Paylaş
Mart ayının bu dönemi, hemen her yıl, Türkiye’de Irak’la irtibatlı gerginliklere zemin teşkil ediyor. İran’da ve yanı başımızda Irak’ın kuzeyindeki Kürtler arasında bir bayram sevinci ve tatil vesilesi olan Nevruz, Türkiye’de “Kürt kimliği”nin kendisini güçlü biçimde vurgulaması ve PKK’nın “gövde gösterisi” haline dönüştürülmesi vesilesi gibi algılandığından, bir “artırılmış askeri ve güvenlik önlemleri vesilesi”.
Bir ara, Nevruz’un Orta Asya’da ve hatta Balkanlar’daki “Türki” toplulukların da bayramı olduğu hatırlanarak Nevruz “Türkleştirilerek” genellenmek istenmiş, başta Türkiye’nin cumhurbaşkanının katılımıyla Orta Asya cumhuriyetlerinin liderleriyle birlikte Antalya’da örse çekiç vurarak Nevruz kutlamaları yapılmıştı. Ama zamanla Nevruz, Türkiye’de yeniden Kürtlere terk edilerek “siyasileşti” ve buna paralel olarak “güvenlik önlemleri” öne çıktı.
Gelen haberlerde, Bolu Dağ Komando Tugayı’nda 5 bin kişilik bir birliğin Şırnak yakınlarında İkizce bölgesinde konuşlandığı, daha önce yine Şırnak’ta Cudi, Besta ve Küpeli Dağı'na birliklerin yerleştirildiği, bölgeye gönderilen helikopterlerin yanı sıra Diyarbakır 2'nci Taktik Hava Üssü’nden kalkan savaş uçaklarının sınırda keşif uçuşları yaptığı bildiriliyor.
Sınırın öte tarafında, yani Irak Kürdistanı toprakları ise önceki günden itibaren tam bir tatil rehavetinde, yetkililer “bayram izni”, halk ise “piknik yapmak”la meşgul.
Bir tuhaf durum. Irak’ın kuzeyinden büyük çapta “güvenlik kaygısı” duyan ülke ile (Türkiye), kaygının kaynağı arasındaki Nevruz ortamı farkı...
Bu arada, Irak’ta savaşın 4'üncü yılı, ABD dahil dünyanın birçok köşesinde “savaş aleyhtarı” ve “anti-Amerikan” gösterilere sahne olurken “Amerikan işgali altında” olduğu ilan edilen Irak’ta fevkalade bir duruma rastlanmadı. Dördüncü yıldönümünün en kayda değer haberi, Saddam döneminin Türkiye’de en iyi tanınan yetkilisi Taha Yasin Ramazan’ın dün sabaha karşı idam edilmesi oldu. Bu nedenden ötürü de Irak’ta yaprak kımıldamadı. Bağdat’ta ve önceki gün Kerkük’te cereyan eden bomba yerleştirilmiş arabalarla girişilen sabotajlar ve bunların aldığı canlar, Irak’ın, dünya medyasının birinci sayfasında artık haber değeri taşımayan günlük ritmik gelişmeleri.
BBC’nin deneyimli muhabiri John Simpson, aradan geçen dört yılın muhasebesini yaptığı ve bugün ile dört yıl öncesini karşılaştırdığı yazısında “Geçen perşembe günü, Bağdat’ın merkezindeki BBC bürosunun da bulunduğu sokağın ucunda bir bomba patladı. Sekiz kişi öldü, 25 kişi yaralandı ve elimizde çok iyi fotoğraflar vardı. Ama bunu bildirmek için Londra’ya telefon etmedim. Bugünlerde, haberlerde yer bulmak ve gazetelerin birinci sayfasında yer alabilmek için çok kişinin ölmesi gerekiyor. Şu ara ortalama rakam 60-70 ve bu rakam ilk sayfa haberi olmuyor. Gazete editörleri buna önem vermediklerinden ötürü değil; bu o kadar sık gerçekleşiyor ki, pek nadiren haber değeri kazanır oldu” diyor.
