Paylaş
‘Zina tartışması’ ortaya atıldığında, Türkiye, ‘tam üyelik müzakereleri’nin başlaması için AB’den gün almaya uğraşıyordu. Başbakan’ın ‘muhafazakâr’ zihninden üreyen tartışmanın AB çevrelerinde sıkıntı yarattığı gözlendi ve pragmatizminde sınır tanımadığı izlenimini veren Tayyip Erdoğan geri basmış, ‘zina tartışması’ da kendiliğinden son bulmuştu.
O dönem, Tayyip Erdoğan’ın başbakanlık koltuğuna tam yerleşemediği, iğreti oturduğu ve Türkiye’nin demokratikleşmesinin ‘askeri vesayet’ten kurtarılabilmesi ve AK Parti iktidarının meşruiyet alanını sağlamlaştırabilmesi için ‘AB garanti belgesi’ne ihtiyaç duyulan günlerdi.
Yani, ‘iktidar dürtüsü’, Tayyip Erdoğan’ın fikrini değiştirtmedi ama geri bastırdı. Geri adım attırdı.
Şu andaki tartışma farklı. Tayyip Erdoğan’ın seçime doğru ilerlediği, seçime giderken, ‘şahsi iktidarı’nın güvencesini ülkenin kutuplaşmasında ve böylece kamuoyunun bölünerek, kendi altını sağlamlaştırmakta bulduğu bir dönemdeyiz. Haziran 2011 seçimlerinde elde edilen yüzde 50’lik destek, Tayyip Erdoğan’a yaramadı. Tam tersine, ‘siyasi oyunu’nu yüzde 50-yüzde 50 üzerinden kurgulamayı benimsemesine yol açtı. Yüzde 50 kendine, geri kalan yüzde 50, her renkten geri kalan herkese.
Bu kafa yapısı nedeniyle, Gezi gibi mükemmel bir Türkiye’yi daha geliştirecek bir demokratikleşme fırsatını heba etti. Gezi’ye birlikte sertleşti. Sertleşikçe, dış ve iç politikada ‘mezhepçilik’ten iç politikada ‘kendisi ve diğerleri’ ayrımını yapacak kadar keyfileşti ve otoriterleşti.
Nitekim, son tartışmada, pek özel bir marifeti olmayan danışmanını ve ‘muhafazakâr-dindar’ dünyanın ‘Bülent Abi’si’ni bile açığa düşürmeyi dert edinmedi.
Yıllar öncesiyle bugün arasındaki çok ‘temel fark’, Tayyip Erdoğan’ın ‘muhafazakârlık’ ya da ‘muhafazakâr demokrat’ pozisyon üzerinden hareket etmekten ziyade, şahsi bakış açısını ve yaklaşımını ‘devlet gücü’yle yürürlüğe koyma eğiliminin yansımasıdır.
Yani, ‘zina tartışması’ döneminde ‘devlette yer tutmaya çalışan’ Tayyip Erdoğan’dan ‘devlet’i kendisine ‘hasım bellediği’ herkese ve her şeye karşı kullanma eğilimindeki bir Tayyip Erdoğan’a evrilmiş durumdayız.
Şu son kız-erkek öğrenci yurtları konusunda kullandığı sözcükleri bir kez daha hatırlayalım:
“Bazı yerlerde yurtlar noktasında ihtiyacına cevap veremediğimiz için evlerde kalma noktasında sıkıntı yaşanıyor. Buralarda güvenlik güçlerimize gelen istihbari bilgiler var. Valiliklerimiz bu durumlara müdahale ediyorlar... Buralarda nelerin olduğu belli değil. Karmakarışık her şey olabiliyor. Sonra anneler-babalar feryat ediyor. Muhafazakâr demokrat parti olarak biz buna müdahil olmak zorundayız. Bu ülkede annelerin-babaların kahir ekseriyetinin bu işlere asla müsaade etmeyeceğini bilen insanım. Nerede nasıl seslerin yükseldiğini bilen insanım. Bu işte biz kararlı adım atmaya mecburuz.”
Bu ‘mecburiyet’in kendisini götürdüğü yer neresi olabilir?
Cevabını veriyor zaten; ‘yeni düzenleme’ diyor.
Finlandiya-İsveç-Polonya seyahatine çıkarken, bir genç kadın gazeteci ile yaşadığı ve ülkeye hükmetmek için benimsediği ataerkil-otoriter (diktatör değil, diktatör gibi) tavrı gayet iyi yansıtan şu ibret verici diyaloğu kayda geçirelim:
“Gazeteci- Kız ve erkek öğrencilerin birlikte, tuttukları özel evlerle ilgili mi o bahsedilen adımlar? Yoksa yurt gibi faaliyet gösteren; ancak yasal düzenlemeye sahip olmayan binalarla ilgili mi bu düzenleme?
Erdoğan- İki sorunuza da iki ayrı cevap vereyim. Bir defa kız-erkek karışık yurt olayını biz kapattık. Kredi Yurtlar Kurumu’ndaki düzenlemenin yüzde 75’lik bölümünü tamamlamış durumdayız.
Ev olayına gelince, aynı daireyi kız ve erkeklerin birlikte paylaşma durumları var. Bu konuda pek çok şikâyet aldık. Muhafazakâr demokrat bir iktidar olarak bu konunun çalışmasını yapacağız.
