İngiliz gazetesi The Sunday Times haftasonu baskısında Bağdat çıkışlı bir haberine, “Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin bir beyin kanaması sonucu Almanya’da tedavide bulunuyor olmasıyla, laik Sünni desteğindeki Irakiyye bloku ile Şii Başbakan arasında yeni bir siyasi krizin ısınmaya başladığı bir sırada, Irak, anahtar niteliğindeki arabulucudan mahrum durumda” diye girmişti.
Şii Başbakan Nuri el-Maliki ile Sünni Irakiyye bloku arasında yeni bir siyasi krizin fitilinin, Celal Talabani’nin Berlin’de bir hastanedeki ikametinin henüz 48. saatinde yakılmış olması ilginç. Kerkük ve petrol üzerinde kuzeydeki Kürt yönetimi ile büyük bir çatışmanın eşiğine gelmiş olan Maliki’nin “kriz üzerinden beslenerek” iktidarını sağlama alma politikası güttüğü sezilebilir. Bazı Iraklı Kürt çevreleri, Maliki’nin kendi üzerlerine çullanmasının, bir “İran politikası” olduğunu öne sürüyorlar. Buna göre, Maliki’nin söz konusu hamlesiyle, Irak Kürtlerinin, tayin edici bir tarihi anda, Suriye Kürtlerine destek olmasını önleyip, kendi içlerine, yani Irak’a dönmesini sağlamış oluyor. Bu doğrultudaki yoruma göre, bir yandan Suriye Kürtleri muhtaç oldukları önemli bir destekten mahrum kalırlarken, diğer yandan Irak Kürtleri, Araplar karşısında mevzilenerek, kendi dertlerine düşürülmüş oluyorlar. Bütün bu manzaranın, Suriye’de rejimin ömrünü uzatmak, Irak’ta Maliki’nin iktidarını tahkim etmek suretiyle İran’ın işine yaradığı hükmü veriliyor. Bağdat’taki son “kriz” de, “Arap-Kürt gerilimi”nin üstesinden gelinememişken, “Şii-Sünni gerilimi”ne dönüş. Ülkenin önemli Sünni şahsiyetlerinden Rafi İsavi’nin korumaları “terörist” oldukları gerekçesiyle, Başbakan Maliki’nin adamları tarafından yaka paça götürülüp tutuklandılar. Geçen yıl aynı tarihlerde, aynı şey, aynı gerekçeyle Sünni Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık el-Haşimi’nin başına gelmişti. Tarık el-Haşimi, bugün, Bağdat’ta hakkında birkaç idam hükmü, Türkiye’de “siyasi mülteci” konumunda. Maliki, Tarık el-Haşimi’yi koruyan ve kollayan Türkiye’ye karşı, Türkiye’nin alerji duyduğu tüm siyasi figürleri –PKK ve Suriye’deki PYD’yi başta sayabilirsiniz- koruyor ve kolluyor. Bağdat’taki son gelişme üzerine, Rafi İsavi, bir basın toplantısı düzenleyip tepki gösterdi. Yanına aldıkları dikkat çekiciydi. Bir yanında Meclis Başkanı Usama el-Nuceyfi, diğer yanında Başbakan Yardımcısı Salih Mutlak. Usama el-Nuceyfi, Irak’ta “Türkiye’nin adamı” olarak biliniyor, Salih Mutlak ise eski Baasçı. Her ikisinin ortak özellikleri, Sünni ve Arap milliyetçileri olmaları. Rafi İsavi ve Tarık el-Haşimi isimleriyle birlikte, en önemli Arap Sünni şahsiyetler “kare as”ı tamamlanmış oluyor. Gelmiş olunan nokta, bir ay önce Arap unsurunu öne çıkartarak Kürtlere karşı “Arap milliyetçisi” bir seferberliği harekete geçirmeyi deneyen Maliki’nin şimdi de, Suriye’nin Irak’a bitişik bölgelerinin giderek Sünni silahlı güçlerin kontrolüne girmeye başlaması üzerine, Irak Arap Sünnilerini altedecek ve kendi iktidarını sağlama alacak bir hamleye başvurması. Bu karmaşık tablo içinde, Celal Talabani gibi eşsiz bir “denge adamı”nın sahnede olmaması, bölgede istikrar arayan tüm aktörler açısından, işleri daha da karmaşıklaştıracak nitelik taşıyor. Ancak, burada bir başka