Paylaş
Fenerbahçe için yurtdışına maç izlemeye defalarca gittim. Bu kez, “Fenerbahçe Cumhuriyeti”nin sarı-lâcivertli takımını değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin ayyıldızlı, kırmızı-beyaz takımını yerinde izlemek ve desteklemek için ilk kez yurtdışında olacağım.
Bu “kader maçı” sanıldığından önemli. Mesele, binbir sorun yumağı içinde kafası karışmış, canı sıkılmış, son günlerin tırmanan terör ortamında morali bozulmuş onmilyonlarca vatandaşımıza mutluluk yaşatmanın ötesinde. Konunun gözle görülmez bambaşka bir yanı var: Türkiye, son zamanlarda içe kapanma baskısı bir yana, Ortadoğu coğrafyasının sorunlu labirentlerine doğru savruluyor. Türkiye’nin Avrupa kulvarlarında görüntüsü giderek azalıyor. Önümüzdeki yıl, eş zamanlı olarak, Avusturya ve İsviçre’de yani Avrupa’nın coğrafi anlamda ta orta yerinde, yüreğinde düzenlenecek olan Avrupa Futbol Şampiyonası Finalleri, “Avrupa’daki Türkiye görüntüsü”nün belirginleşmesi için önemli bir fırsat. Neredeyse şart.
Euro 2008, düzenlendiği tarihte, futbolun dünyadaki yeri, önemi ve değeri bakımından sadece Avrupa’da değil, dünyanın her yerinde milyarların ilgisini çekecek. Avrupa’da yaşayan yüzbinlerce Türk, finallere katılması halinde, Avusturya ve İsviçre’yi sallayacaklar.
Bütün bunların elde edilebilmesi için, Cumartesi gecesi, Norveç’le Oslo’da oynayacağımız “kader maçı”nı kazanmamız gerekiyor. Kazanmamız. Beraberlik bile kifayet etmeyecek...
*** *** ***
Milli Takımımıza büyük bir inançla Oslo’dayız. Bu inancın çeşitli nedenleri var. Denizleri geçip, derelerde takıldık. Örneğin, son Avrupa Şampiyonu, Euro 2004’ü kazanan Yunanistan’ı hem de Atina’da 4-1 yendik; ardından Malta ve Moldova gibi futbol cücelerine takıldık. Öyle olunca, elimizi kolumuzu sallaya sallaya gidebileceğimiz Avusturya-İsviçre’deki Euro 2008’e katılabilmek için, Kuzey Denizi’nin buzlu sularına kadar tırmanmamız, Norveç’i, bu gece mutlaka yenmemiz gerekti. Kolayı beceremeyen ama en zorun altından mucizevî biçimde kalkmayı başardığını kanıtlamış bir ulusa sahip olduğumuz bilinci, Norveç maçına ilişkin inancımızı arttırdı.
Bu inancı besleyen ikinci ve “futbol tekniği”ne daha uygun düşen neden ise, Milli Takım’ın, uzun zamandır, ilk kez Milli Takım’a benzeyen bir kadro yapısına kavuşması. Bu, Fenerbahçe ağırlıklı bir Milli Takım. Fenerbahçe, bu yıl Avrupa futbol kulvarlarında, “Dünya Futbolunun Birinci Mevkii” sayılan Avrupa Şampiyonlar Ligi’nde Türkiye’nin yüz akı.
Gerçekçi olursak, Brezilyalı, dünya çapında bir futbol adamı olan Zico’nun teknik direktörlüğünü yaptığı Fenerbahçe takımında, Roberto Carlos, Alex, Edu Dracena, Marco Aurelio ve Wederson, Brezilyalı oyuncular. Lugano, Uruguaylı ama Brezilya (ve aynı zamanda Güney Amerika Şampiyonlar Ligi Copa Libertadores’i) kazanmış olan Sao Paulo takımından gelme. Ganalı Stephan Appiah ve Sırp Mateja Kezman gibi oyunculara sahip.
Bu takımdan Türk Milli Takımı’nın iskeleti çıkar mı?
Çıkar. Takımın Türk futbolcuları, Volkan Demirel, Gökhan Gönül, Semih Şentürk, Deniz Barış, Milli Takım’a çağrıldı. Ayrıca, Mehmet (Marco) Aurelio da, TC vatandaşı olduğu için Milli Takım formamızı giyiyor. Bunlara ek olarak, geçen yıla dek Fenerbahçe’nin “pozitif enerji trafosu” olan, şimdi İngiliz liginde oynayan Tuncay Şanlı var. Bir de Denizlispor’lu Yusuf Şimşek, 32 yaşında ilk kez milli kadroya davet edildi ve muhtemelen Oslo’da oynayacak.
