Paylaş
Ortada “Newroz Bayramı kutlamaları” yok. Kürt sorununun kangrenleşmesi doğrultusunda, kitlesel boyutta çatışmalar var.
Batman’da Ahmet Türk, hastaneye kaldırıldı. Mersin’de Ertuğrul Kürkçü’nün polis tarafından darp edildiği bildirildi. Depremzede Van, Bitlis, Cizre, Nusaybin, Viranşehir, Iğdır, Patnos, Bulanık, Tutak ve daha sayılamayacak kadar yerde olaylar.
Nevruz’un meydanlarda kutlanmasına niçin izin verilmez? Son yıllarda hiç olay çıkmamış olduğu halde, bu yıl niçin izin verilmez.
İktidar, Kürt sorununa “güvenlikçi” bir yaklaşımı benimseyeli ve “devletin gücünü gösterme”ye öncelik vereli beri, PKK-BDP hattının “operasyonel gücü”nün büyük darbe aldığı ortada. Bu, darbe, esas olarak, KCK operasyonları üzerinden verildi. Binlerce kişi tutuklu. Bu kişilerinin ezici çoğunluğu BDP’li.
BDP, “operasyonel” anlamda güç kaybetmiş olsa da, özellikle bölgedeki Kürt halkı nezdinde güç kaybetmiş olduğu çok şüpheli. İktidarın, Kürt sorununa yönelik olarak benimsediği “güvenlikçi yaklaşım”ın, Kürt halkındaki karşılığının ne olduğunun en çarpıcı göstergesi Nevruz gösterileri olacaktı.
İktidarın, Başbakan’ın konuşmalarından “danışman”larının medya üzerinden yürüttükleri “polemik bombardımanı”ndan anladığımız, BDP’nin –daha doğru bir saptamayla PKK’nın- Kürt halkı üzerindeki “baskısı”nı kırmak ve böylece Kürtleri “özgürleştirmek” politikası gütmekte olduğu idi.
Bu aslında “Kürt kardeşlerimiz”e “sevgi dolu” politikanın “Kürt kardeşlerimiz” tarafından nasıl algılandığını Nevruz’da görüp anlayacaktık.
BDP, kolu kanadı kırık bir örgüt haline zaten getirilmiş durumda. Acaba, Kürt halkı nasıl “reaksiyon” verecekti.
Duygusal kopuş...
Nevruz kutlamalarının onbinleri meydanlara dökeceği sezildiği için, izin verilmedi. İktidarın “güvenlikçi yaklaşımı”nın iflasının “belgelenmemesi” istendi. Onun için izin verilmedi.
Ne oldu?
Onbinlerce kişi, engellemelere rağmen, meydanlara fırladı. Polisi, Kürt kitlelerinin karşısına dikmek, çatışmayı, ölümleri, yaralanmaları, kitlesel tutuklamaları, ister istemez, beraberinde getirdi.
2012 yılın Nevruz’u, Kürtlerde, Türkiye Kürtlerinin hatırı sayılır bir bölümünde “şiddet kültürü”nü besledi. Ülkenin “Türk kesimi”nde ise, İstanbul’da tahrip edilen otobüsler, otobüs durakları, tramvaylar, otomobiller, vs. görüntüleri, Kürtlere ilişkin “tehlikeli duyarsızlık”ın katsayısını daha da arttırdı.
Güneydoğu dün onbinlerce insanı içine alan çatışmalarla sarsılırken, milletvekilleri hastaneye kaldırılır, güvenlik güçleri tarafından tartaklanırken, neredeyse hiçbir televizyon ne olaylar haberlerini, ne görüntülerini haber bültenlerinin en üst sıralarına taşımadı.
“Duygusal kopuş” denilen de böyle böyle derinleşiyor zaten. Kürtlerin derinleşmekte olan sıkıntısı “haber değeri”ni yitirip, giderek “duyarsızlık duvarı”na tosladığı vakit.
Afganistan şehit olan, tüm ülkenin doğal olarak yüreğini burkan 14 askerin hüzün verici cenaze törenlerini izledik dün. “Afganistan şehitleri”nin ülkemizin değişik şehirlerindeki cenaze törenlerini tüm ülke izledi.
