Kuzey İrlanda’dan Güney Afrika’ya (1)

CAPE TOWN- Hiç adetim değildir ama bu kez uçakta cam kenarını seçtim. Kafamdan bir hesap yapmıştım. Afrika’nın yarısını gündüz gözüyle geçecektim. Bir yandan uçağın yönünü izliyor ve aşağıya bakıyor, nerede olduğumuzu anlamaya çalışıyordum.

Haberin Devamı

İlk defa göreceğim yerlere ilişkin müthiş bir merak vardır içimde ve gördüğüm anda tanırım. “İşte” dedim kendime, “şu aşağıda yılan gibi kıvrılarak akan su, Zambezi nehri olmalı. Dolayısıyla, nehrin kuzeyi Zambiya, güneyi Zimbabve. Dünyanın en görkemli doğal harikalarından biri olan Victoria Şelaleleri’nin yakınından uçuyoruz…”

Demeye kalmadan, üzerinden uçarken dünyanın en büyük yapay gölünü görüyorum: Kariba Gölü. Sömürgecilik döneminde Kuzey Rodezya-Güney Rodezya olarak bilinen Zambiya ile Zimbabve’ye ayırıyorlar.

Uçak, Güney Afrika’ya yaklaşırken, bir yandan gözlerim aşağımdaki Afrika coğrafyasını tararken, bir yandan da elimden bırakamadığım Nelson Mandela’nın bir roman sürükleyiciliğindeki otobiyografisini, “Long Walk to Freedom”u (Özgürlüğe Uzun Yürüyüş) okuyorum. Johannesburg’a yaklaşırken, kitapta okuduğum yerleri göklerden göreceğim, aynı şekilde Johannesburg’dan Cape Town’a uçarken göreceğim yerler gibi.

Haberin Devamı

Kitabı neredeyse uçak ile aynı hızda okur gibiyim. İstanbul’dan havalanalı 10 saat kadar olmuş, 325. sayfasına gelmişim. Gözlerim sayfanın ilk paragrafına takılıyor, düşüncelere dalıyorum:

“Hiçbir zaman bir asker olmamış olan, hiçbir zaman bir savaşta yer almamış, hiçbir zaman bir düşmana silah sıkmamış olan bana, bir ordu kurmak görevi verilmişti. Bu kıdemli bir general için bile altından kalkması güç  görev iken, askeri bir acemi için haydi haydi öyleydi. Bu yeni örgütün adı Umkhonto we Sizwe (Ulusun Mızrağı) olacaktı, ya da kısaca haliyle MK. Mızrak sembolünün seçilmesinin nedeni, bu basit silahın yüzyıllar boyu beyaz istilacılara Afrikalıların bununla direnmiş olmalarından ötürüydü…”

Akşam, Cape Town’un en gözde yeri Waterfront’ta bir yandan yemekteyiz; bir yandan da harıl harıl not tutuyoruz. Güney Afrika’nın bir numaralı askeri konular ve güvenlik uzmanı sayılan Prof. Laurie Nathan, Güney Afrika “barış süreci”nde Apartheid rejiminin Güney Afrika ordusu ile ANC’nin (şu anda iktidarda bulunan African National Congress yani Afrika Ulusal Kongresi) “yeni Güney Afrika”ya geçiş dönemini anlatıyor. O konuda kendisinin önemli rolü var. ANC’nin nasıl “silahlarını bıraktığını” anlatıyor.

Haberin Devamı

Laurie Nathan, Apartheid rejimine karşı koymuş beyazlardan biri. Yani bir Afrikaan. Afrikaan, Güney Afrika’da Hollanda kökenli beyazların adı. 1600’lerden beri Güney Afrika’dalar. Afrikaan denildiğinde onlar, “African” denildiğinde siyahlar anlaşılıyor.

Nathan’ın bir ara “Umkhonto we Sizwe” dediğini duyuyorum. “Ulusun Mızrağı demek. ANC’nin silahlı gücüydü” diye açıklamaya girişiyor. Daha birkaç saat önce, Mandela’nın kitabından bu sözcüklere aşınalığım var ne de olsa; “Hangi dil bu? Zulu mu?” diye soruyorum. “Xhosa” karşılığını veriyor. “Kosa” diye telaffuz ediliyor. Zulular, ülkenin en büyük siyah kabilesi. Savaşçılıklarıyla ünlüler. Daha ziyade ülkenin doğusuna doğru, Durban civarındalar. Birkaç gün sonra görüşeceğimiz Cumhurbaşkanı Zuma, bir Zulu örneğin. Buna karşılık, Cape Town civarının siyahları, bu arada Nelson Mandela’nın kabilesi Xhosa. Xhosa’lar, siyahlar içinde nisbeten aydın kişilikleri ile tanınırmış.

