Paylaş
‘Ruhu’ önemli. Ruhu şu: ‘Kuvvetler ayrılığı’ ilkesinin ‘yasamanın yürütmeye tabi olacağı’ şekilde değişikliğe uğraması.
‘Yargı’ zaten sinyali almıştı ki, ‘yolsuzluk soruşturması’nın simge isimlerinden eski Halk Bankası Genel Müdürü ‘Sevgililer Günü’nde tahliye edildi. Tahliye edildi ama içinden 4.5 milyon çıkan ve ‘Alo Fatih’ gibi AKP iktidarının ‘son dönem simgesi’ olan ‘ayakkabı kutusu’ Türkiye kamuoyunun belleğinden ‘tahliye’ olabilecek gibi değil.
O tahliye edilirken bakan çocuklarının ve bir başka ‘son dönem yolsuzluk simgesi’ Reza Sarrab’ın tutuklu kalması ‘adil’ görünmüyor.
Reza Zarrab’ın iktidar için ne kadar değerli olduğu, dün Karşı gazetesinin manşete çıkarttığı bir tapeden de anlaşılıyor. Oğlu Zarrab ile birlikte tutuklu bulunan eski İçişleri Bakanı Muammer Güler, İran kökenli –Tayyip Erdoğan’ın ‘hayırsever’ diye tanımladığı, oysa İran’daki ortakları ‘karapara’dan ötürü tutuklanan- Zarrab’ın “Bana soruşturma var mı” sorusuna “Vallahi böyle bir şey olursa, senin önüne yatarım” sözleriyle cevap vermiş.
Muammar Güler, Reza Zarrab’ın ‘önüne yatamadan’ koltuğunu kaybetti. Oğlu ve Zarrab ise 17 Aralık’tan beri içeride yatıyor. AKP iktidarının 17 Aralık’tan bu yana ‘paralel devlet’i temizleme bahanesiyle inşa ettiği ‘parti devleti’nin ‘hukuku’ ve ‘yargısı’ sayesinde, ‘HSYK Yasası’nın da TBMM’den geçmesi sayesinde yakında çıkabilirler ama.
Türkiye tarihinin en büyük ‘yolsuzluk ve soygun’ dönemlerinden birine ilişkin ‘delillerin karartılması’ bir de ‘internet yasası’nın Abdullah Gül’ün imzasıyla yürürlüğe girmesi sonucunda sağlama alınabilirse Türkiye’de 1925-1946 arasındaki ‘parti devleti’ni andıracak yeni bir ‘parti devleti’ne, bir başka deyişle ‘yeni vesayet rejimi’ne geçişte büyük bir mesafe kat edilmiş olacak.
Tabii, ‘delillerin karartılması’ hukukta suçtur ve bu suçu bizzat iktidarın işliyor olması suçu ortadan kaldırmaz ama burası Türkiye. ‘Hukuk devleti’ ve ‘demokrasi’ kavramları askıya alındığı vakit, böyle olur. Cumhuriyet tarihinin önemli bir bölümünde böyle olabildi zaten.
‘Derin devlet’, bir türlü ortaya çıkartılmayan ‘faili meçhul cinayetler’ ve bir türlü doğru dürüst yüzleşilemeyen ‘geçmiş’ ve başta 1915 olmak üzere, mevcut iktidarın ‘içselleştirerek’ devraldığı ‘resmi tarih’; bunların her biri ‘Türkiye olguları’ değil mi? ‘Devr-i Tayyip Erdoğan’da bunlar esaslı biçimde değişti mi?
Aslında, muazzam bir devamlılığa tanık olduğumuz da söylenebilir. Bu konuda son derece önemli bir kuramsal çerçeveyi Prof. Ümit Cizre kuruyor. Ümit Cizre, Türkiye’nin en önde gelen ‘asker-sivil ilişkileri’ ve ‘İslamcı politikalar’ uzmanlarından biri. Open Democracy (Açık Demokrasi) adlı sitede (13 Şubat’ta) ‘Understanding Erdoğan’s toxic recrimination in Turkey’ (Erdoğan’ın Türkiye’deki zehirli suçlamaları diye çevrilebilir mi acaba?) başlıklı hayli ağır bir İngilizce ile ama son zamanların en önemli değerlendirmelerinden birini yazdı.
Prof. Cizre, iktidarın ‘bölücü ve anti-demokratik’ söyleminin aslında –yanlış biçimde- ılımlı ve halkçı sanılan karakterinden bir sapma ile izah edilemeyeceğini belirtiyor. ‘Erdoğan’ın AKP’sinin sıkıntılı özelliklerinin köklerinin ‘İslamcılık’ta bulunmadığını, bağımsızlıktan bu yana rejimin temel ve yapısal, kültürel zaafları ve derin anti-demokratik alışkanlıkları ve geleneklerinden kaynaklandığını’ vurguluyor. AKP iktidarının bu bakımdan, Cumhuriyet’in başından beri söz konusu olan Kemalist olsun olmasın, merkezci siyasetlerden ayrılmadığına işaret ediyor.
