Paylaş
Eğer, “hukuki” karar verirse, üniversitelerde başörtüsü yasağı tarihe karışacak, bu konudaki tartışma mecra değiştirecek; yok “siyasi” karar verirse, gündem yeni bir “karambol”a girecek.
İnsanların başlarını örtüp örtmemesinin, bir “dini inanç gereği” yani “inanç özgürlüğü”nün bir parçası mı olduğu, yoksa “bireysel özgürlükler” çerçevesinde mi algılanması gerektiği, yasağın kalkış gerekliliğini ortadan kaldırmıyor.
Ama, konuyu “İslam-laiklik” ekseninde tartışmaya sokarsanız, “rejim” ve “cumhuriyet'in temel nitelikleri” tartışmasına sokmuş olursunuz ki, bu, ister istemez, bir “siyasi kutuplaşma”nın parçası haline geliyor ve sonu belirsiz bir “iktidar mücadelesi”nin türevi haline dönüşüyor.
İkinci yolu tercih edenler, bir deyimle “katı laikçiler”, dayandıkları kurumlar ve şahsiyetleriyle birlikte, şu anda bu mücadelede “yenik tarafı” oluşturuyorlar. Anayasa değişikliklerinin, AK Parti, MHP ve DTP oylarıyla değişmesi, Türkiye’nin “siyasi halitası”ndaki (harita değil, halita) değişikliği yansıtıyor.
Bu arada, saçın-başın örtülmesi tartışmalarının çalkantısı, ufku göremeyecek şekilde gözlerin örtülmesine, zihinlerin Türkiye’nin “stratejik konuları”nı düşünemeyecek şekilde “kapanması”na da yol açtı.
Geleceğimizi birebir ilgilendiren burnumuzun dibindeki gelişmeleri ya izlemiyoruz, ya ilgilenmiyoruz, ya doğru dürüst bilgilendirilmiyor, habersiz bırakılıyoruz.
İstisnaları da var. Örneğin, Taraf gazetesi, bir hafta önce “Talabani’den Kerkük jesti” başlığıyla bir haber yayınladı ve Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin Kerkük’te Türkmenlerle vardığı uzlaşmaya geniş yer ayırdı. Türkmenlerin “7 şartı”nı Talabani’nin kabul ettiğini bildirerek, bunları sıraladı.
Medyanın büyük balıklarında bu habere raslanmadığı gibi, bir haftadır ne haberin devamını, ne de o konuda bir yorum okumak mümkün olmadı.
Kerkük konusu ve Türkmenler, madem bu kadar önemsiz; bunca yıldır, ülkenin ABD ile ilişkileri bile etkileyen bir numaralı “stratejik” ve “güvenlik sorunu”nun Kuzey Irak olduğunu kim açıklayacak?
*** *** ***
Önce Talabani’den “Kerkük jesti” diye nitelenen ve kabul ettiği“7 Türkmen şartı”nı bir görelim:
1.Kürtler’in başkanlığındaki Kerkük Belediyesi Türkmenler’e bırakılmalıdır.
2.Araplar’da bulunan Kerkük Vali Yardımcılığı Türkmenler’e verilmelidir.
3.Sağlık Müdürlüğü Türkmenler’e bırakılmalıdır.
4.Karne (Ticaret) Müdürlüğü Türkmenler’e bırakılmalıdır.
5.Kerkük’te Arapça ve Kürtçe olan resmi dil kapsamına Türkçe de alınmalıdır.
6.Kerkük Merkez Kaymakamlığı Türkmenler’e bırakılmalıdır.
7.Kerkük İl Genel Meclisi yüzde 32 kuralına göre işletilmeli, meclis yüzde 32 Kürtler’den, yüzde 32 Türkmenler’den, yüzde 32 Araplar’dan ve yüzde 4 Hristiyanlar’dan oluşturulmalıdır.
Bu şartlardan 5. sıradaki zaten Irak Anayasası’nda öngörülen bir “hak”kı ifade ediyor. Diğerleri, özelikle 1. Ve 7. şart, çok ciddi bir “Kürt-Türkmen uzlaşması”nı ifade edecektir.
