Paylaş
Kimler?
“Güngören’deki iki bombayı koyanlar.”
Kim koymuş?
“.......”
Peki amaçları ne?
“Türkiye’de kardeş kavgasını kışkırtmak.”
Peki, Güngören’deki bombaları kimin koyduğunu bilmiyorsanız, amaçlarının ne olduğunu nereden biliyorsunuz?
Bu sorunun ya cevabı yoktur; ya da bir ton tutarında pekala makul de gözüken cevap işitebilirsiniz.
Güngören’deki terör saldırısı ve benzeri olaylar gerçekleştiğinde, televizyon ekranlarında adeta “olmazsa olmaz” niteliğinde “terör uzmanları” belirir. Birkaç yıldır böyle oluyor. Bunların “terör” konusundaki “uzmanlıkları”nı nereden edindikleri açıklanmaz. Belli de değildir. Ancak mutlaka onlara sorulur. Onlar ise anlatır da anlatırlar.
Değerlendirmelerinin doğru çıktığına ise pek rastlanmamıştır. Ama anlattıklarının “sağlaması” da hiç yapılmaz. Bir sonraki terör eyleminde yine onların “görüşleri”ne başvurulur.
Bunları en son Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Irak’ın kuzeyinde PKK hedeflerine karşı giriştikleri kara harekatından hatırlıyorum. Onların sözleri doğru çıkmış olsaydı, şu sırada Türk Silahlı Kuvvetleri, binlerce askeriyle Kuzey Irak’ta yerleşmiş olacak; belki harekat Erbil’e bile kaydırılmış olacaktı.
En iddialı tespitlerini, başka hiçbir ihtimali gözetmeden yaptıklarından 24 saat bile geçmeden, Silahlı Kuvvetler’in Kuzey Irak’taki birliklerinin çekildiği açıklanmıştı. Bütün tahlilleri, bir anda berhava olmuştu.
Şimdi bunların Güngören’e ilişkin tahlillerine niçin inanalım?
*** *** ***
Güngören’deki gibi “imzasız” terör eylemlerinin kim tarafından yapıldığı bilinmeyince, amacın ne olduğu da “kardeşi kardeşe düşürmek”, “karışıklık çıkartmak” gibisinden basmakalıp cümlelerin ötesinde açıkça ortaya konamaz. Eylemin “muhtemel sonuçları” üzerinden giderek yorum yapmaktan başka şansınız yoktur.
1977 seçimlerini, 12 Eylül öncesini en canlı biçimde yaşamış, nice siyasi suikasta tanık olmuş, yakınlarını suikastlarda kaybetmiş, kendileri de “namlunun ucunda” yaşamaya alıştırılmış bizim kuşak insanlarının, bu gibi durumlarda “doğal refleksleri” vardır.
2006 Ocak ayında, bir dış geziden dönerken, karşımda oturan dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile sohbet ediyordum. Seçimlere bir buçuk yıldan fazla zaman vardı. Abdullah Gül adı Cumhurbaşkanlığı makamı ile ilgili olarak yakından uzaktan anılmıyordu. Birden, “Seçimlere sağ salim varabileceğinizi düşünüyor musunuz?” sorusunu yönelttim. “Niye varılmasın ki?” diye karşı-soruyla yanıtladı.
O sohbetten bir hafta kadar önce, İstanbul Gaziosmanpaşa’da bir internet kafede bomba patlamış ve yanlış hatırlamıyorsam internet kafede bulunan 14’ü polis, 17 kişi hafif yaralanmıştı. Olayı kendisine hatırlattım ve “Buna benzer eylemler, önümüzdeki dönemde artar, Gaziosmanpaşa yerine örneğin Taksim’de, Beyoğlu’nda, Sirkeci’de cereyan ederse ve söz konusu yaralı sayısı, her seferinde ölü sayısı haline gelirse, Türkiye, böyle bir gerilime dayanabilir mi? İktidarınız ayakta kalabilir mi? Öyle bir ortamda seçime gidilebilir mi?” diye sordum.
Aklıma gelen ve sorduğum, bizim kuşağın, geçmiş tecrübelerden süzdüğü bir “doğal düşünce refleksi”nin dışa vurumuydu.
Abdullah Gül, bana, 2006 yılı itibarıyla şartların önceki dönemlerden farklı olduğunu ekonomik durumdan somut örnekler vererek açıklamaya çalıştı.
Yine Abdullah Gül ile –ki, Dışişleri Bakanı sıfatının yanısıra Terörle Mücadele Yüksek Kurulu Başkanı sıfatını da taşıyordu- 22 Temmuz 2007 seçimlerinden yaklaşık bir ay önce bir başka sohbet sırasında, “Ne dersiniz, 22 Temmuz’da seçim yapılabilecek mi?” diye soruverdim.
Ak Parti, seçim kampanyasında Anadolu’yu sallıyordu. Şehirlerde “bizim mahalle”nin “körleri” dışında ülkeyi olduğu gibi izleyen hemen herkes, Ak Parti’nin oy oranını arttırarak “tek başına” iktidara yürüdüğünü görüyordu.
Abdullah Gül, o sırada böyle bir soruya muhatap olmaktan ötürü yüzüne yerleşen belirgin bir şaşkınlık ifadesiyle, “Niye yapılmasın ki?” karşı-sorusuyla cevap verdi.
“Sizi iktidardan alaşağı etmek isteyen güçler, tek başınıza iktidara yürüdüğünüzü görüyorlar. Sizin tek başınıza ve güçlenerek iktidara geçirecek seçimlerin yapılamayacağı bir ortamı yaratmak isteyebilirler” dedim. “Ne yapabilirler ki?” diye yine bir karşı-soru yöneltti. Güngören’deki terör eylemine benzer kareler zihnimde canlandı. Ona göre bir cevap verdim. Bana, ortaya çıkartılan “Umraniye çetesi”ni hatırlattı.
*** *** ***
Bizim kuşağın yılların tecrübesiyle edindiği “doğal düşünce refleksi”nin “organik ifadesi” Ergenekon’un ta kendisidir. O nedenle, bizler, Ergenekon soruşturması başladığında, buna dahil olan isimlere de, iddianameyi gördüğümüzde orada görülenlere pek şaşırmadık. O nedenle, Ergenekon soruşturmasının, ben dahil bazılarımız “Cumhuriyet tarihimizin belki de en önemli gelişmesi” diye niteleyecek kadar altını çizdik.
Bu nedenle, sadece “Ergenekon medyası”nı değil, bu konuyu sulandırmaya çalışan ve “tarafsız” havalarda bizlere karşı “psikolojik savaş”ın gereğini yapanları da kaydettik ve unutmayacağız.
Güngören’deki alçakça terör saldırısını kimin yaptığını, dolayısıyla amacına ne olduğunu tam olarak bilmiyor olabiliriz. Ancak, yılların tecrübesinden süzülmüş olan “doğal refleksimiz” bunun sonuçlarının ne olabileceği sezgisiyle, amacın ne olabileceği yorumunu yaptırabiliyor.
Ergenekon iddianamesini ön yargısız okumayı deneyin; anlarsınız...
Paylaş