“Sırtına yaslan ve izle”nin faturası...

Çağımızın en büyük düşünce adamlarından biridir İranlı Seyyid Hüseyin Nasr.

1950’li yılların ortalarında Boston’daki M.İ.T’ye kabul edilen ilk İranlı olarak fizik okumuş, ardından jeoloji ve jeofizik alanında yüksek lisans yapmış,.Doktorasını bilim tarihi üzerine Harvard’da tamamlamış, 30 yaşında, çok genç yaşta Harvard’da profesör olmuştur. Tahran Üniversitesi’nden Edinburgh Üniversitesi’ne, oradan Princeton’a dünyanın birçok eğitim kurumunda ders vermiştir. Farsça, Arapça, İngilizce, Fransızca, Almanca, İspanyolca bilir. Sufilik, Batınilik ve bilim felsefesi konularında dünyanın en önde gelen uzmanlarından biridir. Ran’daki rejimle ideolojik olarak yıldızı barışmadığı için, Devrim’den bu yana İran’da yaşamıyor.Şu ara, Washington’da George Washington Üniversitesi’nde İslami Çalışmalar bölümünün başında. Birkaç gün önce 80’ini devirmiş.
Vali Nasr için böyle bir insanın oğlu olmak, herhangi bir insan için olabileceği gibi, bir talihlilik halidir kuşkusuz. Vali (Türkçe okunuşu ile Veli), böyle bir babanın oğlu olmayı alçakgönüllülükle taşır. Ama onun ismi altında ezilmez. Vali Nasr, şu sırada, Johns Hopkins Üniversitesi’nin Washington’daki itibarlı lisansüstü okulu SAIS’in dekanı. O da dünyanın en önde gelen İran ve Şiilik uzmanlarından biridir. Beyaz Saray kapıları onun önünde ardında kadar açıktır. Görüşleri ve bilgisine başvurulur.
Vali Nasr’ı yakından tanıyor olmak, düzenli aralıklarla görüşüyor olmak da, benim için bir talihlilik halidir. Hiçbir yazısını kaçırmam. New York Times’da dün yayımlanmış olan “The Dangerous Price of Ignoring Syria” (Suriye’yi İhmal Etmenin Tehlikeli Fiyatı) başlıklı yazısını ilgiyle, satır satır okudum. Obama’nın Ortadoğu politikasına eleştiri yüklü yazısı, bizim gibi bölgede yaşıyanlar açısından, basit bir dış politika eleştiri yazısından öteye, ABD’nin genel stratejik yaklaşımına ilişkin önemli ipuçları taşıyordu.
Vali Nasr, Obama’nın Suriye’de 70 binin üzerinde insanın ölmesi ve bir milyonu aşkın mültecinin oluşturduğu “insani trajedi”nin farkında olmakla birlikte ABD’nin bugün olduğundan öteye duruma müdahil olmamasının gerekçesini, bugüne dek hiçbir yerde raslamadığım dikkate değer bir notla izah ediyor yazısında. Obama dış politikasının temel amacı “Ortadoğu’da ABD’nin ayak izlerini ve bölgenin küresel politika bakımından önemini azaltmak” iken, Suriye konusunda bugün yaptığından fazlasını yapmak, Obama için, “ABD’nin bölgeden çekilmesini tersine çevirmek” olacaktır. Obama, bu yüzden, Suriye için parmağını kımıldatmak istemiyor. Dışişleri Bakanı John Kerry’nin son haftalarda iki kez bölgede görünmesi, göz boyamaktan öteye değildir.
Zaten, Vali Nasr’a göre, Kerry’nin gündeminin tepesinde “Arap-İsrail barış süreci”nin harekete geçirilmesi var ki, bu da Washington için Suriye konusuna oranla öncelik ifade ediyor.
Vali Nasr, Obama’nın Suriye’yi “ABD için açık stratejik sonuçlara yol açmayacak trajik bir insani kriz” olarak gördüğünü vurguluyor ve Ocak ayında New Republic dergisine verdiği bir mülakatta “Suriye’de öldürülmüş olan on binleri, şu anda Kongo’da öldürülmekte olan onbinlerden daha mı ağırlıklı göreceğim” demiş olduğunu hatırlatıyor.
Obama’nın Ortadoğu’dan uzak durmasının bir başka belirtisi ise “Arap Baharı’ndan geçmiş tek bir ülkeyi ziyaret etmemiş olmasına karşılık, reform yapacaklarını vaadeden Burmalı generalleri, altı saat süren bir ziyaretiyle şereflendirmiş olması”...
Obama’nın Ortadoğu politikasını “sırtına yaslan ve izle” şeklinde tanımlayan Vali Nasr,  bu “ihmalkar” politikanın bölge çapında ABD müttefiklerini riske sokma tehlikesi içerdiğini öne sürüyor.
“Suriye’deki şiddet nöbetinin yıl sonuna kadar onbinlerce insanın daha ölümüne yol açacağı ve üç milyon kadar mülteci oluşturacağı tahmin ediliyor. Bunun insani bir trajedi olduğu kuşkusuz ama acil stratejik sonuçları olacak cinsten bir trajedi aynı zamanda...
Yıkım ne kadar uzarsa, Suriye’yi birarada tutabilmek de o ölçüde zorlaşacak ve bunu yapamıyor olmak, Ortadoğu’nun kalbinde tehlikeli bir bataklık oluşturacaktır. Suriye böylece aşırılık ve istikrarsızlığın iltihaba yol açacağı ve her türden teröristin ve el-Kaide bağlantılarının bölgeyi ve dünyayı tehdit edecek şekilde kendilerine alan, kaynak ve katılımcı bulacakları,  kendisiyle savaş halinde çökmüş bir devlet haline gelecektir.
Daha da kötüsü, Suriye’deki çatışma sınırlarıın ötesine de taşabilecektir. Suriye, Şiiler ile Sünnileri birbirlerine karşı kuracak ve İran, Türkiye ve Suudi Arabistan arasındaki güç mücadelesinin daha geniş rekabet alanının zemini olacaktır. Suriye’nin kriz nöbetleri, sürüp gidecek şekilde kendi başlarına bırakılırlarsa, yayılma ve bölgenin haritasını bile değiştirme istidadındadırlar. Amerika, Suriye’de bir stratejik çıkarı bulunmadığını düşünebilir ama Suriye ihtilafının dokunduğu her yerde stratejik çıkarları var.
Lübnan ve Irak’ın her ikisi de mezhebi hatlar üzerinden derinden bölünmüşlerdir ve her iki ülke de Başar Esad’ın düşmesinden korkan büyüyen Şii nüfusları ile Suriye’nin Sünnilerin başını çektiği muhalefeti destekleyen kendi ülkelerinde azınlık konumundaki Sünni nüfusları arasında gerilim arttıkça bıçak sırtında sendeliyorlar...”

