Paylaş
Bugün Dünya Kadınlar Günü. 8 Mart, Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak da kutlanıyor. Türkiye’de kadınlar açısından bu 8 Mart’ın dikkat çekici, üzerinde durulması gereken yönleri var.
Bunların ilki, kadınların sırtından iktidara yürümüş olan ve kadın üzerinden mağduriyet üreten bir “zihniyet”in iktidarda bulunması. Türkiye’de seçmen kadın nüfusunun yarıdan fazlası başını örtüyor. Başörtüsüne yönelik baskılar, yasakçılık ile ilgili anti-demokratik niteliğinin yanında kadınların özgürlüğüne karşıt yönüyle de öne çıkmıştı.
Başörtülü kadınların ve genç kızların yükseköğrenim hakkının elinden alınması, bundan 15 yıl öncesinde Türkiye’de demokrasi ve özgürlük mücadelesinin merkezine oturmuştu. Başörtüsüne, başta eğitim hakkı, özgürlüğü savunmayan hiç kimsenin “demokrat” olmaktan söz etmeye hakkı olamazdı.
AKP’yi 2002’de ve 2002’den bugüne iktidara taşıyan rüzgârda “kadın mağduriyeti”nin bayraktarlığını yapmasının da önemli rolü oldu. Kadın seçmen nüfusunun yarısından fazlasının başını örtüyor olduğu gerçeği, seçim sandıklarına AKP’ye oy desteği olarak girdi.
Bugün, söz konusu “özgürlük kısıtlaması” çoktan aşılmış durumda. Âdeta, eşi başörtülü olmayanların Türkiye’de devletin –sadece hükümetin değil- üst kademesinde yer bulamayacağı noktaya gelindi.
2007’de kendi kişiliğinden ziyade eşinin başörtülü olmasından ötürü cumhurbaşkanı adayının önünün hukuk ihlali yapılarak kesilmesinden bu yana, devletin üst kademesinde kimlerin, hangi sıfatlarla yer aldığına ve eşlerinin başörtülü olup olmadığına göz atıldığında neyin ne kadar geride kaldığı ve aşıldığı anlaşılır. Türkiye’de gelinen noktada, başörtüsünün artık bir “mağduriyet rantı” üretemeyecek kadar “özgürleştiği”, tersine bir “imtiyaz simgesi” haline geldiği hükmüne varmak bile mümkündür.
Başörtüsü, maalesef, “iktidar için her şey mübahtır” anlamındaki kaba “Makyavelizm”e de dönüştürülmüştür. Malûm “Kabataş yalanı” bizzat Cumhurbaşkanı tarafından, “kör kör gözüm parmağına” tavrıyla, bir yalan olduğunun ortaya açıkça çıkmasının hemen ardından, Gezi’ye ve muhaliflerine karşı husumet kampanyası olmaya devam ediyor.
Bu, 8 Mart 2015 itibarıyla, “kadın”ın, iktidar tarafından “araçsallaştırılması”nın en kötü ve çirkin örneklerinin başında geliyor.
Bunun tam tersi olan bir “kadın algısı” ise siyaset yelpazesinin diğer ucunda, Kürt siyasi hareketi ve HDP üzerinden yansıyor. Kobani sınır hattında, Suruç Ovası’nın ucundaki Mehser köyünde 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle düzenlenen gösteride, İmralı heyetinde yer alan Ceylan Bağrıyanık, Abdullah Öcalan’ın mesajını okudu.
Öcalan, “Bizim devrimimiz kadın devrimi” diyor. Ortadoğu gibi geleneksel yapıların çok güçlü olduğu ve bu bağlamda erkek-egemen, ataerkil geleneklerin toplumun her alanında hükmünü icra ettiği bir coğrafyada, kadına çok özel ve erkeklerle eşit yerini veren ve bunu başarabilen gerçekten de Kürt siyasi hareketidir. Öcalan’ın “Bizim devrimimiz kadın devrimidir” sözü, dolayısıyla, abartma değildir.
Öcalan’ın mesajının şu bölümü 8 Mart gününde, özellikle dikkate değer:
"Benim için kadın özgürlüğü her şeyden daha önemlidir. En güzel kadın hayatı özgür yaşayan kadındır. Hiçbir çirkinlik köle kadınla ve tahakkümcü erkekle birleşmek bütünleşmekten daha alçak ve iğrenç olamaz. Yine hiçbir birlik ve bütünlük özgür kadınla ve tahakkümü yenmiş erkeklikle yaşamaktan daha değerli güzel ve doğru olamaz… Siz kadının toplumsal sözleşmesini geliştireceksiniz. Kadın cinayetlerinden tutalım da kadın sünneti, tecavüz ve benzeri hepsine karşı mücadele veren bir sözleşme olmalı. Derinlikli ele almalısınız. Erkeklere güvenmeyin. Erkek dogmatiğini yıkın. Kadınlığınıza güvenin. Eşitlik ve özgürlük kadın meselesiyle sağlanır. Bu nedenle bizim devrimimiz kadın devrimidir.
