Paylaş
Rusya ve Çin vetosu sayesinde Başşar Esad rejimi daha da gaddarlaştı, hafta sonu rejim karşıtı ayaklanmanın kalesi haline gelen ülkenin üçüncü büyük şehri Homs’a ağır silahlarla saldırıya geçildi. Sadece hafta sonu Homs’ta hayatını kaybedenlerin sayısı 200’ü aşkın, Bu satırların yazıldığı dünün öğle sonrası saatlerinde Homs’ta 17 kişi daha hayatını kaybetmişti.
BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto, başta ABD ve Fransa, Batılı ülkelerin Başşar’ın iktidarını terketme girişimlerini caydırıcı olmadı. Tersine, yeni yöntemler bularak –üstelik Homs örneğine bakarak- yeni girişimlerde bulunmalarını teşvik edici nitelikte oldu.
İlk dramatik tepkiler, ABD’nin Şam’daki büyükelçiliğini kapatması, İngiltere’nin büyükelçisini geri çağırması oldu.
Rusya (Çin bir yana ama Suriye rejiminin asıl destekçisi olan İran, aldıkları tavırla, Suriye’de bundan sonra akacak kanın başlıca sorumluluğunu, kendiliğinden, üstlenmiş zorundalar. Eğer, Suriye’deki elini kana bulamış diktatörlük rejiminin mukadder çöküşü, “uluslararası konsansüs” ile sağlanamayacaksa, bir “iç savaş” ve daha da artan ölçüde kanlı gelişmelerin ardından bu sonucun elde edileceği kesin sayılır.
“Dış askeri müdahale”ye karşı olmak, maalesef, Suriye’de “şiddet yoluyla” rejim değişikliğini önlemeyecek. Tam tersine, artan şiddet ölçüsüyle rejim değişikliği gerçekleşecek.
Başşar ayakta kalamaz
Peki, Başşar Esad’ın mezhebi yani “Nusayri”, siyasi yani “Baas” azınlık diktatoryasının başka türlü üstesinden gelinemez mi?
Arap Birliği’nin BM kararı haline getirmek istediği plan, Başşar’ın yerini yardımcısına bırakmasıyla başlayacak bir “şiddet dışı” geçiş dönemini öngörüyordu. Rusya, İran tarafından arkalanarak ve uzaktan Çin ve hatta Hindistan desteği alarak, bu tür bir geçiş dönemini kapattığı için, Başşar’ın “şiddet”le iktidarını yitirmesinden başka bir yöntem Suriye’ye “değişim” için bırakılmamış oluyor.
Peki, Başşar Esad’ın ayakta kalması ve iktidarını devam ettirmesi ihtimali yok mu?
Hayır, yok.
Filmi geri sarabilir misiniz? Suriye’deki gelişmeler, 2011 Mart ortasında ülkenin pek de büyük olmayan, Ürdün sınırındaki kenti Deraa’da gösterilerle başlamıştı. 11 ayda nereden nereye geldik. Homs, fiilen “düşmüş” bir şehir. Hama, infilak etmek üzere. Türkiye sınırı yakınındaki İdlib’e kim hakim belli değil. Irak sınırı yakınlarındaki Deir ez-Zor’un Homs’a dönüşmesi işten bile değil. Şam’ın “merkezi kontrolü” daha da zayıfladığı anda, El-Cezire bölgesindeki Kürt çoğunluklu şehirler, Kamışlı, Haseki ve Amude’ye rejimin hakim olması mümkün değil. Ordu giderek çatlıyor. Şam’ın dibindeki ilçeler, Zabadani, Duma, Madaya başta olmak üzere rejimin elinde sayılmazlar. Amansız ve acımasız bir ateş gücüyle elde tutuluyor görüntüsündeler. Yani, Suriye halk ayaklanması, Suriye başkentinin kapılarını çalıyor.
