgedeki “en” hatta “tek” müttefiki olmakla birlikte, Türkiye’nin “bağımsız Kürdistan”dan yana olduğunu söylemek doğru değil. “Bağımsız Kürdistan”a geleneksel olarak en hasım mevzide bulunan “Türk devlet sistemi”nin birdenbire yüzseksen derece esnemesi beklenemez.
Bu konuda, Tayyip Erdoğan, Mesut Barzani’ye değil, ABD’ye yakın.
Peki, Barzani, Kerry ile görüştükten sonra “fikri”ni değiştirmiş mi?
Mesut Barzani’nin Amerikalılar konusundaki düşüncelerini gayet yakından bilen birisiyim. 1975’te babası Molla Mustafa Barzani’nin Washington’da hayatını kaybetmesinden, 1990’lı yıllara ve hatta 2003’ün arifesine kadar, Amerikalılar’a ilişkin “kesinliğe yakın” bir tavır sahibi olmuştur.
Sorumlu bir “ulusal lider” olmayı benimsediği için, Amerikalılar’a ters düşmek gibi bir amaç peşinde de koşmamıştır ama Amerikalılar’ın dediklerini yapmaya pek teşne de olmamıştır.
Son Erbil görüşmesinde John Kerry’ye “Yeni bir olgu ile ve yeni bir Irak ile karşı karşıyayız” demiş, görüşmenin başında. Görüşmeden önce, “Irak’ı birarada tutmayı tahayyül etmenin çok güç” olacağını zaten söylemişti.
Irak’ı yıllardır en iyi izleyen isimlerin başında gelen Patrick Cockburn, dünkü Independent’te Kürtler’in “Irak’ın bir üniter devlet olarak sona erdiği” hükmüne varmış göründüklerinin altını çizdi.
Ortada ülkenin toprak bütünlüğünü koruyacak ne ordu, ne bir güvenlik gücü var. ABD’nin trilyonlar dökerek oluşturulmasına yardımcı olduğu güç, Başbakan Maliki’nin “Şii mezhep kuvveti”nden başka bir değer taşımıyor. Maliki bile ordudan çok, “Asaib el-Hak” adlı Şii milis gücüne bel bağlıyor.
IŞİD’in ve Saddam artığı Sünni güçlerin eline geçen yerleri, ABD’nin hava yardımı ve karadaki 300 veya sayısı artacak “askeri danışman” yardımı da olsa, Şiiler artık geri alamaz. Şiilerin Musul-Bağdat arasını geri alacak imkânı kalmadı. Alsalar bile elinde tutamazlar. Bu işi Amerikalılar bile yapamaz. Yapamadıkları için, 2011’de Irak’tan tüm askeri güçlerini çekmek zorunda kaldılar.
Buna karşılık, Sünniler’in ise ne Bağdat’ı ele geçirebilmeleri, ne de Bağdat-Basra arasında tüm Güney’e hükmetmeleri mümkün. Şiilerin, Irak nüfusunun en az yüzde 60’ını oluşturduğunu da akılda tutmak gerekiyor.
Bu hale gelmiş bir Irak, ancak “demokrasi kültürü”nden nasibini almış, buna uygun kurumlarını oluşturmuş bir “federal yapı” içinde var olabilirdi. 2003 sonrasında denenen bu oldu.
Kürtler, 2003’ten beri buna olağanüstü bir katkı yaptılar. Bağdat’a “Cumhurbaşkanı” ve “Dışişleri Bakanı” sundular. Irak’ın “birliği”ni esas olarak onlar ayakta tuttu.
Bu sayede, Kürtler’i Irak içinde, Irak’ı da Arap-Kürt ayrılığının önüne geçerek, birlik içinde tutmuş oldular. Irak, 2003’ten bugüne kadar, onların yüzü suyu hürmetine ayakta kaldı. Bunu, şaka yollu, 2011’de Mesut Barzani’ye söylemiştim; “Iraklılar dağılmak için elinden geleni yapıyor, Irak’ın bütünlüğünü siz sağlıyorsunuz” demiştim.
Öyle ki, Kürtler, “ihtilaflı bölgeler” diye nitelenen ve Kerkük’ü de içine alan, Bağdat’ın kuzeydoğusunda İran sınırından Musul’un Kuzeybatısı’na Suriye sınırına uzanan diyagonal hat üzerinde, Kürt nüfus çoğunluğunu ileri sürerek hak iddia ettikleri topraklar için bile, sadece Anayasa’nın 140. Maddesi’nin işletilmesinde ısrarlı oldular. Kuvvete başvurmadılar.
Gelgelelim, son iki haftadan bu yana, Irak, Şii-Sünni fay kırığı üzerinden, IŞİD’in ve eski rejim unsurlarının –Arap milliyetçileri- Musul’u ele geçirmesi üzerine fiilen parçalandı.
Kürtler, Kerkük, Ninova (Musul), Selahaddin (Tıkrit, Tuzhurmatu), Diyala (Bakuba, Hanekin) vilayetlerinde Araplarla aralarındaki ihtilaflı topraklara, çatışmaya girmeden sahip oldular.
“Üniter” bir Irak’ın “toprak bütünlüğü”ne hiçbir şekilde ihanet etmemiş olmalarına rağmen, karşılarına çıkan bu “tarihi fırsatı” terketmeleri ve 2003 şartlarına geri dönmelerinin kendilerinden istenmesinde ne “reelpolitik” bir zorunluluk, ne de “ahlâki” bir tutarlılık var.
Amerikalılar’ın, Maliki’siz bir “Şii-Sünni-Kürt hükümeti” oluşturmasının tutması da şüpheli. Zira, şu sırada İranlılar –her nekadar IŞİD’e karşı ABD ile “aynı dalga boyu”nda duruyorlarsa da- adı “İran yanlısı” diye çıkan Maliki’nin yerine “ABD yanlısı” bir Şii başbakan istemiyorlar.
Kerry, Irak’lı liderler, “tüm Iraklılar’ın talep ettiği cinsten, geniş tabanlı, herkesi kapsayıcı bir hükümet oluşturmalılar” diyor.
Oysa, Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngilizler’in oluşturduğu “sentetik Irak”ın parçalarını farklı telden çalıyorlar. Sünniler, İngilizler’den devraldıkları, Amerikalılar’ın kendilerinden devraldığı Irak’ı, -hatta IŞİD’in yaptığı gibi Suriye ile sınırlarını da silerek- geri istiyorlar. Şiiler, -en azından Maliki gibi en ağır basanları- Sünniler’den devraldıkları Irak’ın tümüne hükmetmek istiyorlar.
Kürtler ise sadece Kürdistan’ı istiyor. Tarihte bu amaca ulaşmaya en yakın noktada bulunuyorlar.
ABD ve Türkiye’ye bir süre daha “avans” verir gibi gözükebilirler.
Sonra?
Sonra, “tarih”in istediği olacak…
Paylaş