AKP’nin yaptıklarını ‘İslam’ ya da ‘Müslümanlık’ ile açıklamak yerine, ‘Müslümanlığa ait kavramlar’a söyleminde yer veren ama bildik ‘Türk derin devleti’nin kucağında oturan bir ‘iktidar modeli’ olarak tanımlamak, muhtemelen, daha isabetli olacaktır.
Dolayısıyla Tayyip Erdoğan ve onun AKP’sine karşı mücadele, bu yönüyle kendiliğinden ‘Türkiye’nin demokrasi mücadelesi’ olacaktır.
Peki, son iki ayın her türlü ‘anti-demokratik gelişmeleri’nin tetiklenmesine, Erdoğan’ın kendi elleriyle ‘devletin baskı rejimi’ni ‘tahkim etmesi’ne vesile olan ‘Cemaat’ için söylenecek bir şey yok mu?
Elbette var. ‘Yargı-polis ekseni’nde kısa süre öncesinde sahip olduğu etki ve kullanış biçiminin savunulacak, meşru görülecek yanı yoktu. AKP ile ‘koalisyonu’nun ifadesi zaten buydu ve ona yönelik haklı eleştiriler de ‘devlet cihazı’ içindeki konumuyla ilgiliydi.
‘Bu anlamda’, 17 Aralık’tan sonra olan da AKP’nin ‘paralel devlet’ diye nitelediği ‘Cemaat’e karşı hukuku da ayaklar altına alarak giriştiği temizlik, yani devlet yapısı içinde Cemaat’ten ‘boşanması’, onun yerine eski ‘derin devlet’ ile izdivaç tazelemesidir.
Büyük ölçüde paylaştığım ‘Cemaat eleştirisi’nin en çarpıcı hali dünkü Taraf’ta Mücahit Bilici’nin ‘Fethullah Gülen Cemaati’ne tavsiyeler’ başlıklı yazısında okunabilir. Bazı bölümler:
“Yıllarca devletçi-Sünnicilik ve Türkçülük yaptınız. İkisinden de ceza alıyorsunuz. Milliyetçiliğe bazen isteyerek bazen de siyaseten verdiğiniz rüşvetler yüzünden maksadınızın aksi ile tokat yiyorsunuz. Cebini doldurmaktan başka derdi olamayanlar size vatan haini diyor… Devleti kutsallaştırarak ona sahip olmak yerine toplumu güçlendirerek devlete karşı halkı ve hakkaniyeti savunun. Sahibini kolayca canavarlaştıran devleti ve iktidarı değil, hakkaniyeti, adaleti, mazlumun yanında olmayı seçin. Kaderin bir remzidir ki devlet, demokratikleşmeden sizin olamayacak. İnhisar arzusuna karşı inhisar tokatıdır muhatap olduğunuz. Vatandaşlığa talip olun, devlet sizin (ve herkesin) olacaktır…
Hükümet bile Müslümancılık üzerinden giderken sizin tek seçeneğiniz demokrasi ve hürriyetlerdir. Türkiye’de Kemalizm ve Türk milliyetçiliği çöktü. El’an iktidarda olan söylem Müslüman milliyetçiliğidir. Muhalefete düşmüş dindar olmayanların ise sarılacağı tek ip demokrasi ve haklar ipidir. Gelecek, liberal ve demokratik bir dindarlıktadır. Muhafazakâr ezberleri maziye bırakın.
Kürtlere güdülecek hayvan, bakılmaya muhtaç çocuk muamelesi yapan geleneksel Türk zihniyetini Şefkat Tepe gibi pespaye diziler yoluyla ayakta tutmaktan vazgeçin. İçinizdeki Kemalist tortulara karşı da bir Ergenekon davası açın… Kürtler ile PKK’yi ayrı tutabilirsiniz ama PKK’yi yok sayarak veya yok etmek isteyerek Kürtlerle birlikte yaşama amacını gerçekleştiremezsiniz… Kemalist cerahati akıtmak için Türkçülüğe verdiğiniz rüşvetin milyonda birini bir muhatap olarak Kürt milliyetçiliğini bile terk eden PKK’ye vermelisiniz.
İyi niyetle çok kötü şeyler yaptınız. Nasıl bugün Başbakan istihbarat örgütü eliyle başta medyada olmak üzere tam bir istibdad tesis ettiyse sizin de cemaatiniz polis ve medya imkânlarıyla güçlü olduğu dönemde benzer bir istibdat uyguladı. Yayın dünyasında bunun örnekleri çoktur. Görmelisiniz ki eleştiriye tahammülsüzlükte Cemaat olarak Başbakan ve onun memurlarından geride kalmadınız…
Unutmayın: Kemalist hegemonya çöktü. Her şeyde açık ve net olun. Siyaset yaparken muhataplarınızın zekâsını hafife alan propagandadan uzak durun…”
Aynı uyarı, Tayyip Erdoğan’ın AKP iktidarı ve tüm yandaşları için de geçerli.
Paylaş