Paylaş
Radikal’in kapağında dün bu “manşet”i görünce, itiraf edeyim ki, bu sözlerin Ahmet Davutoğlu’na ait olabileceği ve kimi “radikal İslami grupları” hedef almış olduğu aklıma gelmemişti.
Bu bakımdan, Dışişleri Bakanı’nın Radikal’den Ömer Şahin’e yapmış olduğu bu açıklamayı, Türkiye’nin Suriye politikasında yapılan ve yapılmakta olan bazı hataların düzeltilmesi yolunda bir “ilk” olarak görmek mümkün olabilir.
Davutoğlu’nun ağzından çıkan sözler –nüansa dikkat, isim vererek, doğrudan grupları suçlama yok- şöyle:
“Birtakım kötü görüntüler, bazı grupların din adamı öldürmesi, adam kaçırmaları Suriye’deki haklı davaya, devrime en büyük zararı, rejim kadar bu gruplar veriyor. Bu tür davranışları Suriye devrimine ihanet olarak görüyorum. Suriye’deki haklı talepleri gölgeleyen bir tutum olarak görüyorum. Dolayısıyla Türkiye’nin radikal gruplara destek olduğu gibi bir görüntü verilmesi kesinlikle doğru değil. Ama meşru Suriye muhalefetine her zaman destek verdik, bu desteği de sürdürüyoruz.”
Dışişleri Bakanı’nın ağzından çıkan bu açıklama “radikal İslamcı grupları” doğrudan telaffuz etmese bile, yine de, ima etmiş olduğu için bir “ilk” ve “olumlu” yönde bir açıklama. Ama, aynı zamanda, “yetersiz” ve hatta bir nebze “sorunlu” bir açıklama.
İsimleri zikredilmese de, ima edilmiş olan bu tür “radikal gruplar”ın bazıları, el-Kaide’nin Usama bin Laden’den sonraki lideri Eymen el-Zevahiri’ye doğrudan bağlı kişilerin yönetimindeler ve bunların, başta PYD olmak üzere diğer Kürt gruplara Türkiye topraklarını kullanarak saldırdıkları apaçık bir gerçek. En son olarak, Tel Abyad’daki çarpışmalarda, bu türdeki “radikal gruplar”, ÖSÖ (Özgür Suriye Ordusu) bünyesinde bulunan el-Ekrad (Kürtler) adlı ve hatta içinde İslami unsurlar barındıran bir grubu hedef aldı.
Suriye’de Kürtlere saldıranların, Türkiye üzerinden Suriye’ye geçtikleri, başları sıkışınca Türkiye’ye sığındıkları, yaralılarını sınır boylarındaki Türkiye kent ve kasabalarında tedavi ettirdiklerini bilmeyen yok. Bu, yeni bir durum da değil. Kasım ayında Serekaniye’deki (Rasulayn) bu gelişmeler yine yaşanmıştı. Ve, Türkiye’den, o tarihten bu yana, kimisi doğrudan el-Kaide’ye irtibatlı olan bu tür grupların, sınırlarımızın dibinde (ve içinde) yuvalanmalarının bir “güvenlik tehdidi” oluşturduğu açıklamasını hiç duymadık. Hiç bu nedenle Ankara’da “güvenlik zirveleri” toplanmadı. Neden?
Türkiye’nin Suriye politikası, Katar ile aynı eksende (tam Başşar Esad’ın istediği şekilde) “Sünni mezhepçi” bir görüntüye kayınca, “radikal-Sünni gruplar”ın Hatay sınırından Mardin sınırına kadar olan geniş alanda Türkiye sınırlarını vızır vızır geçmesi, Kürtlere saldırırken “lojistik destek” alması konusunda, Ankara’nın -en hafif deyimiyle-“basireti bağlanmış” olmalı.
Davutoğlu’nun açıklamalarının Radikal’de yayımlandığı dünkü Taraf’ta ismini açıklamayan ama Fatih’te esnaflık yapan bazı kişilerin, Türkiye-Suriye sınırında “radikal gruplar”ın kim olduklarını ve nasıl bir faaliyet gösterdiklerini anlatan ayrıntılı açıklamaları yayımlanmıştı. Türkiye devleti, bu bilgilere haiz değil mi? Türkiye’nin Dışişleri Bakanı değil mi? Bugüne dek bunlar niçin engellenmedi? Bunlara bugüne dek niçin göz yumuldu?
Bunların nedeni, başta PYD, genel olarak Kürtlere bakışla ilgili. Zaten, Davutoğlu da Suriye politikasındaki “tıkanma”nın temel nedeni olan, söz konusu politikanın Kürtlerle ilgili bölümündeki söyledikleriyle bunun ipuçlarını veriyor.
“Suriye’de Kürtlerden temelde beklentimiz üç şey var” diyor; “Bir; rejimle işbirliği yapmamaları… Rejimin onları kullanmaması lazım. Suriye muhalefetinin içinde şüphe bırakmayacak şekilde yer almaları lazım. İki; emrivaki şekilde, diğer unsurlarla istişare etmeden bir mezhep ya da etnik temelli bir de-facto yapı kurmamaları. Burada kaygımız Kürtlerin ya da herhangi bir grubun statü elde etmesi değil. Böyle bir yapı kurulursa bütün gruplar aynı şeyi yapmaya kalkarlar ve savaş önüne geçilemez. Üçüncüsü de Türkiye’nin güvenliğine, sınır güvenliğine zarar verecek şekilde faaliyet içinde olmamaları.”