ilginç “işaret” var ki, bunu, Lübnan’ın Daily Star gazetesinin kıdemli yazarı Michael Young yakaladı. Michael Young, Cuma günü “Celal Talabani’yi İhmal Etmek Ne Anlama Geliyor” başlıklı yazısının başında şöyle diyordu: “Son iki gün içinde, tahmin edilmez değilse de, Obama yönetiminin Celal Talabani’nin hastaneye kaldırılması karşısında pek az ilgi göstermiş olması gariptir.” Yazı, uzun uzun bunun nedenlerini irdemeleye ve Obama yönetimine dönük üstü kapalı bir eleştiriye ayrılmış. Aslında, Türkiye’de birçok çevrenin zannının aksine, Celal Talabani ile Washington arasında rahatsızlık hep vardı. Öyle ki, Talabani’nin son dönemde cumhurbaşkanı olmaması için ABD, müthiş gayret göstermiş ve Mesut Barzani’ye “hayatımda gördüğüm en büyük baskıydı” dedirtecek ölçüde baskı yapmıştı. “Mezopotamya Ekspresi”nin 271. Sayfasına, kitap basılmakta iken, son dakikada giren şu dipnota göz atalım: “Ahmet Davutoğlu’nun bana ‘Türkiye’nin politikası’ olarak anlatmış olduklarının, aynı zamanda ABD politikası olduğunu 22 Eylül 202’de New York Times gazetesinde yayımlanan bir haber sayesinde öğrenmiş oldum. Michael Gordon imzalı yazıda, Başkan Barack Obama’nın Celal Talabani’ye Irak cumhurbaşkanlığından el çektirmek için bizzat devreye girdiğinden ve bu konuda Celal Talabani’nin yanı sıra Mesut Barzani’ye de baskı yaptığından söz ediliyor. Buna göre, Obama, 4 Kasım 2010 tarihinde Talabani’yi telefonla arayarak bir Sünni listesinin başını çeken laik-Şii İyad Allavi lehine cumhurbaşkanlığından feragat etmesini istemiş. Maliki’nin elinde fazlaca iktidar gücü biriktirdiği düşüncesinde olan Amerikan yöneticileri, Maliki’nin yerine de Adil Abdülmehdi’nin başbakanlığını desteklemişler. Bu tip girişimler gerçekleşmeyince, Başkan Yardımcısı Joe Biden devreye girmiş ve Maliki’nin başbakanlığı koruyabileceği ama Talabani’nin yerini terkederek, Dışişleri Bakanlığı ile iktifa etmesi yolunda bir uzlaşma formülü geliştirmiş. Talabani’nin ABD’nin bu yöndeki her türlü girişimini reddetmesi üzerine, Kürt liderin etrafından dolanılması ve Mesut Barzani üzerinden Talabani’nin ekarte edilmesi kararlaştırılmış. Obama, Mesut Barzani’ye bu niyetleri ifade eden bir mektup göndermiş. Ne var ki, Barzani, Şiiler ile Arap Sünniler arasındaki sorunların çözülmesi için Kürtlerin feda edilmeye çalışıldığından şikayet ederek Obama’nın baskısına direnmiş ve önerileri geri çevirmiş. Mesut Barzani, 2010 yılının Kasım ayının iki haftasını ‘hayatında karşılaştığı en büyük baskı’ olarak nitelemişti. Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, 26 Eylül 20112’de CNNin ünlü muhabiri Christiane Amanpour’un kendisiyle yaptığı röportajda, New York Times’in haberini doğruladı. New York Times’te yer alan bilgiler, Michael Gordon ile emekli Korgeneral Bernard E. Trainor’un ‘The İnside Story of the Struggle for Iraq, from George W. Bush to Barack Obama’ (George W. Bush’dan Barack Obama’ya Irak için Mücadele’nin Perde Arkası) adlı yayına hazırlanan kitabından aktarılmış.” O kitap çıktı. Tarihi gerçekler yerli yerinde duruyor. 2010 yılı boyunca Türkiye’nin Irak politikası, meğerse Amerika’nın Irak politikası imiş. Şimdi ABD’nin Irak politikası ne? Suriye politikası ne? Türkiye, ABD ile ne kadar uyumlu, ne kadar değil? Net cevabı olmayan sorular bunlar...