Paylaş
Muhammed Mursi, cumhurbaşkanlığı koltuğundan gözaltına alındı. Müslüman Kardeşler iktidarı da son buldu. Olaydan 48 saat sonra, 5 Temmuz günü bu köşede; şunları yazdım, kayda geçsin diye bir kez daha yayımlıyorum; gelişmeleri sıraladıktan sonraki satırlarım:
“… Bütün bunlar, ‘askeri darbe’den başka bir anlama geliyor mu? ??Hayır. ‘Kitap’ta ‘askeri darbe’ için ne şekil aranıyor ve gerçekleşmesi halinde ne sonuç veriyorsa, bütün bunlar söz konusudur ve Mısır’da bir tür ‘askeri darbe’ olmuştur. ??Yani, çok kötü bir şey olmuştur. Demokrasi ölçüleri bakımından kabülü mümkün bir durum değildir. Arap ve İslam dünyasında ve Afrika kıtasında ‘demokrasi tecrübesi’ ağır bir yara almıştır. ??Mısır’daki ‘askeri darbe’yi ‘meşru’ görmek ve göstermek düşünülemez. Bu bakımdan, dünkü yazımdan kim bu sonucu çıkartırsa, ya kötü niyetlidir ya da okuduğunu anlamaktan acizdir. Bütün ömrü boyunca, askeri darbelerden çekmiş ve askeri darbelerin hedefi olmuş benim gibi birisi için, hiçbir askeri darbeyi meşrulaştırmak söz konusu olamaz.”
Burada anlaşılmayacak bir şey olabilir mi? Artık o günden sonra, bana yönelik olarak yüzü kızarmadan “darbeci” ithamıyla yazıp çizmeyi neyle izah etmek gerekir?
İpucunu vermiştim zaten: “Kötü niyetli” ya da “okuduğunu anlamak aczi”. Aslında ikisinin birlikte söz konusu olduğu durumlar da var. Örneğin, bir önceki yazımda, Mısır’da olan-bitenin askeri darbe olduğuna karşı çıkan, devrim vurgusu yapan, Müslüman Kardeşler yönetimini ise “25 Ocak Devrimi”ne bir “karşı-devrim” olarak gören görüş sahipleri de var demiş ve bunlardan biri olan Neval el-Saadavi’den uzunca bir alıntı yayımlamıştım.
Mısır konusunda değişik görüşlere yer vereceğimi, yukarıda sözünü ettiğim 5 Temmuz tarihli yazımda şöyle belirtmiştim:
“Bununla birlikte, Mısır’da neyin neden olduğunu anlamak da gereklidir. Gazete köşelerini Türk medyasının her yanını ahtapot gibi sarmakta olan Ak Parti propaganda makinesinin bir dişlisi haline getirirseniz, işiniz kolay; sloganlarla dolu, pozisyon yazısı yazarsınız, olur biter. ?Amacınız sadece tavır almak ve bunu yansıtmak değil de anlamak ve yorumlamak ise Mısır’daki ‘askeri darbe’ olgusunun arkasına geçmek, neyin, niçin gerçekleştiğini irdelemek durumundasınız.”
Neval el-Saadavi’den alıntıyı –daha önce birçok farklı alıntı da olduğu gibi- işte bu belirtmiş olduğum amaç doğrultusunda bir önceki yazımda yer verdim. Kimisi, Neval el-Saadavi’ye ait satırları, 3 Temmuz’da Mısır’da olan-bitene ilişkin olarak benim satırlarım zannedip, saldırıya geçti; kimisi benim için “dün köşesine Mısırlı bir acuzeyi taşımış” gibisinden hayli “düzeyli” bir saptamada bulundu. Neval el-Saadavi’nin Mısırlı tanınmış bir demokrasi ve insan hakları mücadelecisi olduğuna ilişkin nitelemem ile alay etmeye kalkıştı. O “zavallı”nın yani Neval el-Saadavi’nin “bütün marifeti Sisi’nin alçak darbesine devrim demekten ibaret”miş.
Bunun bir çarpıtma olduğunu bir yana bırakalım da, “81 yaşındaki acuze”nin biyografisine geçmiş ve birden fazla olan “marifetleri”ni bir sıralayalım: Arap İnsan Hakları Derneği’nin ortak kurucusu, Avrupa Konseyi’nin 2004’de verdiği Kuzey-Güney ödülü başta olmak üzere, üç kıtada (Afrika, Avrupa, Amerika) kadın hakları, insan hakları ve demokrasi alanındaki çalışmaları nedeniyle çeşitli uluslararası ödüller kazanmış birisi, ABD’de Duke Üniversitesi, Washington Üniversitesi, Harvard, Yale, Columbia, Georgetown, Florida State ve University of California, Berkeley’de, Fransa’da Sorbonne’da ve de Kahire Üniversitesi’nde öğretim üyesi. Eserleri 30 dile çevrilmiş.”
Bir kusuru var; “İslamcı” değil. Hatta 1988’de hem Mübarek rejimiyle ters düştüğü hem de Mısırlı “İslamcılar”dan ölüm tehdidi aldığı için Mısır’ı sekiz yıl boyunca terk etmek zorunda kalmış. “İslamcılar”a ters düşen aydınların Mısır’da hedef alındığı bir dönem vardı. Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmış olan Necip Mahfuz 1994’te uğradığı saldırı sonunda ölmediyse de, sağ elini kullanamayacak şekilde sakat kalmıştı.
