Paylaş
Tabii, ardından tartışmalar da patlak vermişti. “Kürt sorunu denilir miymiş, Bölücülüğe ve teröre tavizmiş, vs. vs”...
Tarih 12 Ağustos 2005 idi. Neredeyse tam 4 yıl önce. Bir koca yasama dönemi süresi.
2005 sonbaharında devletin çok önemli bir şahsiyeti ile Kürt sorunu üzerinde konuşurken, Başbakan’ın Diyarbakır konuşmasına atıf yapmış ve “Bakın, aradan üç ay geçti; onca heyecan yaratmış o çıkıştan sonra pek arkası gelmedi. Böyle giderse öyle bir hayal kırıklığına yol açılır ve o öyle olumsuz sonuçlar beraberinde getirir ki, soruna çözüm bulmak daha da zor hale gelebilir” demiştim.
“Kürtler çok aldatıldılar. Süleyman Demirel, Kürt realitesinden söz etti, Tansu Çiller ‘Bask çözümü’ne gönderme yaptı. Bütün bu beyanları görülmemiş kanlı bir dönem, köy boşaltmaları, faili meçhuler izledi. Mesut Yılmaz, ‘AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer’ dedi, ardından anlamlı hiçbir adım atılmadı. Tayyip Erdoğan ‘Kürt sorunu’ sözcüklerini telaffuz eden ilk başbakan. Ancak, bölge insanı aldanmaya, ülke yöneticileri tarafından aldatılmaya o kadar alıştı ki, bir süre daha bir şey çıkmazsa Tayyip Erdoğan’a da güven kaybolur. O nedenle harekete geçilmesi gerekir.”
Mealen böyle şeyler söylemiştim. Muhatabım beni dinledikten sonra, Tayyip Erdoğan’ın hareketsizliğinin gerekçesini şöyle açıkladı: “Kürt sorunu denmesi yanlış oldu. Çok tepki uyandırdı. Rahatsızlık yarattı. Başka bir şey bulmak lazım” dedi.
- Ne mesela?
- Mesela, “Kürt kökenli vatandaşlarımızın sosyal ve ekonomik sorunları” gibi bir şey.
Kürt, Kürt kökenli; sorun, çoğullaşarak sorunlar oluyordu. Üstelik, başına sorunun özü olan “kimlik”le hiçbir ilgisi bulunmayan “sosyal ve ekonomik” sıfatları gelerek.
12 Ağustos 2005’ten üç ay kadar sonra bu “gerileme”yi beklemiyordum. “İşte Kürt sorunu tam da budur” dedim.
Şaşırma sırası muhatabıma geçmişti; “Nasıl yani?”
- Yani, Kürt sorununa Kürt sorunu diyememe durumu.
*** *** ***
Kürt sorununun ne olduğu, bunun tanımı biraz filin tarifine benzer. Hani fili tarif et demişler, kimisi hortumundan, kimisi dişlerinden, kimisi kulaklarından, kimisi cüssesinden tarif etmiş, o hesap.
Kürt sorununun herbiri pekala geçerli olabilecek bir dizi tanımı var. Hiçbiri tek başına tam bir tanım olmasa da, yanlış da olmayabilir. Ama bir tanımı var ki, tartışma götürmez:
Kürt sorunu, Kürt sorununa Kürt sorunu diyememe sorunudur.
Yukarıda bir bölümünü aktardığım diyalog, benim mealen şu sözlerimle sürdü: “Kaldı ki, sosyal ve ekonomik sorunlar ‘Kürt kökenli vatandaşlarımız’a ya da bölgeye özel sorunlar da değil. Ders kitapları fiyatları sorunu, kanalizasyon sorunu, asayiş sorunu, aklınıza ne geliyorsa o tür sorunlar Konya’da da, Çankırı’da da, Tekirdağ’da da, Diyarbakır’da da, Şırnak’ta da vatandaşlarımızın ortak sorunlarıdır. Kürt sorunu, Kürtlere Kürt kökenli denmesi mecburiyetinin yol açtığı ve sosyal-ekonomik olmayan cinsten bir kimlik sorunudur. Sorunu doğru tarif edemezsek, çözümüne de ulaşamayız...”
