Paylaş
“Rubicon’u geçmek” Batı siyasi terminolojisinde “dönüşü olmayan yol” ya da “bir noktayı geri dönülmez şekilde geçmiş olmak” anlamında kullanılır. “Rubicon’u geçmek” deyişinin, Batı’nın tarihinde yeri var. M.Ö. 49 yılında muhtemelen 10 Ocak tarihinde, yani aşağı yukarı bugünlerde Julius Caesar yani Fransızca’dan Türkçe’ye girip telaffuz edildiği haliyle “Jül Sezar”, Rubicon ırmağını geçip Roma üzerine yürümüş ve iktidarı ele geçirmiş.
Sezar, tarihe geçen ve Latince olarak söylediği ‘alea iacta est’ yani “zarlar atıldı” sözünü Rubicon ırmağını geçerken söylemişti.
Rubicon, Apenin dağlarından çıkıp 80 kilometre aktıktan sonra Adriyatik Denizi’ne kavuşan kısa bir ırmak. Adı, altındaki çamur tabakasının ona verdiği renkten ötürü Latince “kızıl” anlamındaki “Rubicon” sözcüğünden geliyor. Yani, Kızılırmak. Anadolu’nun orta yerinden çıkıp, geniş bir kavis çizerek kuzey yönünde akan ve Karadeniz’e kavuşan bizim Kızılırmak ise Türkiye’nin en uzun ırmağı.
“Türkiye 2014’te nereye doğru yol alacak?” sorusuyla 2013’ün son çeyreğinde karşılaştığım her vesilede, muhataplarıma “Tayyip Erdoğan, eğer Rubicon’u geçmediyse, ülkenin siyasi istikrar içinde ekonomik büyümesini sürdürmeye devam anlamında iyimser olabiliriz” karşılığını veriyordum.
Aslında, zaten 2013’te Gezi olaylarında “Rubicon’u geçmiş” idi; 17 Aralık 2013’teki “Rüşvet ve Yolsuzluk” soruşturması sırasında takındığı tavır “Rubicon”u kesinlikle “geçmiş” görünüyor.
Yani, yakın geçmişe dek “pragmatik” yönüne sık sık tanık olduğumuz Tayyip Erdoğan’ın artık üzerine yeniden geçirmiş olduğu “Milli Görüş” gömleğiyle “Rubicon’u geçtiğine” ve bir süredir benimsediği siyaseti izlemeye devam edeceğine hükmedebiliriz.
Bu “yol”un 2014 Türkiye’si için işaret ettiği, 20 Aralık 2013 tarihli Bloomberg.com’da Marc Champion imzalı bir yazının başlığı gibi olacak; o yazının başlığı şöyleydi: “Türkiye, ya Erdoğan’ı veya demokrasiyi kaybedecek”.
Geçen yıl tam bu sıralarda, 2014’te Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı adaylığına ve yüzde 50’nin üzerinde bir oyla “yetkileri arttırılmış” ve ilk kez halk oyuyla seçilmiş cumhurbaşkanı seçileceğine adeta bir “veri” olarak bakılıyordu.
Şimdi öyle değil. Gezi, Tayyip Erdoğan’ın “yetkileri arttırılmış cumhurbaşkanı” olma hesaplarını gömdü. 17 Aralık 2013’te başlayan “süreç” ise herhangi bir şekilde cumhurbaşkanı seçilebilmesini kuşkulu hale soktuğu gibi, başbakan olarak devamını bile tartışılır hale getirmiş görünüyor.
30 Aralık 2013 tarihli Financial Times’da Daniel Dombey, son gelişmelerin sonuçlarına ilişkin dört soru soruyor ve bunları cevaplıyordu. İlk soru “Bu, Erdoğan’ın sonu mu?” şeklinde idi. Cevap, “Hayır, en azından şimdilik değil” diye başladıktan uzun uzun niçin “şimdilik değil”i tartıştıktan sonra şu paragraf ile son buluyordu: “Soru, belki de, Erdoğan siyasi olarak ayakta kalabilecek mi, olmamalı; bunun yerine, böyle olabilmesinin Türkiye’ye maliyeti nasıl çıkacak ve bunun ne anlamı olacak olmalı.”
İkinci soru, “Erdoğan, bu işten yarasız beresiz sıyrılacak mı?” idi. Uzun cevabın son bölümü şöyle: “Skandal, şimdiden Erdoğan’ın Türkiye’nin cumhurbaşkanı olma hesaplarına fatura çıkartmış olabilir. Bunun alternatifi Başbakan olarak kalmaya devam etmesi olacaktır. Bu da Türkiye’ye bir üslup değişikliği sağlayacak ve daha yumuşatıcı olan Abdullah Gül’ün Tayyip Erdoğan ile görev değişimi umutlarına darbe vuracak.”
