Paylaş
“Şemdinli’de 11 askerin şehit olduğu PKK baskınının ardından sınırlara uzman çavuşlardan oluşan profesyonel timlerin konuşlandırılması planlanıyor. Yıl sonuna kadar tamamlanması düşünülen yeni konsepte göre 15 aylık erler sınırdan çekilecek. Profesyonel askerlere, geçmişte adı birçok yasadışı olaya karışan özel timler de eşlik edecek.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün başkanlığında Çankaya Köşkü’nde yapılan zirveden sonra profesyonel birliklerin oluşturulması için hazırlıklara başlandı. Sınırlara ve PKK’nın hedefindeki üslere yerleştirilecek timler, TSK içinde mevcut eğitimli ve ateş gücü yüksek birliklerden oluşacak. Bu kapsamda profesyonel birliklerin oluşturulması da gündemde... Şu anda sayıları 6500’ü bulan özel timlerin sayısı 8000’e çıkarılacak. Özel timler, şehir dışına çıkarılarak kırsalda profesyonel timlerle birlikte görev yapacak. Profesyonel birlikler mevzuat olarak Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı olacak. Ancak, ani karr verme yetkisi bölgede görevli ilgili komutanda olacak...”
Haberin başlığı “Ankara sınıra çare arıyor” (Taraf, 24 Haziran 2010).
Hafta başına Çankaya’da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün topladığı “Devletin Zirvesi”nde 25 yıldır çiğnenen sakızın bir kez daha çiğnendiğini, toplantı sonunda yapılan açıklamaya bakarak sezmiş ve o nedenle “sıfıra sıfır elde var sıfır” diye yazmıştık.
Arşivlere bakın; çok sayıda can alan her PKK eyleminden sonra benzer “radikal” kararların alındığını 25 yılın kayıtlarının söylediğini göreceksiniz. Gelinen yer, yine “birinci kare”dir.
*** *** ***
Söz konusu haberi, dünkü Hürriyet’in manşetiyle birlikte okumak anlam taşıyor.Devlet Bakanı Hayati Yazıcı, Hürriyet’e “Sınır taşımayı da konuşalım” diyor. Yazıcı’ya göre, “Profesyonel ordu konusu yıllardır konuşulur. Ama ordu içinde buna sıcak bakmayanlar var. Sınır güvenliği ve sınırın yerinin bazı bölgelerde kaydırılması konuşulabilecek ve tartışabilecek bir şey.”
Evet, “sınırın yerinin bazı bölgelerde kaydırılması konuşulabilecek ve tartışılabilecek bir şey” ama yeni bir şey değil. Bu görüş, yine 25 yıldır defalarca çiğnenmiş bir sakız. Bülent Ecevit defalarca bu görüşü dile getirdi. Yeni değil.
Türkiye-Irak sınırının doğal bir sınır olmadığı bir sır değil. Lozan’da çözüme Türkiye ile eski Osmanlı Musul, Bağdat ve Basra vilayetlerinden bir “Irak” oluşturmayı hedefleyen İngiltere arasında çözüme bağlanmamış tek sorun olan “Musul sorunu”nun özü de buydu zaten.
Türkiye-Irak sınırı doğal bir sınır olmadığı gibi, Türklerle Arapları ayıran bir sınır da değil. Kürtleri bölen ve ayıran bir sınır oldu. Bundan 90 yıl önce Türkiye Kürtleri-Irak Kürtleri gibi bir “kavram” yoktu. Tarih boyunca hiç olmamıştı.
Bülent Ecevit, “yönetici elit”te birçoklarının görüşüne tercüman olarak, sınırın dağlık kesimlerini “güvenlik gerekçesiyle güvence altına almak” isteyerek “ovaya kadar” düzeltilmesini tasarlıyordu. Bölge hakkında bir nebze bilgi sahibi iseniz, “sınır düzeltmesi” birkaç kilometrelik bir ayarlama işi değil. Dağlık araziyi Türkiye tarafında bırakacak ve “ovayı kontrol altına alacak” bir “sınır düzeltmesi” Irak’ın kuzeyinin Erbil yakınlarına kadar Türkiye’ye dahil edilmesi anlamına gelir.