Vali Nasr’ın bu değerlendirmelerini önemle not etmekte yarar var; bununla birlikte yazısının sonundaki “temennisi”nin gerçekleşeceğini ben hiç sanmıyorum. Şöyle diyor:
“Sonuç olarak, Amerika, aşırı grupların silahlı direnişe hükmetmelerini önlemek ve Suriye’nin geleceğine hükmedecek gruplar üzerinde nüfuz kazanmak amacıyla, Özgür Suriye Ordusu ile bağlar kurmalıdır. Afganistan’da bu tür bağları kurmaktaki başarısızlık, Sovyetler Birliği’ne karşı koymuş olan direniş gruplarının Taliban ve el-Kaide’ye dönüşmelerine yol açmıştır.”
ABD’nin hele “Ortadoğu’dan uzaklaşma”yı ve Asya-Pasifik hattında yoğunlaşmayı esas alan bu mevcut yönetimi yani Obama yönetimi döneminde, Vali Nasr’ın bu önerisini gerçekleştirebileceğini sanmıyorum. Yapmayacak, yapamayacak.
Suriye’nin “ikinci Afganistan”a dönüşmesi ihtimali, hayli kuvvetli.
En uzun sınıra sahip komşusu olmakla birlikte, Türkiye, Irak ve Lübnan ölçüsünde bir “risk”e yapısal nedenlerden ötürü sahip görünmüyor. Ancak, son günlerde dikkat çekmeye başlayan “Sünni-Alevi vurgusu” üzerinden politika tasarlama aymazlığına düşürülürse, Suriye’ye dair ABD’nin “sırtını yasla ve izle” politikası “tehlike” ve “tehdidi”ni Türkiye’ye de yayabilir.
“Süreç”in istikbaline, bir de bu mercekten bakarak kafa yorun...
Not: Bugün Turgut Özal’ın ölümünün 20. Yıldönümü. Türkiye’yi 21.Yüzyıl’a taşıyan insanı Rahmetle anıyorum.
Yazarın Tüm Yazıları