Paylaş
Sersemlemeden “büyük fotoğrafı” görmekte yarar var. Zaten Tayyip Erdoğan bir hafta sonra Washington’da Barack Obama’nın konuğu olacak. Obama, Başkan seçildikten sonra ilk denizaşırı “ikili ilişki ziyareti”ni Nisan ayında Türkiye’ye yapmıştı. İki lider, Eylül ayında gerek New York ve gerekse G-20 toplantısının yapıldığı Pittsburgh’da görüşme fırsatını bulmuşlardı. Buna rağmen, Erdoğan’ın 2009 bitmeden Washington’a “ikili ilişki ziyareti” yapacak olması hem ilginç ve hem de özellikle dikkat çekici.
Bu, herşeyden önce Türkiye’nin uluslararası politikada “belirleyici önemde ülkeler”den biri haline gelmiş olduğunu ortaya koyuyor. Bunu kavramakta, iç politikanın sersemletici gündemiyle efsunlanmış çok sayıda Türk zorluk çekiyor ama Türkiye’ye belli bir uzaklıktan bakan yabancılar, ağaçlar ve dallar arasında kaybolmadan ormanı görebildikleri için bizler açısından da üzerinde durulması gereken isabetli gözlemlerde bulunabiliyorlar.
*** *** ***
Buna bir örnek istiyorsanız, Bayram günlerine denk geldiği için gürültüye giden Newsweek dergisinin “Irak Savaşı’nın galibi”nin Türkiye olduğuna dair Owen Matthews ve Christopher Dickey ortak imzalarını taşıyan makalesi. O makale dünyada yüzbinlerce okuyucunun dikkatine geldi.
Makalenin giriş bölümü şöyle:
“Archibald Wavell bile bu derece doğru bir öngörüde bulunacağını pek düşünmemiştir. "Savaşı bitirecek savaş" olarak değerlendirilen Birinci Dünya Savaşı'nın ardından, Avrupalı güçlerin Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalamalarını dehşetle izleyen İngiliz subay Wavell aslında "barışı bitirecek bir barış" ortamının yaratıldığı yorumunu yapmıştı. Gerçekten de, o parçalanmanın sonrasındaki yıllarda Ortadoğu'da sömürgecilerin kötü idaresine, askeri darbelere, devrimlere ve cihat söylemiyle şiddetin yaygınlaşmasına şahit olduk. 2003'te ABD önderliğinde gerçekleştirilen Irak işgali, dünyadaki tek süper gücün bölgeye düzen getirmeye yönelik son çaresi olarak değerlendirilebilir. Fakat bunun aksine, komşularına karşı bir denge unsuru olmaktan uzaklaştıran, merkezi otoriteden yoksun bir Irak'ın ortaya çıkmasına ve bütün Ortadoğu'da istikrarı tehdit eden bir durum yaratılmasına sebep oldu.
Osmanlı'nın eski merkezi Türkiye, bu savaşın dışında kalmak için elinden geleni yaptı. Hatta Irak 2003 yılında işgal edildiğinde, ABD güçlerinin Türk topraklarından geçişine bile izin vermedi. Buna rağmen, savaşın gerçek galibi -çoğu gözlemcinin iddia ettiği gibi İranlılar değil- Türkler görünüyor. ?ABD'li birçok ticari kuruluş kenarda çaresizce otururken, Türkiye Irak'ın en büyük ticari ortağı olmak için İran'la başa baş yarışıyor. Bölgesel etkisi açısından Türkiye rakipsiz... Sert mizaçlı Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, uzun zamandır ABD'nin hükmettiği bu bölgede Türkiye'nin bağımsız olduğu iddiasıyla gücünü pekiştirmeye çalışıyor. Erdoğan gelecek hafta Washington'a ABD Başkanı Barack Obama ile buluşmaya gidecek…”
Makalenin tümünde itiraz edilecek bir çok nokta mevcut. Ancak, Irak Savaşı’ndan en fazla kazançlı çıkan ülkenin Türkiye olduğu bugün gelinen noktada ve Türkiye’nin bir “bölgesel güç” olarak algılanmasına bakıldığında uluslararası planda fazla bir tartışma gerekçesi yok.
Kendi payıma bunun böyle olmasından son derece memnunum. Irak’ta Saddam rejiminin yıkılmasının ortaya çıkaracağı dinamikler sayesinde Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasından bu yana gerek bölgede ve bölgenin dünyanın en “hassas jeopolitik alanı”nı oluşturması nedeniyle uluslararası planda önemli rol oynama fırsatı taşıyacağını düşünüyordum. Çeşitli nedenlerin yanısıra Saddam rejiminin yıkılmasından yanaydım ve böyle düşünmüş olmaktan ötürü hiçbir pişmanlık duymuyorum. Öyle düşünmenin Irak’ta o günden bugüne yaşananlara rağmen yanlış olduğu kanısını da taşımadım.
Saddam’ın yıkılmasının, ayrıca ve önemle, Türkiye’nin “ulusal ve stratejik çıkarları”yla uyumlu olduğu kanısındaydım.
“Tarih perspektifi”yle ve “stratejik bakış açısı”yla bakıldığında, Türkiye’nin bugün özellikle bölgede kazandığı “statü”, çoklarının sandığı ve vurguladığı gibi “Tezkere”nin 1 Mart 2003 günü TBMM’den geçmemesi değil, Irak’ta Saddam rejiminin yıkılması ve onunla birlikte Birinci Dünya Savaşı sonrası oluşmuş olan “bölgesel yapı”nın da ortadan kalkmaya mecbur olmasıdır.
Öyle olduğu için Türkiye bugün elde ettiği gerek “ulusal çıkarları” ve gerekse “saygın uluslararası profili”ni, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışından bu yana elde edemediği ölçüde kazanmıştır.
*** *** ***
Bunun olabilmesi, kendiliğinden, bir başka deyimle “otomatik” olarak söz konusu olamazdı. Bunun olabilmesi, buna uygun bir “dış politika felsefesi”yle gerçekleşebilirdi ki, bu anlamda Ak Parti hükümetine ve özellikle bu “yeni durumun gerektirdiği dış politika”nın mimarı olan Ahmet Davutoğlu’na hakkını teslim etmemiz gerekir.
Türkiye’nin yeni yöneliminin, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışından bu yana Türkiye’nin yeniden bir “güç merkezi” olarak yükselmesini beklemeyen ve buna “alerji” duyan “iç ve dış” bazı çevrelerin rahatsızlığına yol açması beklenebilirdi, doğaldı ve anlaşılabilir niteliktedir.
Şu son dönemdeki tartışmalar da zaten bu durumun yansıması.
Şimdi asıl önemli olan, bu “yeni profili” Barack Obama’ya da kavratmak, Obama’nın da bu konuda işbirliğini elde etmek.
Tayyip Erdoğan’ın önümüzdeki hafta en can alıcı “misyonu” bu olacak…
Paylaş