Gazeteci- Efendim, valilikler denetlerken nasıl bir yetkisi var bu evlerle ilgili olarak?
Erdoğan- Bu düzenlemeden sonra gerekli yetkiyi alırlar.
Gazeteci- Bunlar özel müstakil evler değil mi efendim sonuçta? Kişilerin özel evleri yani...
Erdoğan- Evet...
Gazeteci- Nasıl yani kişilerin özel evleri bunlar?..
Erdoğan- Kişilerin özel müstakil evlerinde, bir farklı kız, bir farklı erkek aynı evde kalması nasıl doğru olabilir? Siz kızınıza, oğlunuza böyle bir şeyi hoşgörüyle karşılayabilir misiniz?
Gazeteci- Ben konu değilim efendim.
Erdoğan- Yok yani, yarın anne olduğunuz zaman ya da annesinizdir bilmiyorum, çocuğunuzla ilgili böyle bir şeyi uygun buluyorsanız hayırlı olsun. Ama biz bu konuda gerekli yasal düzenlemeyi yaparız.”
Burası Türkiye. İmam-cemaat ilişkisi özellikle ‘devlet’ adlı yapı bakımından geçerlidir. Söz konusu ‘düzenleme’ daha gerçekleşmeden, bakın Adana Valisi dün neler dedi:
“Sayın Başbakanımızın talimatları doğrultusunda gerekli çalışmalar tabii ki yapılıyor. Açıklamaları da bizim için çalışmaları gözden geçirme konusunda vesile olmuştur. Baktığımızda bu konudaki çalışmaların zaten devam ettiğini, bu konuda büyük bir hassasiyetin gerekli çalışmanın yürütüldüğünü öğrendim. Arkadaşlarımız, ayrıntıları üzerinde değerlendirme yapıyorlar. Vatandaşlarımızın bu konudaki rahatsızlıkları, şikâyetleri ve intikal eden olumsuzlukları var. Muhakkak ki değerlendirilir ve yasal gereği yapılır. Vatandaşlarımızın memnuniyeti esastır. Tabii ki genel ahlakın korunması da devlete ait görevler arasındadır. Bu manada vatandaşımızın hassasiyetleri, gençliğin korunması, gençliğin kötü alışkanlıklardan korunması anayasa ile devlete verilmiş görevler arasındadır. Bu bağlamda devlet de üzerine düşen görevi bütün kurum ve kuruluşları ile yapacaktır...”
18 yaşını geçmiş ‘reşit’ insanların hayatlarını nasıl düzenleyecekleri, bundan böyle ‘devlet gözetimi’ altında olacaktır. Çünkü 18 yaşını doldurmuş genç kızlar ve erkekler –bir araya gelmek gibi- ‘kötü alışkanlıklar’a kapılabilir ve onların ‘korunması’ –onca vaade rağmen bir türlü değiştirilemeyen- anayasa ile ‘devlet’e verilmiş görevler arasındadır.
Başbakan’ın açıklamaları üzerine bir başka ‘devlet unsuru’, Sağlık Bakanlığı Müşaviri Dr. Ahmet Özdinç de topa girmiş, tartışmaya Twitter’dan katılmış; “Üniversite öğrencilerinin kürtaj başvurusundaki patlamayı görmezden mi geleceğiz?” diye yazmış ve kanıt olarak ‘üniversite bölgelerindeki jinekologlarla görüşülmesini’ önermiş.
Başbakan Tayyip Erdoğan önderliğinde, ‘muhafazakâr demokrat’ parti değil ama ‘devlet’, gençliğin yaşam tarzına, Başbakan’ın kafa yapısına uygun müdahale için istekli ve hazırdır.
Gezi olayları, çok büyük çapta, omurgasını 18-35 yaşları arasında bulmuş olan ‘kuşaksal’ ve mekân olarak da ‘şehirli’ bir patlama idi. ‘Tek adam’ tavrına ve ‘yaşama yönelik’ olarak ‘otorite’den gelen ‘keyfi ve yersiz müdahale’ye karşı ‘gelecek güvencesi’ aramaya yönelmişti.
Ona yönelik olan hoyrat devlet tavrı, şimdi, kendisini başka bir biçimde bu son tartışmada ortaya koyuyor. ‘Zina tartışması’ geri gelmiyor; daha kötüsü oluyor.
Ne oluyor?
‘Devlet’, ‘patron’un keyfine göre, üniversite gençlerinin yaşam alanlarına ve yatak odalarına girmeye hazırlanıyor.
Hiçbir ‘hukuk devleti’nde böyle bir şey olamaz. ‘Hukuk devleti’ olan demokratik ülkelerde, devlet kişinin keyfine göre şekillenmez. Yasalar ona göre çıkmaz, ‘yasal düzenlemeler’ ona göre yapılmaz.
Demokratik hukuk devletlerinde, ‘sandık’, her türlü keyfiliğin ve devlet müdahaleciliğinin ‘meşru gerekçesi’ olarak sunulmaz.
Son tartışmanın ana yönü, Türkiye’nin demokratikleşmesiyle birebir ilgilidir. Başbakan’ın sunduğu gibi ahlaki bir tartışma değildir.
Demokrasi tartışmasıdır.
Paylaş