Paylaş
New England, Amerika Birleşik Devletleri'nin kuzeydoğusundaki Massachusetts, New Hampshire, Vermont, Rhode Island, Connecticut
ve Maine eyaletlerini kaplayan coğrafya için kullanılır.
New England sonbaharının güzelliğini, –tam da mevsimi- ağaç yapraklarının yeşilden, sarıya, kızılın her tonunun pastel bir renk cümbüşü ile nasıl boyandığı, yerlerde çoğunlukla çim zeminlerin üzerinde nasıl eşsiz doğa tabloları çizdiğini Amerikan edebiyatından haberdar olanlar bilirler.
New England, Ralph Waldo Emerson'dan Emily Dickinson'a, ondan Robert Frost'a Amerika'nın ünlü şairlerine ilham kaynağı verdi. Mark Twain'den John Updike'e Amerika'nın en büyük romancıları orada yaşamayı seçti. En önemli eserlerini orada kaleme aldı. New England'ın eşsiz ve pastel renk cümbüşlü sonbaharlarının yazı adamlarına müthiş bir ilham kaynağı oluşturduğu kuşkusuzdur.
New England'ın hem en eski, hem de en büyük şehri Boston yine yılın en başdöndürücü görsel doğa şölenindeydi. Boston deyince Charles nehrinin karşı kıyısındaki Harvard ve MIT'in ((Massachusetts Institute of Technology) yer aldığı Cambridge ile birlikte düşünüldüğünde bile nüfusu 1 milyonu tam bulmayan bir şehirden söz ediyoruz. Boston 600 bin, Cambridge 100 bin nüfuslu.
Bölge, Çin ve Hindistan'ın ardından dünyanın en kalabalık ülkesi olan Amerika Birleşik Devletleri'nde seçmen kitlesi anlamında önemli bir yer tutmuyor ama gerek Amerika'nın, hatta gerek dünyanın en önemli eğitim kurumlarını barındırması ve Amerikan siyasetin her dönemde vurduğu güçlü damga nedeniyle önem taşıyor.
New England'da ilk kurulan eğitim merkezi o vakit Harvard College adını taşıyan bugünkü anlı şanlı Harvard. İşin ilginç yanı, kuruluş amacı, en başında "hatip" (preacher) yetiştirmekmiş. Yani, bir nevi bizdeki İmam-Hatip okullarının Amerikan versiyonu…
Harvard'dan başka 19.Yüzyıl'da ilk kez doktora veren üniversite olarak tarihe geçen Yale, ayrıca kuruluş sırasına göre yedinci, her dinden öğrenci almayı kuruluşundan beri uygulamasıyla liberal gelenekte birinci Brown Üniversitesi, İngiliz göçmenlerin yanısıra kızılderililere de yüksek öğrenim sağlamak için kurulmuş olan Dartmouth College da, New England'da. Dünyanın bugün bir numaralı yüksek öğrenim merkezi olan Amerika'nın Ivy League adı verilen en eski 8 üniversitesi ya da kolejinin yarısı New England'a ait.
Ivy League dahil olmasa da MIT, Tufts University, Boston University, Boston College bu bölgede. New England'a Amerika'nın "entelektüel trafosu" demek yanlış olmaz. New England ve şehir olarak New York…
Gözlerim sonbaharın Boston'a sunduğu renk cümbüşünde, şehirden ayrılırken beni geçiren Amerikalı dostum, Cambridge'i Charles nehri üzerinden Boston'a bağlayan köprüden geçerken şehri işaret ederek, "Obama'nın burada oy oranı yüzde 67. Burası "mavi eyalet". Değişmez. Bakalım, "battleground states"de, "kırmızı eyaletler"de ne olacak. Neyse ki, şu sırada Obama bazılarında önde gidiyor" dedi…
*** *** ***
Seçim dönemi Amerika'sında bu kavramlar günlük konuşma dilinde. "Battleground states" yani "muharebe alanı eyaletler". "Mavi eyaletler", "kırmızı eyaletler"…
Battleground states yani "muharebe alanı eyaletler" şu sırada kırmızı eyaletler ile eş anlamda kullanılıyor. Mavi eyaletlerde sorun yok. Mavi eyaletlerden kasıt, bundan önceki Başkanlık seçimlerinde Demokrat adayın Cumhuriyetçi adaydan fazla aldığı, yani "Demokrat" eyaletler.