Yani, Irak Kürdistanı veya Kuzey Irak’ın önemli bir bölümünün Türkiye’ye dahil edilmesi.
Bu mümkün mü?
Bu arada, Başbakan Tayyip Erdoğan, Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci Zirvesi’nde, İstanbul’da AB’den destek isteğini “Avrupa’nın güvenliği Şemdinli’den başlar” ve “Türkiye’yi vuran terör gün gelir sizi de vurur” sözleriyle vurguladı.
O da belli ki “sınır”a takılmış.
Zihinler “sınır”la sınırlanınca, böyle gerçek dışı hükümlere varılıyor.
Halkalı, nerenin sınırı? “Avrupa’nın güvenliği Halkalı’dan başlar” şeklindeki bir cümle anlamlı olur mu?
*** *** ***
Ne “Kürt sorunu” ve ne de onun ürünü olan ama bugün onunla içiçe geçmiş olan “PKK sorunu”, bir “sınırdan sızma sorunu” değil. Bunu anlamamakta direnildiği ölçüde “sorunun çözümü” de, hatta “çözüm arayışları” da çıkmaza girer.
Zihinleri “sınır”la sınırlanmış olanların, sınır ötesinde gözlerinin ulaştığı yer, ister istemez, Mesut Barzani ile sınırlanıyor.Olay, “sınır ötesinden gelen terör saldırıları” gibi algılanınca ya da öyle sunulmak istenince, “sorumlu” olarak Mesut Barzani bulunuyor. Bu ülkede Mesut Barzani’nin getirilerek “İmralı’ya yerleştirilmesini” savunan sivri akıllıların çıktığı belleklerde tazeliğini koruyor.
Şimdilerde ise “komşularla sıfır sorun” formülasyonunu ortaya atmış olan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu saldırmak için fırsat kollayanlar, son kanlı gelişmelere onun da adını bulaştırmak için Mesut Barzani’ye “ağabey” diye hitap etmiş olmasını dillerine doladılar.
Davutoğlu, Barzani’ye “ağabey” demedi. “Kak Mesut” diye hitap etti. Herkes, Mesut Barzani’yi “Kak Mesut” diye hitap eder. Kak, ağabey anlamına gelmiyor. “Sayın” sıfatının sıcak bir vurgu ile ifadesinden başka bir şey değil. Nüfusunda milyonlarca Kürt olan bir ülkenin medyası, “Kak”ın “Sayın” anlamı taşıdığını bilmeden bir “ağabey” uydurdu gidiyor.
Böyle bir medya ile “sorunun çözümü”nü aramak da kolay iş değil.
*** *** ***
Bu hükümetin “en doğru”larının başında bölge ülkeleriyle ve bu arada Erbil ile “yakınlaşma” politikasını başlatması ve “ekonomik entegrasyon”a yönelmesi geliyor. Suriye, Lübnan ve Ürdün ile vizelerin kaldırılmasının, Irak’a da teşmil edilmesi kaçınılmaz bir gelişme olacak.
Türkiye ile özellikle Irak’ın kuzeyinin, Kuzey Irak’ın, Irak Kürdistanı’nın, ne derseniz deyin, “ekonomik entegrasyonu” tarihin ve coğrafyanın emri ve kaçınılmaz. O durumda, bugünkü Türkiye-Irak sınırı, coğrafya atlaslarında kalan, sadece “siyasi egemenlik” alanlarını belirleyen bir sınır olmaktan öteye gitmeyecek. Tarihin gereği yerine getirilmiş olacak.
Türkiye’yi kasan son “şiddet tırmanışı” konjonktürel bir gelişme. Konjonktürel olan ile “stratejik” olanı birbirine karıştırmamak gerek.
“Kürt sorunu”na teşhisi “sınır boyları”nda aramaktan vazgeçmek gerek.
Doğru “tedavi”yi bulmak için...
Paylaş