Paylaş
42. Sokak'ta Amerika'nın sinema tarihinin en önemli nice filminin unutulmaz sahnelerinin geçtiği, ülkenin tarihi tren istasyonu Grand Central'ın önü iş çıkış saatlerinde hep olduğu gibi hızlı adımlarla her yöne hareket eden insanlarla dolu.
Tipik bir New York sonbaharı. Ara ara şiddetini artırarak, kah çiseleyen kah ahmak ıslatan cinsinden yağan yağmurla ıslak bir New York akşamüstüsü. Kaldırımlar, yağmurun yapıştırdığı güz yapraklarıyla kaplı. Rüzgar, ıslak yaprakları havalandırıyor. Grand Central'in önünde bir isimsiz ademoğlu olarak, içinde figüran olarak rol aldığım bir film setindeymiş gibi dalmış etrafı seyrediyorum.
New Yorklular, avaz avaz "New York Times" satan siyah gazete satıcısından gazetenin "son baskısı"nı alıyorlar. Barack Obama'nın seçildiğinin ertesi günü, aynı gazeteyi sürekli satın almak yerine getirilmesi gereken bir ayin sanki.
Gazeteyi satın almak üzere uzanıyorum. Siyah gazete satıcısının elinde iki gazete kalmış. Bir genç kadın ikisini birden, benden önce atılıp alıyor. Siyah gazete satıcısı, "Bekle, şimdi getiriyorum" diyerek Grand Central'ın köşesine koşuyor. Ardından seğirtiyorum. Köşeyi döndüğümde, New York'un o kaotik, pasaklı manzaralarından biri. New York Times balyaları bir dağ gibi duvarın dibinde yükselmiş. Peynir ekmek gibi Grand Central'in önünde satılan gazetenin cephaneliğini andırıyor.
Siyah gazete satıcısı, kutsal bir görev yerine getirir bir yüz ifadesiyle, balyalardan birinin arasından çektiği gazeteyi elime uzatıyor. "İki dolar" diyor, oysa gazetenin üzerinde "1.5 dolar" yazıyor. Böyle bir günde bir siyah 50 cent için kırılmaz. İki tekliği sevimli siyahın eline sıkıştırıp, New York Times'ı alıyorum. Manşet, kalın siyah puntolarla kocaman bir tek sözcük: Obama.
Altında sekiz sütun boydan boya "Racial Barrier Falls In Decisive Victory" yazıyor. "Irk Engeli Kesin Zaferle Yıkıldı"... Benzer sözcükleri yol boyunca, Washington'dan New York'a gelene dek, Baltimore'dan, Wilmington'dan, Philadelphia'dan trene binenlerin elinde gördüğüm değişik gazete manşetlerinde gördüğümü hatırlıyorum.
*** *** ***
New York, bu büyük ülkenin en demokrat, en liberal ve en siyah şehirlerinden biri. Obama'nın "Amerikan Başkanı" sıfatını muhteşem bir demokrasi yürüyüşü sonunda elde etmesiyle, New York'un siyahlarının havası mı, değişti, yumuşak başlı, efendi, vakur, iktidardan kendilerini sorumlu insanlar haline mi dönüştüler, bana mı öyle geliyor bilmiyorum.
Ama Penn Station'da trenden indikten 7. Cadde köşesine kadar valizimi taşımama gönüllü bir heyecanla yardım eden siyah hamal, nereli olduğumu sorup öğrendikten sonra, Türkiye'de yaşayan bir insanın Obama'nın seçilmiş olmasından mutlaka çok mutlu olacağına hükmederek, elinde kitaplarla ağırlaşmış valizimi bir evrak çantası taşıyormuşçasına rahatlık içinde, birdenbire Obama'dan söz etmeye başlıyor.
Grand Central'in elimde "Obama'nın ırk engellerini yıkarak kesin zafer kazandığını" manşete çekmiş gazetemle, şehrin güney yönündeki randevuma, West Village'a yollanıyorum. Buluştuğum kişi, New York'ta yaşıyor. Yağmur altında hızlı hızlı yürümekteyken, bir dükkanın önünde duruyor, bir dakika beklememi rica edip içeri giriyor. Çıktığında "Bu şehre bugün bir şey oldu" diyor gülerek. "Sabahtan beri insanlar birbirlerine öyle sevecen, öyle nazik davranıyor ki, hiç böyle bir günü görmedim bugüne kadar..."
Bu da beyaz New Yorkluların davranışları.
Amerika'yı şu günlerde içinden seyretmeden, Obama seçiminin ne anlama geldiği, dünyanın krizler içinde sarsılan, sarsıldığı ölçüde tüm dünyayı da hasta eden bu en güçlü ülkesine nasıl muazzam bir pozitif enerji zerkettiğini anlamak çok kolay olmayabilir.
George W.Bush'un siyah Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın duygu dolu bir havada, titreyen bir ses tonuyla, Obama'nın Başkan seçilmesinden "bir Afrikalı-Amerikalı olduğu için özellikle gurur duyduğunu" söylemesini nasıl anlamalı?
Amerika'nın ilk siyah Dışişleri Bakanı, ilk siyah Genelkurmay Başkanı Colin Powell'ın Obama'nın Başkan seçilmesine ilişkin düşüncelerini ifade ederken, onun "Amerika'nın ilk Afrikalı-Amerikalı Başkanı" olduğunu söylediği anda, boğazına oturan yumruyu, gözlerine hücum eden yaşları, konuşmasına devam edemeyerek, "Çok duyguluyum" dediğini televizyon ekranında, Rice'ı gördüğüm gözlerimle gördüm.