Kırmızı eyaletler ise epey bir süredir Başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçi adayların üstünlük kurduğu eyaletler.
Peki bunlar niçin "battleground states" ya da "muharebe alanı eyaletler"?
Çünkü, seçimin kaderini belirleyecek olan bunlar. Barack Obama'nın düşürmek için zorladığı kaleler. Kimisinde şu anda önde gidiyor. Seçim kampanyasının bu son haftasonunda, adaylar tüm enerjileriyle buralara yükleniyorlar. Birisi George W.Bush'a seçim kazandıran Cumhuriyetçi kalelerini korumak için, diğeri o kaleleri düşürüp Beyaz Saray kalesini zapt etmek için.
Bush, 2004 seçimlerinde John Kerry'ye (Boston'lu) seçimi kazandığı vakit, Amerika'nın büyük bölümünü, özellikle orta bölge eyaletlerini koyu kırmızı renge boyamıştı. Ama oy oranı yüzde 51 civarındaydı. Yeni yönetimde üst düzey görev bekleyen bir Demokrat aktivist, bana "Unutmayalım, Bush, seçimi Ohio'yu alarak kazandı" dedi.
Ohio, "mavi yakalılar"ın çok bulunduğu eyaletlerin başında. Bir bakıma "işçi sınıfı eyaleti" denebilir. Amerikan ölçüleriyle sağcı-muhafazakar John McCain ile sol-liberal Barack Obama, Amerikan işçi sınıfını kazanmak için amansız bir mücadele içindeler.
İşçi sınıfı, Amerika'da da, genellikle başka yerlerde olduğu gibi, sağ-muhafazakar adaylara eğilimli. McCain ve Cumhuriyetçiler, özellikle beyaz Amerikalı işçilere yoğunlaştı.
Amerika'da siyahların nüfusa oranı yüzde 12. Gelir dağılımında, siyahlar genel anlamda skalanın düşük tarafındalar. Obama'nın cilt rengi, kendi zihin kalıpları ne kadar beyaz ve New England ölçülerine tümüyle uygun olsa da, kendisine siyah oylar nezdinde büyük avantaj elde etmişe benziyor.
Kiminle konuşsanız, siyahların Obama'ya kitle halinde oy vereceğinden en ufak bir kuşkusu yok. McCain'in de olmamalı ki, yüzde 12'lik nüfus oranının seçmen kitlesini gözden çıkarıp, beyaz işçileri kazanmaya veya elde tutmaya çalışıyor.
Ohio, bu nedenle bir "muharebe alanı eyaleti". Ohio'dan başka neresi var?
Başta Florida, ardından Virginia, North Carolina, Missouri. Bu eyaletlere New Mexico ve Nevada'yı, hatta Indiana'yı ekleyenler de var. Aralarında en önemlisi Florida. Çünkü kalabalık ve dolayısıyla çift dereceli Amerikan seçim sisteminde Başkan'ı belirleyecek Electoral College'a göndereceği üye sayısı önemli.
Bilindiği gibi, Amerikan Başkanlık seçimleri aslında Senato ve Temsilciler Meclisi sandalye sayılarının toplamı olan 539 kişiden oluşan Seçim Koleji'ni (Electoral College) seçme seçimi. 270 üye hangi taraftan ise Başkan belirlenebiliyor. İşte tam da bu yüzden 2000 seçiminde Demokrat aday Al Gore, ülke çapında aritmetik olarak George W.Bush'tan daha fazla oy aldığı halde, Florida'ki seçimin kilitlenmesinden ötürü Electoral College'da 270'i bulamamıştı.
George W.Bush'un yerine Al Gore seçilmiş olsaydı, 2001 yılındaki 11 Eylül'ün yine olacağını varsaysak bile, dünya son sekiz yılda aynı olur muydu? Afganistan'dan Irak'a, birkaç ay önce patlak veren ve 1929'dan bu yana dünyanın en önemli mali krizine yaşananlar aynı şekilde yaşanır mıydı?
Bugünden geriye bakıldığında, 2000 yılındaki Florida oylarının meğerse dünyanın gidişatını belirleyecek önem taşıdığını söyleyebilecek durumdayız. Süperdevlet olmak böyle bir şey zaten. Ülkenin bir eyaletindeki seçmen tercihlerinin, dünyada nerede olduğunu bilmedikleri ülkelerin en ücra köşesindeki insanların kaderini etkileyebilmesi hali.
