Paylaş
Nehrin tam karşı yönünde, Celal Talabani’nin Irak Cumhurbaşkanlığı koltuğunu devraldığı ve bundan 8 yıl önce çöken Saddam Hüseyin’in görkemli sarayı var, orası şimdi “Yeşil Bölge” adı verilen ve yüksek beton koruganların ardında bir labirent halini almış “yasak kent” görünümünde.
Eğer Saddam yaşıyor olsaydı, bugünlerde, muhtemelen, o “Yeşil Bölge” Saddam’ın sarayına yürüyen büyük kitlelerin Kaddafi’ye rahmet okutacak bir acımasızlıkla biçileceği bir alan olarak televizyon ekranlarına yansıyacaktı.
Saddam’ın yıkılmasıyla birlikte, bugün bir başka, Ortadoğu’daki büyük çalkantıdan hiç etkilenmeyen bir ülke haline gelmiş durumda.
Tabii. Irak, 2003’ten bugüne kadar kanlı çalkantılardan yeterince hissesini aldı, Ortadoğu’nun diğer köşelerinde yaşananlara bağışıklık elde etti de denebilir.
Yine de bugün (Cuma günü), günler öncesinde büyük gösterilerin yapılacağı “öfke günü” ilan edilmiş ve Kahire’dekinin adaşı Tahrir Meydanı’nda iki milyon insanın toplanacağı ileri sürülüyor.
Talabani pek rahat
Celal Talabani, oralı değil. Kuveyt’in “Kurtuluş Günü” şenliklerine katılmak için, bugün Kuveyt’e hareket edecek.
“Kuveyt’in kimden kurtuluşu” diye soruyorum; “Irak’tan” cevabı veriyor gülerek. Ve, Irak’ın Kürt cumhurbaşkanı, Kuveyt’in Irak’tan kurtuluş şenliklerine katılmaya gidiyor! (Orada Abdullah Gül ile de görüşecek.)
Talabani öylesine kayıtsız ki, bugün Bağdat’ta yapılacağı ilan edilen gösterilerin Irak Komünist Partisi tarafından düzenlendiğini, Baasçıların katılacaklarını ilan etmesi üzerine, Muqtada Sadr ve Irak Yüksek İslam Meclisi gibi güçlü Şii örgütlerinin katılmaktan vazgeçtiğini söylüyor ve Kuveyt’e giderken, arkasında nasıl bir Bağdat bırakacağını umursamaz bir halde.
“Irak nereye doğru yol alıyor? Irak’ın yakın geleceğini nasıl görüyorsunuz?” gibisinden onun kayıtsızlığına bakarak, pek de anlamlı olmayan bir soru dökülüyor ağzımdan.
Saniye sektirmeden, kendisini bir düşünme lahzası tanımadan ve sözcüklerini seçmek için hiç duraksamadan cevabını yapıştırıyor:
“Irak, demokratik, federal ve müreffeh bir ülke olmaya doğru yol alıyor!”
Bu cevaba dayanamıyorum, “Tam olarak Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani konuştu. Ben soruyu Mam Celal’e sormuştum oysa!”
Etkilenmiyor, “Niçin öyle olacağını sana yarın (bugün, Kuveyt’e gitmeden önce) tekrar buluştuğumuzda ayrıntılı olarak anlatırım...”
Kaddafi’yi dinlerken
Irak Cumhurbaşkanı’nın yanından ayrıldıktan sonra, kaldığım yerde önümdeki NTV ekranından Libya’yı izliyorum. Bu kez, karşımda bir başka “devlet başkanı”, Libya lideri Muammer Kaddafi konuşuyor.
Bağdat’ta Irak Cumhurbaşkanı’nı kanlı canlı dinledikten sonra, televizyon ekranından Saddam dönemindeki Irak’ın en güçlü destekçilerinin başında gelen Kaddafi’yi dinliyorum.
Tam anlamıyla bir “kaybeden lider” konuşması. İpe sapa gelmez, bir önceki ile bir sonraki arasında hiçbir tutarlı mantık örgüsü bulunmayan lafları ardarda sıralıyor.
Benim gibi, defalarca Kaddafi’yi Trablus’taki “Yeşil Kitap” seminerlerinde saatlerce konuşurken dinlemiş bir “Ortadoğu mazoşisti” açısından, o “Yeşil Kitap” konuşmalarından bile daha sıkıcı ve saçma –neyse ki, bu sefer hayli kısa idi- bir konuşmaydı.
Bir yandan Batı dünyasına “İslam öcüsü”nü gösteriyor, Libya isyancılarını “El Kaide” olarak niteliyor ve “Müslüman Kardeşler”i El Kaide’den ayırarak kendi yanına çekmeye uğraşıyor. Diğer yandan, Libya’daki ayaklanmada gençliğin rol almış olduğunu ama onların “uyuşturucu ilaçlar” kullanarak gösterilere çekilmiş olduğunu ifade ediyor.
Libya bölünür mü?
El Kaide’den “uyuşturucu kullanan gençlere” uzanan, Libya’daki kaosun sorumluları. El Kaide mi? Uyuşturucu kullanan gençler mi?
Kaddafi, bu saçmasapan tespitleriyle kimi nasıl etkileyeceğini düşüne dursun, ülkesinin doğu yakası, başta Bingazi, Tobruk, Derne, Bayda gibi tarihi merkezleriyle başkent Trablus’tan kopmuş durumda.
Libya’nın daha önceki bir yazımda değindiğim, Roma dönemindeki adıyla “Cyrenaica” bölgesi, Cebeh Akhdar’ı (Yeşil Dağ) içerir ki, o, Libya’nın sömürgeciliğe (İtalya) karşı mücadelesiyle belki de tek ve efsanevi ulusal kahramanı sayılan Ömer Muhtar’ın direniş merkezidir. Şimdilerde yükselen ortasındaki ayyıldızı ile kırmızı-siyah-yeşil şeritli bayrak da Ömer Muhtar’ın “ulusal” bayrağıdır.
Libya’da düşen sadece Bingazi merkezli ülkenin doğusu değil. Bingazi-Trablus arasındaki en önemli şehir Misurata da düştü, çölde Kaddafi’nin önemli dayanağı sayılan Sabha da da çatışmalar başgösterdi.
Kendi iktidar süresinin anormal olmadığının altını çizmek için Kraliçe Elizabeth örneğini verecek kadar, gerçek dünya ile bağları kopmuş olan Kaddafi’nin Libya’yı daha da kana bulama ihtimali var ama ülkeyi yeniden kendi liderliği altında birleştirme ihtimali sıfır.
Libya bölünür mü?
Göreceğiz. Ancak, giderek Trablus’ta ve da acımasız bir güç kullanarak ve daha da fazla kan dökme tehditi altında sıkışan bir liderin Libya’nın bölünmesine yol açmasına “uluslararası sistem” göz yumar mı?
Ne de olsa, Libya büyük bir petrol ülkesi ve ülkedeki gelişmelerin dayandığı nokta, petrol üretimini ve uluslararası mali piyasaları etkileme gücünden ötürü, yani Libya’nın Libya’dan çok daha büyük bir küresel önem taşıdığını ortaya koyuyor.
Libya’nın bölünmesinin önündeki en önemli bu olgu gibi gözüküyor.
Göreceğiz.
Libya’yı (ve Ortadoğu’yu) Türkiye’den ve geçen haftayı geçirdiğim İran’dan sonra, Irak’tan izlemek pek ilginç. Özellikle, yıkılan bir “Başkan”ı, yerinden emin bir “Başkan”ın Bağdat’taki makam odasından, onun da gözünden bakarak...
Paylaş