Ama ülkenin büyük bölümü, onbinlerin katıldığı, ülkenin bir başka bölümündeki cenaze törenlerinden hiç haberdar olmuyor. Çırağan Sarayı’nda Pazar gecesi düzenlenen “Nevruz kutlaması”da bir Diyarbakırlı dostum, “İzin verldiği zaman, bölgede PKK’lı cenaze törenlerine onbinlerce kişinin katıldığını, cenaze kortejinin en önünde cübbeli din adamlarının yürüdüğünü” anlattı bana. İktidarın “Zerdüştçü” ithamlarının, bölgede karşılık bulmaması bir yana, tam tersine etki yaptığını ve PKK’lıların cenaze törenlerinin din adamlarının öncülüğünde, muazzam katılımlı biçimde toprağa verildiğini söyledi.
Türkiye’nin dörtte üçü, dörtte birindeki “duygu ortamı”ndan haberdar olmuyorsa, böyle bir “gerçeklik” ortadan kalkmış olmuyor.
Türkiye’nin Kürtleri, kendilerini “kitlesel biçimde”, bir cenaze törenlerinde “acılı” olarak ve bir de Nevruz kutlamalarında “coşkulu” olarak ifade etme imkanlarına sahipler.
Her ikisi de “izne bağlı.”
“İzin” yoksa, “çatışma” var. Çatışma varsa, ölüm, yaralanma, tutuklanma, “baskı ortamı” var.
Gelişmelerin bu hali almasında, BDP’nin payı yok mu diye sorarsanız, cevabım basit: Var. BDP, öteden beri “siyaset üretememe hastalığı” ile malul. KCK operasyonları sonucunda kolunun kanadının kırılmış olması yeterince mazeret değil. “Çatışmacı söylem”e ise büyük yatkınlığı –bilinen ve anlaşılık nedenlerle- mevcut.
Nevruz kutlamalarına “güvenlikçi kafa” ile izin verilmemesi, BDP için “en iyi becerdiği” özelliklerini sergilemesine fırsat sağladı. Bugün, “operasyonel gücü” çok zayıflatılmış olan BDP’nin Türkiye’nin Kürt halkı içindeki yeri, üç gün öncesine oranla çok daha sağlam, güçlü ve yaygındır.
Yasakçı devlet...
“Yasakçı devlet zihniyeti”nin, güvenlik güçleri aracılığıyla ve Nevruz vesilesiyle ortaya koyduğu “şiddet”, aslında BDP ile Kürtler arasında mükemmel bir “tutkal” işlevi görmüştür.
KCK operasyonları ve özellikle Uludere Katliamı ile Kürt halkı arasında, kendisine yönelik “güven erozyonu”nu başlatan ve giderek zayıflayan siyasi iktidarın konumu ise üç gün öncesinden daha da zayıftır.
Ak Parti iktidarı, dün de yazdık, devleti, “özgürlük alanlarını açmak ve genişletmek” yerine “yasakçı devlet zihniyeti”nin “yeni mirasçısı” gibi yönetirse, Kürt sorununu çözmek bir yana, hiç yönetemez hale gelecektir.
Nevruz-Newroz, bir “bayram” ise, kutlaması niçin “devlet izni”ne tabi olsun. “Provokasyon ihtimali” bir gerekçe olabilir mi?
Böyle bir gerekçe, zaten “güvenlikçi kafa”nın üretebileceği bir gerekçedir.
Kaldı ki, “provokasyon olmasın” diye izin verilmeyen Nevruz’da ne oldu?
Onbinlerin meydanlara akması engellendi mi?
Hayır.
Sadece Nevruz, “kutlama”dan çıktı, “çatışma”ya dönüştü.
2012 yılında 1992’ye geri dönmüş olduk.
Halkına Nevruz’u kutlama izni vermeyen bir devlet zihniyeti, Kürt sorununun çözümüne yakın olabilir mi?
Bugün 21 Mart. Bugünü bayram kabul eden Türklerin Nevruz’u, Kürt halkının Newroz’u –herşeye rağmen- kutlu olsun!
Paylaş