Paylaş
“Bir geldiniz Türkiye ile İsrail arasında savaş çıkarttınız” diye takılıyorum Lübnanlıların ağızları kulaklarında. Çok keyifliler. En başta da Başbakan Saad Hariri. Ayaküstü, bana, ziyaretinin “çok ama çok başarılı geçtiğini” söylüyor.
Lübnanlıların ağızları kulaklarında. Kendilerince “çok ama çok önemli” ve “bir ilk” olan Başbakan Saad Hariri’nin Lübnan açısından taşıdığı anlamı tartışıyorlar. Bazıları İstanbul’u ilk kez görmenin heyecanını yaşıyor. Hizbullah’ın hükümetteki bakanlarından Tarım Bakanı, “Biz İstanbul’un ne tarafındayız” diye soruyor. “Avrupa tarafında” cevabını veriyorum. “Karşı kıyı Asya tarafı”. Yani, “Şark” o taraf” diyor gözlerini Üsküdar’a doğru dikerek. “Evet. Ama Lübnan çaprazımızda” diye elimle Marmara Denizi yönünü gösteriyorum.
Lübnanlı bakanlara yarı-şaka, “Türkiye ile Lübnan’ın ulaştığı noktaya bakılırsa, bölgede sanki üçlü bir eksen doğuyor. Türkiye-Suriye-Lübnan” diyorum. Birisi “Ürdün’ü de ekleyin” diyor onaylarcasına. Ürdün de Türkiye’nin çok yakın geçmişte vizelere kaldırdığı bir başka bölge ülkesi. Birisi atılıyor: “Türkiye’nin üç ülkeyle vizeleri kaldırmasıyla Şam Vilayeti yeniden ortaya çıktı” diyor gülerek.
Velid Cunblat’ın partisine mensup Dürzi Ulaştırma Bakanı Gazi Aridi ise Lübnanlı basın mensuplarını Başbakan’ın ziyaretinin Lübnan basınında önemi ve değerinin yeterince ve gereğince anlaşılmadığını söyleyerek uyarıyor. Bugünkü Lübnan basını “duruma” uyanır artık. Tıpkı Türk basını gibi. O da Başbakan Tayyip Erdoğan’ın önceki gün Saad Hariri ile ortak basın toplantısında İsrail’e yönelik sözlerine uyudu. İsrail’den gelen “küstahça tepki” ister istemez Türk medyasını da uyandıracak.
İsrail basını çoktan uyanmıştı. İsrail gazetelerinin dünkü sayıları tümü Türkiye ile ortaya çıkan gerginliğe ayrılmıştı. Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçisi’nin Erdoğan’ın sözlerinin hemen ardından Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldığı ve Bakan Yardımcısı Danny Ayalon’un elini sıkmadığı Büyükelçi ile görüşmesi sırasında İsrailli gazetecilere İbranice hitap ederek “Dikkatinizi çekerim; o daha alçak, biz daha yüksek koltukta oturuyoruz, masada sadece İsrail bayrağı var ve gülümsemiyoruz” sözleriyle Türkiye’yi “aşağıladığı”, dün, bütün İsrail gazetelerinde yer almıştı.
Türkiye ile İsrail arasında ortaya çıkan durumun Türkiye’nin dış politikasını “Ortadoğu statükosu”nun dışına çıkartarak attığı adımların sonucu olduğunu dünkü yazımda anlatmaya çalışmıştım; son 24 saat içindeki gelişmeler yazıyı teyid etmiş oldu.
*** *** ***
Türkiye’nin önce Suriye ile izlediği yakınlaşma politikası sonucunda bir ay önce vize kaldırıldı. 51 anlaşma imzalandı. Ürdün’le de vize kaldırıldı. Hariri ziyaretinde Lübnan ile de vizenin kaldırılması anlaşması imzalandı. Lübnanlı bakanlardan biri dün bana yarından (Perşembe) itibaren vizenin kaldırılmasının yürürlüğe gireceğini açıkladı. Ayrıca Lübnan ordusunun eğitimi ve teçhiz edilmesi, Lübnan için hayati önem taşıyan elektrik ve gaz anlaşmalarının altını çizdi.
Bütün bunları alt alta topladığınızda Türkiye’nin bir “lider ülke” konumunda Ortadoğu jeopolitik alanında İsrail’e karşı mevzilendiği anlaşılabilir. Söz konusu ülkelerin tümü –ve bir de bugünkü Filistin toprakları- Osmanlı İmparatorluğu’nun “Şam Vilayeti”ni oluşturuyor.