Bu şartların yerine getirilmesi halinde “Türkmen sorunu”ndan söz etmek için fazla bir yer kalmayacaktır. Geriye “Kerkük’ün statüsü” kalıyor. Yani, Kerkük, 2004’te kabul edilen geçici anayasada (TAL) ifade edildiği gibi, Bağdat ile birlikte “özel statü”ye sahip ya da, kendi başına bir “federal birim” mi olacaktır; yoksa yürürlükteki Irak Anayasası’nın öngördüğü gibi referandum yoluyla Kürdistan Bölge Yönetimi’ne bağlanabilecek midir?
Bir başka “formül” ise, Kerkük’ün, Kürdistan Bölge Yönetimi’ne bağlanması ama onun içinde ayrı bir “özerklik statüsü”ne sahip olması.
Yukarıdaki “7 Türkmen şartı”nın yerine getirilmesi halinde, bu son “formül”e Türkmenlerinonların kurumsal anlamda kim olduğunu belirlemek de hayli güç- ve Türkiye’nin konu, her ne kadar kağıt üzerinde “Irak’ın iç işi” ve “anayasal süreç”le ilgili ise de- tavrı ne olacaktır?
Bu konularla ne kadar meşgulüz? Talabani’yi Türkiye’ye davet etmekte ayak süründüğü ve dolayısıyla onunla bu konuları daha büyük “stratejik ufuklu” bir “grand bargain” yani “büyük proje” çerçevesinde konuşmayı erteledikçe, -bu konu Türkiye’nin “Kürt meselesi”ni ve terörle mücadeleyi de içine alıyor- tıpkı iç politikada başörtüsü gibi, dış politikanın en önemli konularından birinin “Arap saçı”na dönüşmesi kaçınılmaz olmayacak mı?
*** *** ***
Neo-con’ların en önemli yayın organı Weekly Standard’ta önde gelen “uzmanları”ndan biri Reuel Marc Gerecht, “A New Middle East, After All” (Yine de Yeni bir Ortadoğu) başlıklı yazısında Kerkük’e ilişkin gelişmelerin, Kuzey Irak’ı kaosa sokabileceğine değiniyor. Yazısının o bölümünde şöyle diyor:
“Mültietnik şehrin statüsünü belirlemek üzere Kerkük halkı ve şehrin çevresinde yaşayanların oy vereceği ve tarihi henüz belirlenmemiş referandum, ülkenin kuzeyini kaosa sokabilir. Kürtler, 'Kudüs'lerine ilişkin sıkı duracaklar. Niyetlerinde aldatıcı olmakla birlikte, Kürtler Kerkük petrolü üzerinde rakipsiz kontrol istiyorlar ve özellikle Saddam Hüseyin tarafından boşaltılan Kürt evlerine yerleştirilenler başta olmak üzere, içlerinde daha az Arap bulunmasını tercih ediyorlar. Etnit milliyetçiliği hafife almanın kanlı bir tarihi geçmişi vardır ve Irak’ın Kürtler ateşli ve çok çektirilmiş bir halk. Kerkük petrolünü elinde bulunduran Tamim vilayetinin kendi kontrollerinden merkezi hükümete geçmesine izin vermeyecekler... Kürtler Kerkük referandumu şimdi yapılsa kaybedeceklerini biliyorlar. Potansiyel ‘hayır’ oylarını sürmek ve susturmak için Kürt girişimleri yeteri ölçüde başarılı olamadı. Bununla birlikte, Bush yönetiminin, kuzeyde karşılıklı Kürt, Arap ve Türkmen husumetini caydırmak amacıylaacil-tepki gücünü hazır bulunduracak akla sahip olması gerekiyor.”
Bu satırları, yukarıdaki Talabani’nin “Türkmenler şartlarına evet” demesiyle birlikte okumakta ve değerlendirmekte yarar var.
Baş örtüp üniversiteye gitmekte sakınca yok ama gözleri başörtüsü tartışmasıya örtmek, zihinleri kapatmak da, ciddi gelecek sakıncaları var...
Paylaş