Paylaş
İnanmak istemiyor olabilir miyim?
Evet. Zaten, bu konuyu aniden gündeme getiren Seymour Hersh’in “The Red Line and the Rat Line” başlığıyla London Review of Books’ta yayımlanan yazısındaki görülen “gediklere” işaret eden çok sayıda yazı da çıktı. Bununla birlikte, Seymour Hersh’in yazıda ortaya koyduğu iddialar da yabana atılır gibi değil.
Bunlardan yazıda yer alan birkaçını altalta sıralayalım:
“... Amerikan ve İngiliz istihbarat camiaları 2013 ilkbaharından itibaren, Suriye’deki bazı isyancı grupların kimyasal silah geliştirdiklerinin farkındaydı. 20 Haziran’da Amerikan Savunma İstihbarat Ajansı (DIA), DIA Direktör Yardımcısı David Shedd için beş sayfalık, çok yüksek derecede gizli bir ‘konuşma notları’ brifingi sundu. Burada, An-Nusra’nın bir sarin üretim hücresi oluşturduğu ve bunun 11 Eylül öncesinden bu yana el-Kaide’nin en gelişmiş sarin çalışması olduğu belirtiliyordu...
ABD’nin, Suriye’deki isyancı muhalefete yardım konusunda Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar ile işbirliğinin tüm boyutu henüz aydınlığa kavuşmadı. Obama yönetimi CIA’nın ‘rat line’ diye nitelediği Suriye’nin içine giden arka kanalın oluşmasındaki rolünü hiçbir zaman itiraf etmedi. Rat line, 2012 başında Libya’dan güney Türkiye’ye ve oradan Suriye sınırı üzerinden muhalefete silah ve cephane iletmek amacıyla oluşturulmuştu. Suriye’de sonuçta ellerine silahların birçoğu , bazıları el-Kaide ile bağlantılı cihadi gruplarla bağlantılıydı...
Ocak’ta (2013) Senato İstihbarat Komisyonu, 2012 Eylül’ünde Bingazi’deki Amerikan konsolosluğu ve yakınındaki CIA’nın kullandığı gizli bir mekana yönelik ve Amerikan Büyükelçisi Christopher Stevens ve üç kişinin ölümüyle sonuçlanan yerel milis saldırısına dair bir rapor yayınladı... Raporun kamuoyuna açıklanmayan ve yüksek derecede gizlilik taşıyan eki, 2012 başında Obama ve Erdoğan arasında gizli bir anlaşma yapıldığından söz ediyordu... Rat line ile ilgiliydi. Anlaşma hükümlerine göre, silahların parası, Suudi Arabistan ve Katar’ın yanısıra Türkiye’den geliyordu ve CIA, M16’nın desteğiyle Kaddafi’nin cephaneliklerinden Suriye’ye silah kaydırılmasından sorumlu olacaktı...
Washington, konsolosluk saldırısnad sonra Libya’dan Suriye’ye silah transferini aniden sonlandırdı, ama rat line devam etti... 2013’te Amerikan istihbaratı Türk hükümetinin –MİT unsurları ve Jandarma aracılığıyla- an-Nusra ve müttefikleri ile doğrudan ilişkisini öğrendi. MİT isyancılarla siyasi irtibatı sağlıyordu, Jandarma ise askeri lojistik işini ele almıştı, yerinden danışmanlık sağlıyor ve eğitim veriyordu...
Eski istihbarat yetkilisi, ‘2013 ilkbaharında Türkiye’nin rolünün artması, oradaki sorunların anahtarı olarak görüldü. Erdoğan eğeri cihadilere desteğini keserse, herşeyin biteceğini biliyordu. Suudiler savaşa –Suriye’ye uzaklık ve silah ve mühimmatı gönderme zorluğundan ötürü- lojistik nedenler ile destek olamazdılar. Erdoğan’ın umudu, ABD’nin kırmızı çizgiyi geçmesini zorlayacak bir olayın çıkmasındaydı. Ama Obama, Mart ve Nisan’da oralı olmadı...
Suriye’ye silah gönderilmesindeki CIA desteğinin kesilmesine dair Amerikan kararı Erdoğan’ı siyasi ve askeri bakımdan açıkta bıraktı...”
16 Mayıs’ta Beyaz Saray’daki Obama-Erdoğan görüşmesinin “arka planı” böyleydi. Olup-bitenin farkında olmayan medya, Washington’daki ABD-Türkiye zirvesini, içi boş bir “Tayyip Erdoğan propagandası”na çevirdi ama, gelişmeleri yakından izleyenler, Suriye’nin ABD-Türkiye ilişkilerinde ciddi ayrılık oluşturduğu ve iki müttefikin ilişkilerine “gölge düşürdüğü”nün farkındaydı.