Nitekim, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Lübnanlılarla özel görüşmesinde AB’nin Schengen alanına ironik bir gönderme yaparak “Şamgen alanı oluşturduk” dediğini öğrendim.
Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri bozulurken, İsrail’e sınırdaş tüm Arap ülkeleriyle vize kalkıyor ve giderek bir siyasi-ekonomik entegrasyonun yolları döşeniyor.
Bölgede bir “güç merkezi” olarak belirmek bu demek zaten.
Ve zaten dikkat ederseniz, Başbakan Erdoğan önceki gün Saad Hariri ile ortak basın toplantısında İsrail’e ilişkin olarak “Ben bölgenin gücüyüm diyor. Çünkü orantısız imkânları var. Bu tabloyu asla onaylayamayız. Mağdurun yanında olmaya devam edeceğiz” sözlerini kullanmıştı.
Kendisini “orantısız imkânlar”a sahip olduğu için “bölge gücü” ilân eden bir devlete karşı, onun “mağdur ettikleri”ni çevresinde toplayan, onların her biri ile vizeleri kaldırıp, yoğun ekonomik ilişkilere giren ve bunu “soft power” kullanarak yapan yeni bir “bölgesel güç merkezi” ve “uluslararası aktör”.
Türkiye’nin, Başbakanı’nın İsrail’e her vesilede yönelttiği ağır ilişkilerde yansıyan veOrtadoğu’daki tüm taşları yerinden oynatan hamlelerinin hem kendi içinde ve hem de bölgede yoğun tartışmaları davet etmesi beklenmelidir.
*** *** ***
İsrail’de bu tartışma başladı bile. İsrail hükümetinde Türkiye’ye ilişkin iki eğilim söz konusu. Türkiye’ye “hasmane” eğilimin başını Filistin halkına yönelik ırkçı eğilimleriyle ün yapan Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman çekiyor. Lieberman’ın koalisyonda yer alan İşçi Partisi lideri ve Savunma Bakanı Ehud Barak’ın önümüzdeki hafta Türkiye’ye yapacağı ziyareti torpillemek için fırsat aradığı, Haaretz gazetesine göre, bizzat kendisinden hazzetmeyen Dışişleri Bakanlığı çevrelerince öne sürülüyor.
Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçisi’nin şahsında Türkiye’yi aşağılamaya kalkışmak, Lieberman’ın Türkiye ile gerilim yaratmak amaçlı politikasının bir mizanseni olarak yorumlanıyor.
Lieberman eğilimini onaylayan sağcı Jerusalem Post gazetesi, söz konusu “mizanseni” dün şu satırlarıyla dışa vurdu: “Hükümet, Ankara’dan gelen provokatif eylemler ve açıklamalar karşısında eldivenlerini çıkarttı ve Türkiye’nin ahlâktan söz etmeye hakkı olacak en son ülke olduğunu bildirdi. Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon da Türkiye’nin temsilcisini çağırarak tepeden tırnağa giydirdi… Bir diplomatik kaynağa göre, İsrail’in mesajı açık: ‘Eğer dövüşmek istiyorsanız, dövüşürüz.”
Bu arada, yine Haaretz’e göre Başbakan Netanyahu’nun faturayı Barack Obama’ya çıkartmak istediği seziliyor. Haaretz’in “kaynakları” şunu ifade ediyor: “Netanyahu’nun kanaatine göre, “Türkiye ABD Başkanı Obama’nın “başarısızlıklar listesi”nin en tepelerinde. Obama’nın Müslüman dünya ile yakınlaşması İstanbul’da başladı ama Türkler ona istediği karşılığı vermeyerek, ‘doğuya’ dönmeyi, Tahran ve Şam’a yönelmeyi tercih ettiler.”
Lieberman, Türkiye ile ilişkilerin korunmasını isteyen Ehud Barak ve Binyamin Ben-Eliezer gibilerinin yolunu kesmeye çalışırken, Netanyahu da Türkiye-İsrail gerilimini, Türkiye ile ABD arasında bir “sorun” haline dönüştürmeye çabalıyor anlaşılan.
Türkiye ile İsrail “itişmesi”nde kim kaybeder?
Kim bölgede ve uluslararası plânda güç kaybediyor, zayıflıyor ve tecride gidiyorsa, o kaybeder.
Kim “iç dengeleri”ni sağlam tutuyorsa, o kazanır.
Bu arada, bundan böyle, Türkiye’nin içine “dışarıdan” uzanacak parmakları da doğru teşhis etmek dönemi başlıyor…
Paylaş