Haberin Devamı

Ve, siyahların silahlı mücadele örgütünü kurmak, 1961’de Nelson Mandela’ya nasip oluyor. Mandela’nın 18 yılı Robben Adası’nda geçen 27 yıl aralıksız hapishane yaşamı, ANC’nin üst yönetimi tarafından kararlaştırılmış olan ve daha sonra zaten ANC’nin silahlı kolu muamelesi gören “Umkhonto we Sizwe”nin kurucusu olmasının faturası.

Nelson Mandela, yıllarca, ırk ayrımcı beyaz Apartheid rejimi nezdinde Robben Adası’nda ölümü beklemeye gönderilen bir “terörist” idi. Zaten Robben Adası’na ayak bastığı vakit, beyaz gardiyanların, bir tür Felemenkçe olan Afrikaan diliyle “Dis die Eiland! Hier gaan julle vrek!” diye bağırdıklarını yazıyor Mandela; yani “Ada burasıdır. Burada öleceksiniz!”

Haberin Devamı

Uçak, Cape Town üzerinden Atlantik Okyanusu’nun mavi suları üzerinde kavis çizerek inmeye başladığında, anında Table Mountain’ı (Masa Dağı) tanıdım. Çocukluğumda meraklı bir coğrafya öğrencisi olarak zihnimi kazınmıştı görüntüler. Ve, Atlantik’in Hint Okyanusu’na dönüştüğü, Afrika’nın en güney noktası Ümit Burnu’nu hayranlıkla süzerken, Robben Adası’da gözüme takıldı. Cape Town’dan feribotla 40 dakikada.
Ayağımı yere bastıktan kısa bir süre sonra DPI’ın (Demokratik Gelişim Enstitüsü) Kuzey İrlanda çözüm deneyinden sonra üzerinde çalışmaya başladığı Güney Afrika sorununun çözümü çalışması için benden bir gün önce gelen çalışma arkadaşlarımla buluşuyorum. Eskilerden Kerim Yıldız, Yılmaz Ensaroğlu, Mithat Sancar, Ahmet İnsel, Bejan Matur, Ali Bayramoğlu, Mehmet Asutay’a Hatem Ete ile Hacer Kök eklenmiş; Britanya ve İrlanda’da beraber olduğumuz milletvekili dostlarımız çoğunlukla aynı ve tam kadro, Ayla Akat Ata, Sezgin Tanrıkulu, Levent Gök ve Nazmi Gür’ün yanısıra bu “sefer” Ertuğrul Kürkçü de var. AK Partililer de, Nursuna Memecan, Mehmet Tekelioğlu ve Burhan Kayatürk yolda, geliyorlar.

Haberin Devamı

Bütün bir öğledensonra, önce ANC’nin müzakere heyetlerinde çalışmış Muhammed Bhabha’yı dinledik. Ardından gelen, Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun nasıl oluştuğunu, neler yaptığını, önemini, çalışmalarının sonuçlarını, bu çalışmalarda yer almış olan ve Adalet ve Hakikat Enstitüsü’nün yöneticiliğini yapan Fanie du Toit’nın bir ders niteliğindeki mükemmel sunumundan, hiç bitmeyecek gibi süren soru-cevap faslından sonra, pek soluklanmadan, bu kez “silahsızlanma nasıl oldu?” faslını gece geç saatlere dek Laurie Nathan’dan dinledik.

Birden aklıma düştü; “ANC’nin silahlı gücü (Umkhonto we Sizwe) ne kadardı?” diye sordum. Nathan, “Kendileri 10 bin diyordu. Bizce bu rakam abartmalıydı. Zaten bunlar gerilla demeyi gerektirecek tipte, askeri operasyon yapma yeteneğine sahip tipler değildi. Onlara aktivist demek daha uygun düşer. Silahları bıraktıkları anda normal siyaset yapabilecek durumda tiplerdi. Yani topluma kazandırılmaları gibi bir sorun olmadı.”

Olamazdı zaten. ANC, nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturanların siyasi temsilcisiydi. Aparheid rejimi sona erdikten sonra ilk demokratik seçimle iktidara geldi.

Yine de hemen olmamış bu. Fanie de Toit, bir Afrika özdeyişini hatırlattı, “Zamana zaman vermek gerek”… Onyıllarca süren sorunlar öyle bir-iki haftada çözülmezler. “Zamana zaman vermek gerek…” Yeter ki, taraflarda çözüm ve bir anlaşmaya varmak için kesin bir irade olsun.

Tabii, herkesin kafasında Türkiye ile, PKK ile karşılaştırmalar var. Sorulan sorulardan açıkça anlaşılıyor bu.
Güney Afrika’dayız. Kuzey İrlanda’dan sonra Güney Afrika tecrübesini karşılaştırmalı biçimde irdeleyeceğiz.

Karşımda Table Mountain (Masa Dağı); Güney Afrika’dan ilk yazımı, Cape Town çevresinin kimliği olan Xhosa diliyle noktalayayım; içimden geçen duygu, meğerse, Güney Afrika’nın güzel milli marşının da adıymış: Nkosi Sikelel iAfrika!

Allah Afrika’yı Kutsasın!

Yazarın Tüm Yazıları