Bunlar, “çok zayıf” argümanlar. Uygulama değeri taşımıyorlar. Realpolitik dışı. Birincisi, Kürtlerin (PYD diye okuyun) rejimle işbirliği yapmaması, kendisini kullandırmaması konusu. Ta en başında yazdık, konuştuk; Türkiye, PYD ile ilişki kursa, Suriye Kürtlerinin haklarının hamisi olsa, böyle bir ihtimal kendiliğinden ortadan kalkardı. Kaldı ki, Ahmet Davutoğlu’nun politikaları sonucu, Türkiye’nin mevcut iktidarı, Başşar Esad rejimiyle yıllar boyu “balayı” yaşarken, Suriye Kürtlerinin vatandaşlık kayıtları bile yoktu, Suriye hapishaneleri Kürtlerle doluydu. O nedenle, böyle “tepeden” tavırlarla “kendinizi kullandırmayın” uyarısı uygun kaçmıyor.
Kürtlerin “Suriye muhalefeti içinde şüphe bırakmayacak şekilde” yer alması konusuna gelirsek; Suriye muhalefeti ile Kürtler arasında iki buçuk yıldır bu konuda “müzakereler” sürüyor. Arapların, “Kürt hakları” söz konusu olduğunda, ortaya koydukları katılık nedeniyle anlaşamıyorlar. Biz, Türkiye’dekilerin gayet kolayca anlayabildiğimiz nedenler ile.
Kürtler ise, işi sağlama bağlamak istiyor. “Hele Esad yıkılsın, bu konuyu ondan sonra konuşuruz” vaadi üzerinden bir “kurumsal angajman”a girmek istemiyorlar. Sadece PYD değil, Türkiye’nin bel bağladığı Barzani’nin etkisi altında, irili ufaklı onbeş, onaltı kuruluştan oluşan KUK da (Kürt Ulusal Konseyi) bir türlü SUK’a entegre olamadı. Türkiye’ye gelince, Kürt meselesi konusundaki kendi takıntıları nedeniyle, bu konuda, Suriye muhalefeti üzerinde yapıcı bir rol oynayamadı.
Gelelim buradan, Suriye Kürtlerinden ikinci beklentiye; yani “diğer unsurlarla istişare etmeden, bir de-facto yapı kurmamaları”na. Kim o “diğer unsurlar”? Kürt bölgelerinde kendi egemenliğini kurmak için saldıran radikal İslamcı gruplarla neyin “istişaresi”ni yapacaklar? Hem, ortada bir Suriye devleti mi kaldı? Suriye devleti, bugün başkent Şam ve çevresini, Şam-Humus ve Humus-Akdeniz kıyı şeridi arasını tam olarak kontrol ediyor. Suriye’nin geri kalan topraklarında kim varsa, onun hakimiyeti söz konusu. Kürt bölgelerinde ise, Kürtlerin istediği kendilerini yönetmek. Dolayısıyla, Dışişleri Bakanı’nın bu beklentisi, “Kürtlerin özyönetimi olmasın”dan başka bir anlama gelmiyor.
Ama, Kürtler böyle yaparsa, öbürleri de böyle yapar denecekse; durum zaten öyle. “Öbürleri” Suriye’yi, bölge bölge, şehir şehir, bazı şehirlerde mahalle mahalle parsellediler. Öyle olduğu için Suriye Kürtleri de böyle yapıyor. Kendi bölgelerini yönetmek istiyorlar. Ve, Irak ve daha önemlisi Türkiye Kürtleri, onları bu nedenden sonuna kadar destekliyorlar. “Rojava Devrimi” denen de bu zaten.
Üçüncü beklenti, Suriye Kürtlerinin, Türkiye sınır güvenliğine zarar vermemesi ki, bunda bir sıkıntı olmaz. Yeter ki, Türkiye sınırları, Suriye Kürtlerine saldıranlar için bir geçit olarak kullanılmasın. Tam tersine, adı geçen sınır “açık sınır” haline gelirse, sınırın her iki yakası, çok büyük ölçüde Kürt olduğu için, Türkiye’nin en güvenlikli sınırına dönüşür.
Bütün bunların yanısıra, Davutoğlu’nun Radikal’de yer alan şu sözlerini atlamayalım: “Kürtlerin Suriye muhalefeti içinde hak ettikleri yeri almalarını istiyoruz. Dışlanmasını istemiyoruz. PYD ile bu konuda görüşmeler yapılmıştır. Son iki ay içinde 2 kez görüşme yaptık kendileriyle sırf bu süreci güçlendirmek için.”
Bu güzel. Daha çok görüşün. Türkiye sınırının Kürtlere saldırı için kullanılmasına engel olun. Giderek şu sonuca erişebileceksiniz: “Suriye Devrimi”nin yolu “Rojava Devrimi”nden geçer…
Kürtlerle ilişkilerde, Irak’ta kaybettiğiniz değerli yılları, Suriye’de kaybetmeyin bari. Suriye Kürtlerine doğru yaklaşımınız, Türkiye’de “Süreç”in başarısı için de en sağlam güvence olacaktır.
Paylaş