Paylaş
Hafta sonu Stockholm’deydim. 1 Eylül Pazar günü. Bundan on yıl önce bıçaklanarak bir suikast sonucu öldürülen Anna Lindh’in anısına düzenlenen toplantıda, Sosyal Demokratlar’ın parlamentodaki grup başkanı Mikael Damberg ve tanınmış gazeteci Bitte Hammargren ile birlikte konuşmacıydım. Toplantının moderatörü Anna Lindh’in özel danışmanı Mats Engström, konusu ‘Türkiye’de demokrasi ve insan hakları’ idi. Bu konu ile Anna Lindh çok ilgilenmiş ve defalarca Türkiye’ye gelmiş, her geldiğinde mutlaka Diyarbakır’a da uğramıştı.
Anna Lindh, Stockholm’de çoğunlukla Kürtler, Türkiyelilerden dostlar edinmişti. Anna Lindh’i anma toplantısının yeri olarak, çok sayıda Kürt ve Türk’ün yaşadığı Stockholm’ün dış mahallelerinden Tensta seçilmişti.
Üç saatlik toplantıda, en ilgi çeken konulardan biri, haliyle, ‘çözüm süreci’ idi. KCK’nın Eşbaşkanı Cemil Bayık’ın 1 Eylül tarihine kadar, Türk hükümetinden ‘yeni yasal düzenlemeler’e ilişkin bir adım atılmadığı takdirde, ‘durumun gözden geçirileceği’ne dair yaptığı açıklamalara bakılarak, ‘süreç’in ‘tehlikede olup olmadığı’ soruluyordu.
Bu sorulara karşı benim cevabım, ‘süreci bozmakta hiçbir tarafın yararı olmadığı, ayrıca her iki tarafın da –hem Ak Parti hükümetinin hem PKK’nin- sürecin bozulması sorumluluğunu almak istemediği’ yolunda oldu.
Peki, 1 Eylül tarihinin belirtilmesi hiç mi bir şey ifade etmiyordu?
Cemil Bayık’ın 1 Eylül tarihini, hükümetin yasa değişiklikleri yani demokratikleşmede daha ileri adımlar atma niyetini ortaya koyması için ‘baskı amaçlı’ olarak dile getirmiş olabileceğini söyledim. Zaten gerek o, gerekse İmralı’daki Abdullah Öcalan, 1 Eylül’e kadar ‘niyet beyanı’ olsun; 15 Ekim’e kadar da adım atılsın diye iki tarih ortaya koymuşlardı.
Stockholm’de konuşurken ve bu yöndeki sorulara cevap verirken, ne 1 Eylül’e dek –ki, zaten o gün 1 Eylül idi- bir ‘niyet beyanı’nda bulunulacağını ve ne de 15 Ekim’e dek, Kürtleri ve Kürt siyasi hareketini tatmin edecek düzeyde bir yasal düzenleme yapılacağını sanmadığımı söyledim. Bununla birlikte, bu nedenlerle ‘çözüm süreci’ de ortadan kalkmayacaktı. ‘Çözüm süreci’nin ortadan kalkması zordu ve eğer ortadan kalkarsa, bu, muhtemelen Suriye’deki gelişmelerle ilgili olarak söz konusu olacaktı.
Aradan dört gün geçtikten sonra, dün, Cemil Bayık’ın ‘geri çekilmenin durdurulması’na ilişkin açıklaması gelince, ortalığı bir heyecan dalgası kapladı. Örneğin İMC televizyonundan Ayşegül Doğan aradı ve Cemil Bayık’ın ‘durdurduk demediğini, durduruyoruz dediğine’ dikkatimi çekerek, bu gelişmenin nasıl yorumlanması gerektiğine dair fikrimi sordu.
Bana, ‘durdurduk’ sözcüğü ile ‘durduruyoruz’ sözcüğü arasındaki fark, fazlaca ‘semantik’ takıntısı gibi gözüktü. Yine de PKK-KCK kaynaklı önemli açıklamalar bakımından en güvenilir kaynak olması gereken ANF’ye (Fırat Haber Ajansı) bir kez daha göz attım. Şu iki bölümün üzerinde durulması gerektiğine hükmettim:
“Bayık, sorulara yanıt verirken demokratik çözüm sürecinin içinde bulunduğu aşamaya geri dönerek önemli mesajlar verdi. Türk devletinin üzerine düşen rolü yerine getirmediğini belirtirken şimdi bir paketle halkın kandırılmaya çalışıldığını ifade etti. Bayık, hükümetin seçimlere kadar sahte paketle halkı kandırmak istediğine dikkat çekti.