Hal bu iken, iktidar çevrelerinden kaynaklanan bu gazap, bu hiddet ve bu “gıybet” nedendir?
Nederi belli. Taksim-Gezi ile ortaya çıkan ve iktidarın “en tepesindeki”nden başlayan “akıl tutulması”, kademe kademe her yere sirayet ettiği gibi, Mursi ve Müslüman Kardeşler’in Mısır’da iktidardan uzaklaştırılmasıyla, söz konusu “akıl tutulması” zirveye tırmandı.
İktidar çevrelerince gayet iyi tanınan, Türkiye’de, Mısır’da, bölgenin hemen her yerinde birçok panelde vazgeçilmez konuşmacılardan biri olan Mısırlı aydın Mustafa el-Labbad, bakın Al Monitor adlı internet gazetesinde ne diyor:
“Mısır’da Müslüman Kardeşler’in düşüşüyle, Türkiye Arap dünyasındaki en önemli stratejik ortağını kaybetti ve Mısır’daki ikinci büyük devrimci dalganın en büyük kaybedenlerinden biri oldu. Türkiye sadece siyasi ve ideolojik bir ortağı kaybetmekle kalmadı, Müslüman Kardeşler’in düşüşü, Türkiye’nin Ortadoğu politikasında birçok yönünü etkileyecek.”
Mustafa el-Labbad, yeni Mısır yönetiminin tüm bileşenlerinin, Türkiye’yi bir “stratejik ortak” olarak değil “bölgesel rakip” olarak gördüklerini öne sürüyor.
Türkiye’deki iktidar sahiplerinin içerdeki Taksim-Gezi sarsıntısını atlatamadan Mısır’daki gelişmenin “travması”nı hissetmemeleri düşünülemez. Ne var ki, bu gelişme, ne yazık ki “akıl tutulması”nı daha da derinleştirmiş durumda. Bu nedenle, iktidar propagandistleri ucuz polemikler ve düzeysiz saldırılarla boşa nefes tüketiyorlar.
Tayyip Erdoğan kendisini Muhammed Mursi ile, Ak Parti ise Müslüman Kardeşler’le “özdeşleştirme”den kurtaramazlarsa, “akıl tutulması”ndan da çıkış yolu bulamazlar.
Mısır’da “askeri darbe” teşhisinde buluşmak ve topyekun buna karşı seferberlik halinin ortadan kaldıramadığı gerçekler var, Örneğin; Mısır’da hatırı sayılır bir kesim bunu “askeri darbe” olarak görmüyor, Mustafa el-Labbad gibi Türkiye dahil, uluslararası kabul gören düşünce adamları ve aydınların bir bölümü “ikinci devrimci dalga” olarak algılıyor.
Yani, Türkiye’de bizlerin, hepimizin olana “askeri darbe” demesi, Mısır’daki “iç dengeleri” etkilemiyor, etkilemeyecek. Ama Mısır’a ilişkin bu konudaki “mutabakatımız”dan yola çıkılarak Taksim-Gezi’yi “Tayyip Erdoğan’a askeri darbe amaçlı uluslararası komplo” diye değerlendirmemiz isteniyorsa, biz, bunda yokuz. Tayyip Erdoğan’ın sık sık söylediği gibi, “kusura bakmayın”!
Kaldı ki, “Mısır’da ne Darbe, ne Devrim” diyenler de var. “The American Conservative” adlı sağcı Amerikan dergisinde, bizdeki “muhafazakarlar”ın Amerikalı “ideolojik akrabaları”ndan Leon Hadar, tam da bu başlık altında, Mısır’da olan-bitenin doğrudan demokrasiyle, darbeyle, devrimle ilişkisi olmadığını, bir iktidar mücadelesi olduğunu öne sürerken, “Mısır’da olan tek bir nedenden ötürü askeri darbe değildi: Asker 1952 devriminden beri iktidar dışında kalmamıştı. Buna, eski siyasi sistemi ilga ettiği ve Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’i görevden aldığı dönem dahildir… Mübarek’in görevinden alınmasından sonra tek kapsamlı değişiklik, ordunun Müslüman Kardeşler’in açık seçime girmesine izin vermiş olmasıdır” diyor ve yazının bir yerinde şu satırlara yer veriyor:
“İktidarın tadıyla daha fazla iktidar açlığı ardından gelir. Mursi ve Müslüman Kardeşler’deki ortakları ülkeyi gerçekten kendilerinin yönettiği fantezisine kapıldılar ve bunun böyle olmadığını hayal kırıklığı içinde gördüler…”
Yazar, Müslüman Kardeşler’in bir yıllık iktidarının, “Ordu ve Muhaberat ile uzlaşma” sonucu olduğunu, Mursi’nin bu kurumların imtiyazlarının hiçbirine dokunmadığını vurguluyor. Yani, Türkiye’den farklı bir durum söz konusu.
Tam da bu yüzden bizi Türkiye’de asıl ilgilendirmesi gereken, Ak Parti’nin kaderini Müslüman Kardeşler’le özdeşleştirip özdeşleştirmeyeceği.
Bunu böyle yapıyorlar ve bunu yapmaya devam ettikleri sürece, Türkiye’yi “eski dönem”e –istemeseler bile- döndürecekler.
Şu gün için, Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin bir boyutu, Ak Parti’yi Müslüman Kardeşler’in kuyruğuna takılmaktan kurtarmak olmalıdır.
Paylaş