Nice savaştan geçmiş, savaş kararı almış; aynı zamanda dünyanın en güçlü ülkesinin diplomasisine dört yıl süreyle hükmetmiş bu adamın yüreğinin böylesine titremesinin satırlarla anlatılamayacak derinlerle anlamları bulunmalı.
Duyguların ötesine geçip soğuk rakamlara göz atmak da çok şey anlatıyor. Amerika'da tüm dünyayı zamanla ama kuvvetle etkileyecek "değişim ivmesi"ni, yeni dinamikleri işaret ediyor.
*** *** ***
Obama, beyaz oyların yüzde 44'ünü, McCain yüzde 54'ünü aldı. Siyah oylarda oran, yüzde 96'la 3. Hispanik denilen Güney Amerika kökenli oylarda ise ki, 2004 seçiminde oylarının büyük bölümü George W.Bush'a gitmişti- Obama yüzde 67'ye 30 müthiş bir üstünlük sağlamış durumda.
Erkek oylarında Obama yüzde 50, McCain yüzde 48. Kadın oylarında ise ara açılıyor. Obama yüzde 56. McCain yüzde 42.
İlk kez oy verenlerde, yüzde 70'e yüzde 30. Yaş grupları ise en çarpıcı, en çok şey anlatanı. Obama'nın McCain'e attığı en büyük fark, 18-29 arası yaş grubunda. Yüzde 68'e yüzde 30!
Bu oranlar, 30-44 yaş grubunda yüzde 54'e 44; bir sonraki grupta 45-64 grubunda 51'e 48. 65 yaş üzerindekilerde durum değişiyor. McCain'in kuşağında (bizde Deniz Baykal'ın kuşağına tekabül ediyor) oran yüzde 54'e 44 McCain'in lehine.
McCain, beyaz erkeklerde de yüzde 56'ya 42, beyaz kadınlarda ise yüzde 52'ye 47 önde. Önde olduğu bir başka grup Beyaz Protestanlar. Hem de büyük farkla. Beyaz Protestanların, yüzde 64'ü McCain, yüzde 35'i Obama demiş. Oysa Katolik oylarında Obama yüzde 53'e 45 üstünlük sağlamış.
Emekli askerler yine bir ilginç McCain başarısı. Yüzde 45'e 54 ile o grupta önde.
Obama, tüm eğitim düzeylerinde McCain'in önünde. En büyük farkı, yüksek öğrenim sonrası, yani yüksek lisans ve doktora gibi derecelere sahip grupta atmış. Bu grubun yüzde 60'i Obama, yüzde 38'i McCain demiş.
Gelelim, oyların "siyasi felsefe"ye göre dağılımına. "Liberal" olarak tanımlananların yüzde 89'u Obama, yüzde sadece 9'u McCain. Amerika'da "sol"un "liberal" kavramı içinde görüldüğünü de hatırlatalım. "Merkez"in yüzde 61'i Obama, yüzde 38'i McCain diyenler. "Muhafazakarlar"da oranlar değişiyor. Yüzde 78 McCain, yüzde 20 Obama. (Bizdeki Ak Partililer, Obama-McCain konusunda kendilerini 'merkez' mi, 'muhafazakar' mı sayıyorlar acaba?)
Grand Central'in önünden 50 cent kazık yiyerek aldığım New York Times gazetesinde okuduğum yazılardan birinde şöyle yazıyordu:
"Senatör Barack Obama, başkanlık için ilk Afrikalı-Amerikalı aday, bugüne kadarki Demokrat adayların tümünden daha fazla desteği elde etti. Bu destek, içlerinde Cumhuriyetçileri destekleme alışkanlığında olanlar da dahil, en geniş nüfus gruplarını kapsıyor. Obama, kadınların, bağımsız seçmenlerin, siyasetin ılımlı unsurlarının, Hispaniklerin, Afrikalı-Amerikalıların, gelir gruplarının ve eğitim düzeylerinin tümünün çoğunluğunu içeren bir koalisyon kurdu."
Bir başka yerde de şu satırlar gözüme çalındı: "Yeni bir siyaset çağına giriyoruz çünkü ülkede meydana gelmekte olan değişiklikler sadece siyasetle ilgili değil. Bunun çok ötesinde., 20. yüzyılda karşılaştığımız sorunlardan çok farklı olan ve yapısı itibarıyla çok 21. yüzyıl olan yeni bir yönetim gündeminin ortaya çıkışı söz konusu. Bir yeni teknoloji ve medya ortamı var ve Amerikan tarihinin en derin demografik değişiminden geçiyoruz. Obama seçimi çok 21.yüzyıl olan bir koalisyon ile kazandı."
Obama'ya tam da bu nedenle, gelecek umudunu temsil ettiği, "21.yüzyıllı" olduğu için kanımız ısındı.
Amerika; dünyanın en güçlü devleti, tek imparatorluğu, dünyaya kan kusturmanın yanısıra demokrasinin, özgürlüğün ve umudun ülkesi, 4 Kasım 2008 gecesi 21. yüzyıla girdi.
Paylaş