Kadın olmadan yaşam olmaz. Özgürlük olmadan etik ve estetik olmaz. Kadın etiği dediğim şey kadınının karar verme gücüdür… Kadın kendisi olmak durumundadır.”
Öcalan, adını vererek Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kendisinin “kadın” konusunda söylediklerinin tam tersini söylediğine işaret ediyor ve şunu belirtiyor:
"3 çocuk, erken evlilik diyor. O da bilinçli olarak söylüyor, ben de bilinçli olarak söylüyorum. İki anlayış çatışıyor. Bakalım o mu kazanır, biz mi kazanırız göreceğiz. Benim buradaki Demokratik Çözüm başlıklarımda da kadın özgürlüğü birinci maddedir. Anlamıyorlar. 'Bunun demokratik çözümle ne alakası var' diyorlar. Ben net konuşuyorum. Kadın özgürlüğünün demokratik çözüm ile ilişkisi nettir. Daha önce de söyledim, bu kadar kadının öldürüldüğü bir ülkede, ben bu devlete üye olmam. Çözüm; kadının eşitlik, özgürlük hukukuyla beraber olur."
Kürtler, bugün Ortadoğu’da “uluslararası sistem”in ve “bölgesel alt-sistem”in “bir numaralı önceliği” haline gelen IŞİD ve akraba Selefi akımlara karşı direnen –Irak Kürdistanı’ndan özellikle Rojava’ya- güçlerin başında geliyorlar. Ortadoğu’da laik-demokratik kimlik, esas olarak, Kürtler üzerinden temsil ediliyor. Burada “kadın”ın özel konumu belirleyici rol oynuyor.
Kobani direnişinin en önünde kadınların yer alması, “eşbaşkanlık” mekanizmasının Kürt siyasi hareketi üzerinden bölge siyaset haritasına yerleştirilmesi, tartışmasız “devrimci” gelişmeler.
Yaklaşık bir ay önce, Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’ın karşısında Elysées Sarayı’nda Suriye’de IŞİD’e karşı mücadeleyi temsilen, biri siyasi, diğeri askeri veçheyi yansıtacak şekilde iki Kürt kadınının, PYD Eşbaşkanı Asya Abdullah ile YPJ (Kadın Savunma Birlikleri) Komutanı Nesrin Abdullah’ın –üzerinde üniformasıyla- oturması, Ortadoğu’daki söz konusu “kadın devrimi”ni simgelemişti.
Türkiye’de de demokrasi umutları “kadın eşbaşkan” sistemine sahip tek siyasi parti olan HDP’nin, önümüzdeki 7 Haziran seçimlerinde, anti-demokratik yüzde 10 barajını parçalayıp, TBMM’ye girmesi üzerinde odaklandı.
HDP barajı aşamazsa, otoriter eğilimlerinin artık iktidar partisini bile rahatsız etmekte olduğu görülmeye başlayan Tayyip Erdoğan’ın “tek şef” yönetimine giden yolda engel kalmayacak. HDP ile hiçbir ideolojik yakınlığı olmayan ve düşünülemeyecek insanlar ile, HDP’nin barajı aşmasını ve desteklenmesini “Türkiye’nin selameti” bakımından elzem görüyorlar.
Yıllar boyu “bölücü” ve “ayrılıkçı” etiketleri üzerine yapıştırılmış insanların, şu dönemde Türkiye’de en “birleştirici” ve “bütünleştirici” gelişmenin omurgasını oluşturuyor olmaları, Türkiye tarihinin en ironik gelişmelerinden biri olmalı.
HDP’nin “motoru” tabii ki Kürtler. HDP’nin yükselişi, bu anlamda ve elbette, Ortadoğu’da Kürtlerin “tarih sahnesi”ne yeni kimlikleriyle girmelerinin “Türkiye’ye yansıması” olacak. Ama HDP, “motoru” Kürtler olsa da, birbirinden farklı ama Türkiye’de demokrasinin egemen olmasından yana ve bundan çıkarı olan tüm kimliklerin, grupların ve şahsiyetlerin “ittifak alanı” olarak öne çıkıyor.
Bu bakımdan, HDP “birlik içindeki” ve “birleşik Türkiye”ye ait.
Böyle bir HDP’nin yönetiminde kadınlar yer alıyor. Kadınlar, Türkiye siyasi yelpazesindeki partiler arasında en fazla HDP’de temsil ediliyorlar. Bu olgulardan hareketle, HDP’nin seçmenlerinin “demokratik belkemiği”ni “kadınlar” oluşturacak diyebiliriz.
HDP, aşacaksa, kadınlar sayesinde barajı aşacak. Türkiye’nin demokrasisi, kadınlar sayesinde tahkim edilebilecek.
Bu gözlemlerle, 8 Mart Kadınlar Günü’nü kutluyorum…
Paylaş