Devletin o çok önemli şahsiyeti, yine dikkatle beni süzerek dinledikten sonra, “Neyse” dedi, “Buna benzer birşey söylemeliyiz. Ama Kürt sorunu yanlış anlaşılmaya yol açıyor. İyi değil...”
O kişi kimdi, ilerde bir gün açıklarım. Diyalogumuzun iki tanığı da vardı. Onlar da tanınmış isimler. O ismi açıklarsam, belki de Tayyip Erdoğan’ın ilk kez “Kürt sorunu”nu telaffuzu ile “Kürt açılımı”ndan söz etmesi arasında niçin 4 yıl yitirildiği sorusunun cevabı de kendiliğinden ortaya çıkar.
Dört yılda “Kürt sorunu”ndan “Kürt açılımı”na gelebildik.
Bu konuya gönderme yapmamın temel nedeni, “Kürt açılımı”nın da aynı akıbetten korunması içindir. Yani, vakit yitirilmemek, iyi kullanılmak zorundadır.
Çözüme dönük umutlar ve beklentiler hiç bu kadar yükselmemiş olduğu için, dağ fare doğurursa bunun hayal kırıklığının sonuçları tüm ülke ve halkımızın tümü için çok ağır olur.
“Kürt açılımı”nın iç politika dengeleri ve seçmen hesaplarına göre asla ayarlanmaması gerekiyor. “Kürt açılımı”nın içeriğinin açıklanması, “zaman tahdidi”ne tabi olmamalı, bu doğru ama yeni bir “oyalama taktiği” görüntüsüne de asla kapılmaması gerekiyor.
Çalıştaylar ve mümkün olduğu kadar geniş çevrelerin katılımı çok iyi bir düşünce ama bu “katkı aşaması” oldukça hızlı geçilmeli, fazla oyalanılmamalıdır.
Niçin mi?
Çünkü, bu, sonuç itibarıyla, bir siyasi irade ve siyasi cesaret meselesidir.
Siyasi iradeniz ve cesaretiniz varsa, “Kürt açılımı”nı başlatabilirsiniz.
*** *** ***
Şimdiden çıkmaya başlayan çatlak seslere, giderek tırmanacağa benzeyen saldırgan polemikçi muhalefet diline kulak asmadan, “Kürt açılımı” doğrultusunda kararlı biçimde ilerlenmeli. Çünkü, böyle bir “açılım”a muhalefet olacağı tabiidir. Kendinizi muhalefete rehin bırakırsanız, hiçbir olumlu adım atmanız mümkün olmayacağı gibi, başlatmaya niyetlendiğiniz inisyatifin altında kalırsınız.
“Kürt açılımı”nın harekete geçmesinin, ülkenin yeterliden de öteye, büyük kesiminde, ülkenin tüm diri çevrelerinde güçlü destek elde edeceği kesindir.
“Kürt açılımı”nın aşama aşama yürürlüğe girmesi halinde, “hedef”e başarıyla yol alabileceğine ilişkin elimizde somut bir ölçü oluştu. TRT-6 ile ilgili uygulama ve sonuçları.
“Kürt sorunu” ile “Kürt açılımı” arasında 4 yıllık koca parantez içinde, sorunun çözümü doğrultusunda açılım sayılabilecek en anlamlı hamle bu yılbaşında TRT-6’nın yayınıyla gerçekleşti.
Başbakan, yayını Kürtçe “Hayırlı Olsun” sözleriyle açtı. Aradan yarım yılı aşkın süre geçti, ülkenin bölünmediği gibi, “ayrılıkçı tohumlar”ın bir bölümü TRT-6 hararetiyle kurumaya yüz tuttu.
Dikkat ederseniz TRT-6’ya hiçbirimiz TRT-Altı demiyoruz. TRT-Şeş diyoruz. TRT’nin Kürtçe kanalını Kürtçesiyle anmak hiçbirimize zor da, ağır da gelmiyor.
Dolayısıyla, “Kürt kimliği”ne ilişkin haklar ve özgürlüklerin ülkemizin Kürt vatandaşları tarafından kullanılması da kıyameti kopartmayacak.
Dört yılda “Kürt sorunu”ndan “Kürt açılımı”na geldik; “Kürt açılımı” gerçekleşirse, oradan “sorunun çözümü”ne doğru yol alacağız...
Paylaş