“Koster arızası”na son verme zamanı...

İmralı’ya yaklaşık bir buçuk yıldır gidilememesinin sebebinin “koster arızası” olmadığını herkes biliyor.

Haberin Devamı

Abdullah Öcalan’ın kardeşinin bir yıl içinde kendisiyle iki kez görüşebilmiş olduğunu biliyoruz. Avukatlarının her görüşme talebi ise, mevsim ne olursa olsun, “koster bozuk” gerekçesiyle yerine getirilmedi.

İmralı’ya ziyaretçi taşıyan kosterin “siyasi” olarak bozuk olduğu besbelli idi. İktidar, Kürt sorununa yaklaşımında, Abdullah Öcalan’ı “denklem dışı”na çıkarmaya karar vermişti. O yüzden, Öcalan ile görüşmelerin önünü de kesmekte kararlı davrandı.

1990’ların ikinci yarısından başlayarak, 2011’in ortalarına kadar, “devlet”, Öcalan ile çeşitli düzeylerde görüşürken, niçin, 2011 yılının ikinci yarısında başlayarak “denklem dışı” ya da “devre dışı” bırakılmasına karar verildi?

Haberin Devamı

Buna verilen basmakalıp “devlet” cevabı, PKK’nın Oslo’da kurulmuş olan “barış masası”nı Silvan saldırısıyla bir tekmeyle devirdiği, PKK’nın barış istemediği, Abdullah Öcalan’ı da “boşa çıkarttığı”. Böyle bir durumda, yani “barış imkånları”nın bizzat PKK tarafından yok edildiği bir durumda, Abdullah Öcalan ile “diyalog”un bir yararının kalmadığı hükmüne varılmıştı. Üstelik, Abdullah Öcalan’ın “güvenilirliği” ya da örgütüne sözünün ne derece geçtiği de şüpheliydi.

Dışarıya söylenenler bunlardı. “Devlet” kaynaklı bilgilerin “filtre”den geçirilmesi adeti bulunmadığı için, “Oslo süreci”nin PKK tarafından Silvan’da çökertildiği, tartışılmaz bir “tarih gerçeği” olarak kabul edildi ve müzakere yoluyla çözüm yanlıları dahi, “psikolojik savaş”a Silvan gerekçesiyle cephane taşıdılar.

“Oslo süreci”nin çöktüğü doğruydu. Nitekim, o gün bugündür şiddet tırmanmasıyla bir yaz dönemi içinde rekor can kayıpları yaşandı. Ancak, böylesine “dramatik” bir gelişmenin tek bir sebebi olamazdı. Azıcık siyaset kavrayışı ve tecrübesi olan, biraz Kürt sorununun tarihçesi ve arka planı ile ilgili bilgisi bulunan hiç kimse, “Oslo süreci”nin çöküşünü tek kelimelik bir cevaba, Silvan’a indirgeyemezdi.

Kendi payıma Silvan’a, “Oslo süreci”ni sona erdiren tek neden olarak hiçbir vakit inanmadım ve inanmamanın ötesinde öyle olmadığını da biliyorum.

Haberin Devamı

Tıpkı, PKK’nın Kandil’deki yönetici kadrosunun ağır basan ve İran ve Suriye ile fingirdeyen bir bölümünün, Abdullah Öcalan’a rağmen olmasa bile, onu gözardı ederek “devrimci halk savaşı”nı dayattığını bildiğim gibi.

Dahası, “örgüt”ün Ortadoğu bölgesinin her yönünden gelen rüzgårlara açık yapısının; içinde farklı kişilerde simgelenen farklı eğilimlere yola açmış bulunduğunun ve bunların bir bölümünün Abdullah Öcalan’ı es geçmeye teşne olduğunun da farkındayım.

O “çizgi” ya da “kanat”ın “devrimci halk savaşı”, devlet tarafındaki “Oslo süreci” karşıtlarına müthiş bir cephane sağladı ve Silvan, Oslo’nun “cenaze töreni” için mükemmel bir bahane olarak öne sürüldü.