Oldukça “sinik” gelebilir ama bugünkü Irak’ın daha doğrusu, özellikle başkent Bağdat’ın bir hazin gerçeği de bu. Savaşın dördüncü yıldönümü nedeniyle BBC, Amerikan ABC News, USA Today gazetesi ve Alman ARD televizyonunun ortaklaşa düzenlediği 2000 denek üzerine yapılan bir kamuoyu yoklaması, nereden nereye gelindiğine ilişkin olumsuz bir fotoğraf sunuyor. “Kötümserlik”, Iraklılar arasında yaygınlaşmış. İki yıl önce, durumlarının savaş öncesine göre daha iyi olduğunu söyleyenlerin oranı yüzde 71 iken, bu rakam şimdi yüzde 40’ın altına inmiş.
Aralarındaki tüm farklara rağmen, Şii ve Sünni Arap deneklerin yüzde 58'i, Irak’ın “birleşik” bir ülke olarak kalmasından yana görüş belirtirken tırmanan şiddete karşılık, Irak’ın bir “iç savaş” yaşadığına inanmayanlar çoğunlukta.
ABD’ye güven ifade edenler, yüzde 18’de kalırken Amerikan askerlerine yönelik saldırıları onaylayanların oranı yüzde 51. Ancak yabancı askerler Irak’ı derhal terk etmeli diyenler yüzde 35 iken, “Güvenlik durumu düzeldikten sonra gitsinler” diyenler ise yüzde 63.
Bu arada, 2003’teki savaş öncesine oranla ülkenin durumu daha iyi diyenler, yüzde 38 iken, daha kötü diyenler yüzde 50. En yüksek oran, yüzde 88 ile yaşam kalitelerinin elektrik ve akaryakıt sıkıntısından ötürü bozulduğunu söyleyenlere ait. Bu arada, “güvenlik ortamı”nın, doğal olarak, çok kaygı verici bulunduğu, sadece yüzde 26’lık bir oranın kendini güvenli hissettiğini bildirmesinden anlaşılıyor.
Ne var ki, sorulara verilen cevaplardaki oranlar, “mezhep kimliği”ne göre çok fark ediyor. Saddam’ın idamını onaylamayanların oranı Sünnilerde yüzde 95; onaylayanlar ise Şiilerde yüzde 82. Irak’ın güçlü bir lidere ihtiyacı olduğunu Sünnilerin yüzde 48’i savunuyor. Bu oran, Şiilerde sadece yüzde 11. Sünnilerde “demokrasi gereği”ne işaret eden oran, yüzde 46; Şiilerde yüzde 52. Şiilerin yüzde 37’si ise “İslam devleti”nden yana.
Bu kamuoyu yoklamasının, Bağdat odaklı ve Sünniler ile Şiileri kapsadığını, Kürtleri ise esas almadığını belirtmekte yarar var. Bütün bu soruların cevabı, kuzeyde yapılsa, çok farklı oranların çıkacağı besbelli. Kürtler açısından, “durum 2003 savaş öncesine oranla daha mı iyi, daha mı kötü” diye sorsanız, yüzde 100’e yakın “daha iyi” cevabı alırsınız. “Güvenlik ortamı”na ilişkin soruda da yaklaşık bir oran “memnuniyet” belirtecektir.
Bütün bunlar, bir “ortak Iraklı kimliği” olmadığını, Irak’ın 27 milyon dolayındaki nüfusunda, önceliğin Şii, Sünni ya da Kürt veya Türkmen, Asuri, Keldani vs Hıristiyan kimliğe verildiğini, Irak’ın bütün bunların arasında belli ölçülerde paylaşılan “ortak coğrafya”dan öteye gitmediğini gösterir.