Yani nereden bakılsa, 2014’te hiçbir şey Tayyip Erdoğan bakımından öyle “çantada keklik” gibi görünmüyor artık. Bu da Türkiye’nin yakın geleceğine dair, siyasi istikrardan ekonomik canlılığa kadar uzanan geniş yelpazede sıkıntılı bir dönemin ipuçlarını veriyor.
Eğer “yolsuzluk”, bir siyasi iktidarın üzerine yapışırsa bunun seçimlerde mutlaka yansıması olduğunu, Türkiye’nin yakın geçmişi gösterdi. Türkiye’nin yakın geçmişini kılavuz alırsak, 30 Mart’ta –şayet muhalefet akıl almaz hatalar yapmaz ise- AKP’nin aşağı doğru yuvarlanmaya başladığını görme ihtimalimiz yabana atılmamalı.
AKP ile birlikte 2014’te “aşağı doğru” gidecekler arasında, kendisini çözülmesi mukadder gözüken “iktidarın büyüsü”ne kaptıranlar da olacak. Bunu da bir “2014 tahminimiz” olarak kaydedelim.
Geçen yılın son günü yani 31 Aralık 2013 tarihli Taraf’ta Hayko Bağdat, bunları ve “iktidarın büyüsü”ne niye kapıldıklarını güzel tarif etmişti:
“Kendilerini oyunun bir parçası zannediyorlar.
Devlet dediğimiz, her daim karanlık yönleri olan bir mekanizmanın günümüz versiyonunu fazlasıyla idealize ediyorlar.
Eski ceberut devletin yerine milletin iradesinin geldiğini, artık buraları iyi ve haklı çocukların doldurduğunu düşünüyorlar.
“Milletin iradesi” dediğimiz yapının, hâlâ ceberut olan devletin yeni sahibi olduğuna bir türlü inanmak istemiyorlar.
Gençleri, sivil toplum örgütlerini, sendikaları, sermaye gruplarını, baroları, medyayı, gazetecileri, müezzinleri, büyükelçileri, savcıları, hâkimleri, polisleri, Çarşı’yı, Fenerbahçe taraftarını, çevrecileri, kızlı-erkekli öğrenci evlerini, muhalefet partilerini, bazı inanç gruplarını, artık şer odakları ve vatan hainleri olarak tarif eden bir anlayışın paranoyaklığını görmüyorlar.
Hayatı sadece komplo teorileriyle açıklar hâle geldiler.”
Devlete hükmettiklerini sananlar, devletin kendilerini dönüştürdüğünü ve hükmettiğini fark etmediler. AKP’nin dramı bu. Dolayısıyla, son gelişmelerin de, bir “komplo teorisi” olan “devlet içinde devlet” veya “paralel devlet ile mücadele” ile bir ilişkisi yok.
Tayyip Erdoğan’ın, “Yeni Türkiye” ve “İstiklal Savaşı” adı altında bildiğimiz “eski devlet”i tüm olumsuzluklarıyla miras alıp, kurumlarının içine oyup, “Tek Parti-Tek Adam devleti” kurma mücadelesi var.
Ama 2014’te seçimler de olacağı ve “yolsuzluklar gölgesi” altında cereyan edeceği Tayyip Erdoğan’ın hesaplarının tutmaması ihtimali tutması ihtimalinden daha fazla. Bu da bir “2014 tahmini.”
Yani, 2014’te “demokrasi”nin kazanması ihtimali de mevcut. Tıpkı, Gezi’nin 2013’te Türkiye’nin demokrasi tarihine geçmiş olması gibi.
Bu arada yeri gelmişken; yine geçen yılın son günü Özgür Gündem gazetesinde “Çandar’a sorular” başlığı altında bir polemik kokan bir yazı yayımlandı. “AKP bu işi beceremez de, onu darbeyle yıkmak isteyenler iktidara gelirse ‘demokrasi’ olur mu?”, “Çandar, ‘ya tek adam ya demokrasi’ derken ne demek istiyor? Cemaat’in demokrasi getireceğine kefil mi oluyor? ABD’nin Cemaat eliyle demokrasi getireceğine yemin mi ediyor?”
Benim “Ya tek adam, ya demokrasi” başlıklı yazımdan hiçbir şey anlamadıkları veya anlamamayı seçtikleri, böyle soru sormalarından anlaşılıyor.
Cevap gerekmiyor. Çünkü, besbelli ki, cevabı da ya anlamayacaklar veya anlamamayı seçecekler.
Neyse... Şöyle noktalayalım: Tayyip Erdoğan, 2014’te “Rubicon’u geçmiş” ise şayet, “Kızılırmak”ta takılır.
Anlaşılıyor değil mi?..
Paylaş