Beyaz Saray buluşmasından bir gün önce Radikal’de “Tayyip Erdoğan, Obama’dan Ne Beklememeli?” başlıklı yazımızda, “Gündemin en tepesine Suriye oturacağına ve Reyhanlı’yla birlikte Suriye’deki ‘iç savaş’ın Türkiye’nin istikrarını sarsma potansiyeli öne çıkmış olduğuna göre, Tayyip Erdoğan’ın Obama’dan Şam rejimine karşı daha aktif bir ABD politikası için bastırması beklenir. Ama Obama böyle bir Türk talebine karşılık verecek midir?” diye sormuştuk.
Aynı yazıda, “Obama’nın ABD’yi ‘Suriye bataklığı’na bulaştırmaya, daha aktif bir Amerikan rolü üstlenmeye hiç niyeti yok” diye yazmış, ayrıca şu satırlara yer vermiştik:
“Obama, Cameron ve Putin’in üçünün birden el-Kaide bağlantısı An-Nusra gibi örgütlerin Suriye muhalefeti içindeki fiili gücünden rahatsız oldukları ve bu ‘tehlike’ konusunda mutabık oldukları ortada. Bu unsurlara ilişkin olarak, Türkiye’nin net bir tavra sahip olmadığı kanaati bir şekilde Obama tarafından Tayyip Erdoğan’a açıklanacaktır herhalde.”
Öyle de olmuş zaten. Nitekim, Beyaz Saray buluşmasından hemen sonra “Türkiye için Suriye’de zor dönem” başlıklı üstüste iki yazıda şunları yazdık:
“Obama daha bir ay önce Suriye’ye ilişkin kendi ilan ettiği ‘kırmızı çizgileri’ sessiz sedasız sildi. Türkiye ile değil, Rusya diplomasisiyle eşgüdüme öncelik verdi ve o nedenle, tüm koreografisini Rusların yapmakta olduğu ‘Cenevre II’yi benimsedi ve Tayyip Erdoğan’ı da Cenevre II rotasına soktu... Esad’ın iktidar süresinin uzaması, hem Türkiye ve hem de Tayyip Erdoğan için ‘tehdit’ oluşturuyor...
Başşar Esad’ın ‘durumunu kurtarması’nın ve Tayyip Erdoğan’ın Washington’dan ‘alması gerekeni’ alamamasının gözle görülmeyen ve şu anda önemi farkedilmeyen başka bir ‘riski’ mevcut: Türkiye’nin ‘bölge gücü statüsü’nün Washington’un ve uluslararası sistemin gözünde kaybolması...”
Tayyip Erdoğan’ı Suriye’de tam da Başşar Esad’ın istediği biçimde “mezhepçi” dar bir politikaya kilitlenmiştir ve giderek an-Nusra gibi el-Kaide unsurlarını ve müttefiklerini desteklemeye sürüklenmiştir.
Gerek Erdoğan, gerekse Davutoğlu, her seferinde ısrarla el-Kaide’nin desteklendiğini reddediyorlar. Onlar, el-Kaide’den Süleyman Şah Türbesi’ni kuşatan ve Rakka’ya hakim olan IŞİD’i (Irak-Şam İslam Devleti) anlıyorlar. Oysa, an-Nusra da, el-Kaide. Hatta, an-Nusra, doğrudan el-Kaide lideri Eymen el-Zevahiri’ye bağlı ve onun tarafından “el-Kaide’nin Suriye kolu” olarak kabul ediliyor. IŞİD ise Eymen el-Zevahiri’ye muhalefet ediyor.
Ceylanpınar-Serekaniye hattında, Suruç’un karşısında Kobani’de Kürtlerle savaşan ve Türkiye’den “lojistik destek” sağlayan an-Nusra idi. En son, Yayladağı sınır kapısının bir kilometre ötesinde yine Türkiye’den sağlanan “lojistik destek” ile Suriye Ermeni kasabası Kesab’ın ele geçmesiyle sonuçlanan harekat, an-Nusra ile “İslami Cephe”nin ortak harekatıydı.
Los Angeles Times’ta 4 Nisan’da yayımlanan bir haberde ABD yetkililerinin Kesab’ı ele geçiren güçlerin kompozisyonundan kaygı duydukları ifade ediliyordu. Habere göre, ABD Senatosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı, Demokrat-New Jersey Senatörü Robert Martinez, saldırının “Türkiye’de üslenmiş ve el-Kaide ile bağlantılı teröristler” tarafından gerçekleştirildiğine ilişkin haberlerden “çok büyük kaygı duyduğunu” belirten bir mektup kaleme aldı.
Tayyip Erdoğan iktidarının Suriye politikasında “denize düşen yılana sarılır” misali, “Suriye bataklığına düşüp, el-Kaide’ye sarılmak” yani “an-Nusra ve müttefikleri”ne “lojistik destek” sağlaması, Türkiye’nin başına büyük bela saracak.
Paylaş