Dolayısıyla savaşın dördüncü yılında, “savaş öncesindeki durum mu daha iyiydi, yoksa şimdi gelinen durum mu” diye genel bir soru sormak anlamsızdır; “Irak halkı” diye başlayan her türlü önerme de. İlk soruyu “Kime göre?” diye bir kez daha formüle etmek, “Irak halkı” denildiğinde ise “Hangi kesiminden söz ediyorsunuz?” diye sormak gerekiyor.
Ülkenin, eski Osmanlı vilayetleri üzerinde İngilizler tarafından oluşturulmasından beri, “iktidar tekeli”ne sahip Sünni Araplar (toplam nüfusun yüzde 17’si) açısından bakıldığında savaş öncesiyle kıyaslanamayacak kadar “kötü durumda” olduğu su götürmez. Ülkenin yüzde 60’lık en büyük kesimi olan Şiiler ise bugünü düne tercih edecek konumdalar.
Yüzde 17-20 arası bir orana sahip Kürtler için ise böyle bir soruyu sormak bile yersiz. Irak cumhurbaşkanı bir Kürt, dışişleri bakanı, başbakan yardımcısı ve çeşitli bakanlar öyle. Adı “Kürdistan” olarak anayasaya girmiş, yasallaşmış bir bölgeye ve o bölgeye hükmeden bir “bölge yönetimi”ne sahipler. Kürtçe, Arapça ile birlikte iki resmi dilden biri. Irak, Kürtler üzerinden bir “federal Irak” olmuş ve Kürtler ilk kez, federal yetki paylaşımı da olsa bir “devlet”e, Irak’ta kavuşmuşlar.
Bundan bir adım ötesi, “bağımsız Kürdistan” ki, o da “jeopolitik nedenler”den ötürü adeta imkânsız ve bugün gelinen noktada gereksiz bile sayılabilir.
Türkiye’den bakıldığında?
Bakmayı bilirseniz, mesele yok. Eğer, Irak Kürtlerini, kendi vatandaşlarının doğal uzantısı, “Türkiye’nin, Türkmenlerin yanı sıra, Irak’taki beşeri devamı” gibi gören bir zihniyetle bakmayı bilirsek, “federal Irak”a, Azerbaycan’a, Türkmenistan’a, Özbekistan’a, Kırgızistan’a, Kazakistan’a baktığımız gibi bakarsak, hatta “coğrafi bitişiklik”ten ötürü bütün bu ülkelerden bile kendimize daha yakın hissedersek, Türkiye’nin savaş sonucunda, dört yıl sonra, tarihinin kendisine tanıdığı en büyük imkânlardan biriyle yüz yüze olduğu sonucuna varırız.
Yani; dört yıl önce, savaş çıktı ve Saddam Hüseyin devrildi diye dövünmeyiz. Saddam’ın Irak’ı, Türkiye’ye bölge kapılarını, bugünkü durum kadar asla açmaz ve açamazdı. “Federal Irak”, Türkiye açısından bakıldığında, Irak’ın “toprak bütünlüğü”nün en gerçekçi “emniyet supabı” ve bugün için “en optimal” Irak.
“Federal Irak”, Saddam türü bir “zalim azınlık diktatörlüğü”ne geri dönülemeyeceği için, Irak’ı, Türkiye’nin en öncelikli konusu olan “toprak bütünlüğü” içinde, bir arada tutabilecek tek “rasyonel” çözüm.
Yani, Kürtler mevcut Irak’a ancak öyle sığabilecek olduklarından ötürü, “federal Irak.” Şöyle de diyebiliriz: Irak’ta Kürtler için iyi olan, Türkiye için de iyidir ve Türkiye tarafından özellikle desteklenmelidir.
Ve bir de Türkiye’de gün gelir de Nevruz’lar, Irak’ın kuzeyindeki gibi kutlanmaya başlarsa, her şey yoluna girmiş demektir...
Paylaş