Şam rejiminin geçen yıla dek en önemli “siyasi oksijen çadırı”, “koruyucu kalkanı”, “meşruiyet dayanağı” Türkiye, artık rejimin tam karşısında konumlanmış durumda.
Başşar Esad rejimi, Rusya ne yaparsa yapsın, İran ne kadar arkasında durursa dursun, artık iflah olmaz. Her kim, Başşar rejiminin devamı üzerine zar atıyorsa, “mars olmaya” kendisini hazırlamalıdır.
Türkiye’nin “askeri müdahale” seçeneği
Bununla birlikte, BM Güvenlik Konseyi kararının Rusya-Çin vetosu ile çıkmaması, Türkiye’yi de çok zor bir konuma itiyor. Türkiye, içerde ne olup bittiğinin fazlaca farkında olmayan ve Suriye halkının büyük çoğunluğunun çilesini umursamayan bir kesim bozguncunun iddia ettiğinin tersine, “askeri müdahale”den yana değil.
Bir yandan da, tüm politikasına rejimin dayanamayacağı ve günlerinin sayılı olduğu öngörüsüne dayandırmış durumda. Hem Arap Birliği ve hem de ABD ile eşgüdümlü bir politika izliyor.
Amerikan ya da NATO askeri müdahalesine, işleri daha da kötüleştireceği için karşı. Zaten, Suriye muhalefetinin bir bölümü de bunu istemiyor. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton da, “Libya örneği Suriye’de tekrarlanmayacak” diyerek bir NATO askeri harekatının Suriye için tekrarlanmayacağını belirtmiş oldu.
ABD, Irak’tan çekilmişken, Afganistan’dan çekilmeyi takvimine almışken ve üstelik Başkanlık seçimi arifesinde Suriye’ye karşı “askeri eylem”de rol almayacak.
Ama, hem Başşar’ın devrilmesinde kararlı olmak, hem BM Güvenlik Konseyi’nin “geçiş dönemi”ni öngören kararı bloke edilmiş ve Başşar’ın güçlü bir askeri müdahale olmadan devrilmesi imkansız gözükürken, ABD ne yapacak?
ABD’nin beklentisi, “kestaneyi ateşten çekmek” işinin “bölgesel güç” sıfatı kabul edilen bir ülke tarafından yerine getirilmesi. Türkiye’den başka bu “rol”e uygun bir ülke yok.
Türkiye, Suriye’de kan gövdeyi götürürken, mevcut uluslararası konjonktürde bildirilerle, kınama yoluyla “bölgesel güç” konumunu ortaya koyamaz. Patent sahipleri arasında Ahmet Davutoğlu’nun bulunduğu “bölgesel sorunlara bölgesel çözüm” sloganını Türkiye, Şam rejimine “güç kullanma opsiyonu” olmadan nasıl uygulatabilecek? Bunu uygulattıramaz iken, -ki Arap Birliği Planı büyük ölçüde bu idi- “bölgesel liderlik” konumunu bir “iddia” olmanın ötesine somut biçimde nasıl taşıyacak?
Suriye’de mevcut rejim artık iflah etmez. Yıkılacak. Ama, yıkılırken, beraberinde birçok iddiayı, projeyi, hesabı da sürükleyebilir. Bunu yaparken, Türkiye’nin “bölgesel güç” olma ufkunu da karartabilir.
Bütün bunlar, Türkiye’nin “Suriye denklemi”ne askeri güç olarak dahil olması ihtimalinin, BM Güvenlik Konseyi kararı sonrasında daha da artmış olduğuna işaret ediyor.
Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’ın dünkü açıklamalarındaki “kodlar”, bu ihtimalin artmış olduğuna delalet ediyor.
Bu ihtimal, Türkiye’nin bazı “iç bagajları”ndan kurtulmasını da zorunlu kılıyor.
Ciddi bir “tarihi dönem” eşiğindeyiz. Konuyu irdelemeye, tartışmaya devam edeceğiz.
Paylaş