Haberin Devamı

Bunun ardından, Abdullah Öcalan’ın sesinin kısılması da meşrulaşacak idi. Ne de olsa, Öcalan, “örgütü tarafından boşa çıkartılmış”, artık örgütünün kendisini “takmadığı”, onunla varılsa bile varılacak uzlaşmanın “uygulama değeri” olmadığı “önemsiz” biri haline gelmişti.

Devletin yetkilileri, Abdullah Öcalan’ın Kandil üzerindeki etkisi ve nüfuzunun sınırlı olduğuna inanırlarken, Türkiye’nin Kürt halkı üzerindeki “nüfuzu”nu kabul ediyorlardı. Öcalan’ın sesi soluğu duyulmaz olduğunda, zamanla, halk üzerindeki etkisinin de kırılması tasarlandı. Bir türlü arızası giderilemeyen, “bozuk koster”, benimsenen bu yeni yaklaşımın “şifresi” oldu.

Devletin üst düzey yetkililerinden biriyle, birkaç ay önceki sohbetimi hatırlıyorum; “Evet” demişti, “İmralı’nın Kürtler üzerindeki etkisinin farkındayız. Ama onu bu hale biz getirdik, yani devlet getirdi. Adam, 1999’da yakalandığından beri hapishaneden örgütünü yönetiyor. Buna imkan tanıdık. Dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek bir durum. Sayemizde, giderek halk üzerinde etkisini arttırdı. Şimdi aylardır sesi soluğu duyulmuyor ama kıyamet de kopmuyor. Demek ki, tedricen halk üzerinde sayemizde oluşmuş etkisi de zayıflayacak...”

Haberin Devamı

Devletin üst kademelerinde böyle bir algılamaya bizzat PKK’nın (Kandil’in) yol açtığı ve BDP’nin de takındığı tavırla, bu algılamayı beslediği de gerçek.

Bu algılama, “devlet”te başından beri varolan ve değişik dönemlerde değişik biçimlere bürünmüş olan temel yaklaşımı güçlendirdi: PKK’nın tasfiyesi.

Tutuklu Abdullah Öcalan’ın “devlet” açısından en büyük değeri, PKK’nın tasfiyesinin, onun “değerlendirilmesi”yle sağlanmasıydı. Öcalan’a İmralı’dan örgütünü bir şekilde yönetme imkånının tanınması bile, nihai olarak, PKK’nın ortadan kaldırılması amacıyla ilgiliydi. Devlet, adeta bir “milat” olarak sunulmak istenen Silvan’la birlikte Öcalan’ın tasarlanan “kullanım değeri” olmadığı hükmüne varınca, onunla görüşmenin de, onunla başkalarının görüştürülmesinin de anlamı kalmamıştı.

Haberin Devamı

Ondan sonrası “koster arızası”dır.

Bir buçuk yıldan beri benimsenmiş olan söz konusu yaklaşımdan vazgeçilmesi için:

1.    Bu politikanın sonuç vermediğinin, veya;

2.    Abdullah Öcalan’ın öneminin öneminin tekrar ortaya çıkması gerekirdi.

“Arap uyanışı”nın Suriye’ye sıçraması sonucunda, PKK’nın tasfiyesi bir yana, “Türkiye denklemi”nden çıkması ve “bölgeselleşmesi” tehlikesi belirdi. Bu, Abdullah Öcalan’ın tekrar “devreye girmesi” ihtiyacını, kendiliğinden öne çıkartmalıydı.

Ya da, “Kürt hareketi”nin bu “önemi” herkesin gözüne sokacak bir şeyler yapması gerekiyordu ki, esas olarak, Abdullah Öcalan’a ilişkin “tecritin kaldırılması” amacına yönelik “açlık grevleri” ya da “ölüm oruçları”, bunu yaptı.

“Hayat kurtarmak” için “devlet”in Kürt politikasında “değişiklik” zamanındayız.

Ya da tersi: Kürt politikasında “değişiklik”, açlık grevlerine son verecek; “hayatları kurtaracak”tır...

Yazarın Tüm Yazıları