Yusuf Şimşek, 2000-2001 sezonunda Fenerbahçe’nin şampiyonluğu ile biten ligin “kader maçı”nda Galatasaray’a ve yine ligin son maçında Samsunspor karşısında galibiyet golünü kaydederek, “Fenerbahçe’nin unutulmazları” arasına ismini yazdıran bir futbolcu.
Yani, şunu demek istiyorum, Oslo’da Norveç karşısında sahaya çıkacak olan Türkiye Milli Takımı olduğuna göre, Fenerbahçe’nin Türk oyuncularını koyun takıma; Brezilyalı, Uruguaylı, Ganalı, Sırp oyuncularının yerine ise Bayern Münich’li Hamit Altıntop’a, İspanya’da Villareal’de forma giyen Nihat Kahveci’ye, bu yıl Türkiye Ligi’nin en tepesine oturan, Fenerbahçeli Bülent Uygun’un çalıştırdığı Sivasspor’da oynayan Mehmet Yıldız’a ve solbek konumunda Hayrettin’e, oyun kurucu rolünde Denizlispor’lu Yusuf Şimşek’e forma verin, Milli Takım tamamdır. Tabii, Galatasaraylı (eski Fenerbahçeli) Servet Çetin ve Beşiktaşlı genç yetenek İbrahim Kaş’ı da ekleyin, işte size başarıyı getirecek Milli Takım.
Takımın başında Teknik Direktör olarak, Türkiye’nin uluslararası plânda en etkileyici ismi, Avrupa Şampiyonu Milan’ı ve UEFA Şampiyonu Galatasaray’ı çalıştırmış olan Fatih Terim’in (biliyorum Galatasaraylı) bulunması da ayrı bir güvence.
Fatih Terim, ne denli eleştirilirse eleştirilsin, “özel” bir “kişilik”tir. Derelerde boğulma tehlikesi geçirse bile, fırtınalı denizlerin ehil kaptanıdır o. Bu maç, onun “kariyeri” için de “kader maçı.” Bu gerçek de, Oslo’da Milli Takım’a güvenmemiz ve inanmamız için bir başka neden.
*** *** ***
Futbol’u dünyada bu kadar popüler yapan, başka hiçbir “yarışmacı dal”da bulunmayan “demokratik özelliği”dir. Her futbol meraklısı, her futbol seyircisi, kendiliğinden birer teknik direktör, hem de sanki birer oyuncudur. Herkes, sonsuz bir “ukâlalık özgürlüğü”nden yararlanır. Takım kurar, taktik verir. Futbolculara sinirlenir, “o topa öyle vurulmaz” diye hayıflanır, “bu da kaçar mı”, “bu gol de yenir mi” diye sızlanır.
Hiç kimse, “Sıkıysa sen oyna; sen topa vurmasını biliyor musun; geç kaleye o topu sen tutabilir miydin” bakalım diyerek, böyle tepkilere karşılık veremez. Bu “ukâlalık özgürlüğü”, futbolun doğasında vardır, bir veridir. Futbol, o yüzden “herkese ait” bir spor dalıdır.
Bu yüzden, ben Milli Takım’ı çoktan kurdum bile. Sağ kanadım belli: Gökhan Gönül-Hamit Altıntop. Her ikisi de atağa kalkabilen savunma oyuncuları. Biri atakta iken, diğeri arkasını güvene alır. Bizim takımın, Norveç’te hücum oynaması gerektiği için, bunu yapabilecek en iyi ikiliyi buldum. Kalede zaten Volkan Demirel var. Forvet arkasında teknik ve iyi ara pası atacak Yusuf Şimşek. Deniz Barış ve Mehmet Aurelio’yu Fenerbahçe’de başarıyla oynadıkları çift ön libero olarak oynatırım.
İri, yapılı ve dolayısıyla ağır Norveç defansına karşı, yerden, hızlı paslarla takımı oynatmayı düşünüyormuş Fatih Terim. Aynı kanıdayım. Böyle oynamak gerekiyor. Futbolcu tercihleri de buna göre yapılacak demektir. Nihat Kahveci’nin yanında Mehmet Yıldız mı, Semih Şentürk mü, Fatih Terim gibi benim de kafamı kurcalıyor.
Savunma göbeği ve ilerde oynayacak isimler konusunda benim kafam da Fatih Terim kadar karışık. Maç saatine kadar, çözeriz..
Savunma göbeğini, Fatih Terim’e bırakıyorum. Ki, maç sonucuna göre, öveyim (ben de böyle düşünmüştüm diyebileyim) ya da işler kötü giderse, eleştirebileyim.
Bu arada, bu takım dizilişinin 11 sayısını aşacağını, hem çift ön libero, hem de çift forvet oynanamayacağının farkındayım. Dedim ya, maç saatine dek bir “çözüm” buluruz diye.
Önemli olan sonuç; Oslo’ya boşuna gelmedik. Kazanacağız...
Paylaş