*** *** ***
Tam da bu nedenden olmalı, Demokratlar Florida'da müthiş bir gösteri yaptılar. Barack Obama, 42. Amerikan Başkanı Bill Clinton ile birlikte, Orlando şehrinde binlerce kişinin önüne çıktı. Amerika'nın son Demokrat, üstelik sıradan halk nezdinde son derece popüler olan Başkanı Bill Clinton, karısı Hillary ile tutuştuğu amansız adaylık mücadelesinde rol alarak belden aşağı vurduğu Barack Obama'yı bu kez "Geleceğin Başkanı" olarak takdim etti. Yani, halk önünde ona kefil oldu.
Florida, George W.Bush'un kardeşi Jeb Bush'un valilik yaptığı, ülkenin nüfus sayısı bakımından en önemli birkaç eyaletinden biri. Demokratların, Florida'yı düşürmelerinin kendileri (ve galiba dünya da) açısından hayati önemi var.
Florida gibi 1960'lardan, 1970'lerden beri Demokrat adayları teveccüh göstermemiş Virginia ve North Carolina gibi kırmızı eyaletlerde yani "muharebe alanı eyaletler"de anketler Obama'yı açık ara önde gösteriyor. Dahası, Obama, McCain'in eyaleti Arizona'da da rakibini zorluyor. New Mexico ve Nevada'da küçük marjlarla önde gibi. Missouri'de büyük çekişme var.
Buna karşılık, McCain de "kontratak" ile, geleneksel bir "mavi eyalet"e, yine büyük eyaletlerden biri olarak belirleyici önem taşıyan Pennsylvania'ya yüklenerek, neredeyse orayı da bir "muharebe alanı eyaleti"ne dönüştürdü. Obama, şu sıra Pennsylvania'da McCain'in yüzde 41'ine karşılık yüzde 56 ile önde.
Pennsylvania düşerse, Demokratlar can evinden vurulur, "Beyaz Ev"in kapıları aralanabilir düşüncesinde olmalı McCain.
Adayların Atlantik-Pasifik arasında, iki büyük okyanusun parantezi içinde eyalet sınırları çizildiğinde bir satranç tahtasına benzeyen Amerika Birleşik Devletleri yüzeyinin her karışında sürdürdükleri muharebelerin, yürüttükleri "İmparator kim olacak?" savaşının "karargah" tercihleri de ilginç. Barack Obama'nın karargahı, kendi seçim bölgesi olan Chicago şehrinde. McCain'inki memleketi Arizona'da değil nedense.
Beyaz Saray'ı tam karşı yönden gören, Washington şehrini Virginia eyaletinden ayıran Potomac nehrinin öte tarafında Arlington'da. Arlington, metro hattında Pentagon'un yanıbaşındadır. Pentagon'da görevli birçok subay, yakınlığı nedeniyle başkentin banliyösü bile sayılmayan Arlington'da otururlar.
McCain'in aynı zamanda Amerika'nın en önemli "askeri mezarlığı"nın (bizdeki Şehitlik'in Amerikan karşılığı) bulunduğu Arlington'a karargahını kurmuş olmasının, Arlington'un karşı kıyıdaki Beyaz Saray'a bakıyor olmasının öylesine bir tercih, bir rastlantı olmadığı düşünülebilir.
Unutmayalım, Cumhuriyetçilerin bu seçimdeki sloganı "Country First". Yani, "Önce Vatan"!
Demokratlarınki ise "Change" ve altında daha küçük puntolu harflerle "We Need". Yani, "Değişim". Altındakiyle birlikte okunduğunda "İhtiyacımız Değişim" …
Değişim ve Önce Vatan…
Boston'da beni havaalanına götüren Amerikalı dostuma, "Bu 'Önce Vatan' sloganı biraz militarist bir çağrışım yaratmıyor mu Allah aşkına?" diye soracak oldum, kestirdi attı: "Faşist"!
Orası Boston. New England'ın havası başka. Bakalım "derin Amerika" ne alemde?
Unutmadan, seçime 72 saat kala son hesaplara göre, Obama, Başkan seçilebilmesi için 270 gerektiren ikinci seçmenlerin 291'ini elde etmiş gözüküyordu…
Paylaş