Türk devletine 1 Eylül’e kadar tarih verdiklerini ifade eden Bayık, Türk devletinin şu ana kadar bir adım atmadığını belirterek ‘Bu şu anlama geliyor: Sorunu çözmek istemiyor, ezmeyi esas alıyor. Savaşmak istiyor. Buna karşı kendimizi savunacağız. Gerillayı durduruyoruz. Eğer operasyon yaptıklarını görürsek, bu operasyonlara karşı meşru savunma yapacağız. Savaşı daha da şiddetlendirmek isterlerse, Güney’e (Güney Kürdistan) gelen grupları yeniden göndereceğiz’ dedi.”
Bütün bu sözlerden ne anlamak gerekiyor?
Benim anladığım şu: Silahlı PKK güçlerinden Türkiye sınırları içinde kim, ne kadar kalmışsa, ‘bulunduğunuz yerde durun’ denmiş oluyor. ‘Durdurduk’ şeklinde di’li geçmiş zaman kipi ile ya da ‘durduruyoruz’ şeklinde geniş zaman kipiyle ifade edilse, çok mu fark edecek? Yani, “‘durdurduk’ demedik; ‘durduruyoruz’ dedik” dense, bundan Türkiye sınırları dışına çıkmamış olan silahlı PKK güçlerinin, ‘geri çekilme işlemine devam ettiğini’ mi anlamalıyız? Bence, ‘geri çekilme işleminin durduğunu’ anlamalıyız.
Yani, ‘çözüm süreci’ sona mı erdi? Bitti mi?
Hayır, bu o demek değil. Silahlı PKK’lilerin Türkiye sınırları dışına çekilmesi, ‘üç aşamalı’ olduğu belirtilmiş olan ‘süreç’in ikinci aşamasına geçilmesini sağlayacak olan, ‘taktik adımlar’dan biriydi. ‘Birinci aşama’ya ait olan bir ‘taktik adım.’
PKK tarafı, çoktandır ‘ikinci aşamanın başlamış olması gerektiğini’, ilk aşamaya dair kendi sorumluluklarını yerine getirdiklerini, ‘ikinci aşama’nın hükümetin atacağı adımlarla başlayacağını ama hükümetin bu konuda ayak sürüdüğünü öne sürüp duruyordu.
Dolayısıyla ‘geri çekilmenin durdurulması’ –ister ‘durdurduk’ ister ‘durduruyoruz’ şeklinde anlaşılsın- ‘birinci aşama’ya dair bir ‘taktik adım’a ilişkindir ve ‘ikinci aşama’nın başlaması için PKK yöneticilerinin hükümet üzerinde ‘baskı oluşturması’ amaçlarıyla ilgili olarak anlaşılmalıdır. ‘Stratejik karar’ değildir; ‘taktik’ karardır.
Yani?
Yani, gelinen nokta, hiçbir şekilde ‘çözüm sürecinin sona erdiği’ şeklinde anlaşılamaz. Anlaşılmamalıdır.
Bununla birlikte, ‘çözüm süreci’nde bir ‘tıkanıklık’ yaşandığı da ayan beyan ortadadır.
Dikkatlerden kaçmaması gereken bir husus var; o da ‘çözüm süreci’nin bir tarafı Tayyip Erdoğan (Ak Parti hükümeti) ise diğer tarafı Abdullah Öcalan’dır. Kandil ve diğer merkezler, Abdullah Öcalan üzerinden ‘dolaylı’ tarafıdır. Doğrudan taraf, Abdullah Öcalan’ın kendisidir.
Dolayısıyla, ‘çözüm süreci’ni sona erdirme kararı da açıklaması da bu iki şahsiyetten biri ya da ikisine (Tayyip Erdoğan ve Abdullah Öcalan) aittir. Cemil Bayık, ‘bitti’ dese bile, bitmiş olmaz. Abdullah Öcalan demediği takdirde, Cemil Bayık da böyle bir şey demez zaten.
Gelelim, ‘çözüm süreci’nin devamı ya da sonunu belirleyecek güçteki ‘dış dinamik’e; bu, Suriye’deki gelişmelerdir. Tıpkı, ‘çözüm süreci’nin başlamasında Suriye’nin nasıl önemli bir hissesi varsa, gelinen noktada, devamı ya da bitişi de Suriye’deki gelişmelerin alacağı yöne ve seyre bağlıdır.
Buysa, bugünün, birkaç haftanın işi değildir.
Nedir? Nasıl?
Pazar gününe…
Paylaş