Paylaş
Hiçbir yerde bulunamayan herşeyin bulunabildiği, ülkenin bir numaralı “kaçakçılık merkezi” olarak ün yapan Yüksekova’da tam iftar saatine denk geldik, açık petrol istasyonu bulamadık. Bir süre daha mazot alamazsak, Türkiye’nin en yalçın noktalarının bulunduğu alanda gece karanlığında yolda kalacağız.
Yola devam, gözümüz mazot göstergesinde tedirgin biçimde yüce dağlar arasından Başkale’ye doğru yükseliyoruz. Yüksekova, upuzun, göz kamaştıran sivri diş gibi doruklu dağların arasında 1985 metre yükseklikte uzanan bir ovanın üzerinde. İl merkezi Hakkari’den daha büyük, 60 bin nüfuslu bir şehir. Başkale ise 2800 metreye varan yüksekliğiyle dünyanın en yüksekteki yerleşim merkezleri arasında sıralanıyor.
Yüksekova-İran ile Hakkari-Çukurca ve Başkale-Van tabelalarının kesiştiği kavşakta, jandarma durduruyor. “Kimliğiniz var mı?”
Minibüsün ön koltuğundan eğilip, sevimli jandarma askerine “Kimliğimiz var da, mazotumuz yok. Yakında bulamaz yolda kalırsak, ya dağa çıkacağız, ya gelip size sığınacağız ona göre” diyorum. Espri nosyonu hayli gelişmiş Ordu’lu delikanlının, “Vallahi, kendinizi nerede rahat hissederseniz, oraya gidin. Buraya gelirseniz, beklerim. Ben buradayım” diyor şakacılık ile özgüven karışımı bir edayla.
Tıpkı Şemdinli-Yüksekova arasındaki Uzunsırt karakolu gibi, Yeniköprü karakolu da dağdan iniş yolları aydınlatılmış, soluk ışıklar altında mevzileri seçilen adeta savaş durumunda bir askeri birlik manzarası sunuyor. Uzunsırt’ta toplar ve ağır silahlar dağa doğru çevrilmişti, orada kimlik kontrölünü Mardin-Midyat’tan gelen ve yine buradaki Ordu’lu kadar sevimli bir asker yapmıştı.
Van yakınlarında Gürpınar’da üzerinde “komando” yazılı bir grup, temiz yüzlü, hatta yakışıklı delikanlılar kimlik kontrolünü yaparken, “Başkale’de durum nasıl?” diye soruyorlar. Önceki gün mayın nedeniyle “iki şehit” haberi gelmişti oradan.
“Hiçbir gerginlik hissedilmiyor. Başkale kırsalında olmalı olay. Başkale’nin giriş çıkışlarında, şehrin kendisinde, gelip giderken hiçbir anormallik sezmedik...”
*** *** ***
Van’dan Türkiye’nin Güneydoğu’daki son ilçesine, yani Şemdinli’ye, bir başka deyimle Türkiye-İran-Irak üçgenin arasında kalan Türkiye topraklarının son önemli yerleşim merkezine gidene dek, bölgenin başka yerlerinde rastlamadığımız sayıda kontrol noktasından geçtik. Herbirinde sanki sözleşilmiş gibi seçilmiş tertemiz yüzlü, fidan gibi gençler. Kimisi jandarma, kimisi komando.
Herbiriyle şakalaşıyoruz. Onlarda şakaya şakayla karşılık veriyorlar. Bu diyaloglar sırasında ve ardından insanın içini hüzün kaplıyor; “Bu fidan gibi güzel yüzlü çocuklar acaba birer ‘şehit adayı’ mı?” diye. Son birkaç gün içinde Eruh ve Başkale’de yiten canlar da, işte bu delikanlılar gibiydiler.
Van’dan Şemdinli’ye, Hoşap-Başkale-Yüksekova güzergahından giderken ya da o yöne sapmayıp Hakkari-Çukurca yönüne gittiğiniz takdirde, nefes kesen güzellikteki vahşi ve dağlık bir coğrafyadan geçmek zorundasınız.
Göz kamaştırıcı, akşam güneş batışında renk değiştiren, mor tonlarıyla baş döndüren güzellikte dağlar ve dağ silsileleri.
Buralarda yaşam çetin ama bir yandan da herkes hayat dolu. Hayat dolu olduğu için de umutlar tükenmiyor. Yüksekova’dan Şemdinli’ye doğru dünyanın birçok yöresini gören benim gibi biri için dahi, ömrü boyunca gördüğü en güzel panoramalardan birini görerek, iniyoruz. Önce Haruna Geçiti. 2115 metre yükseklikteyiz. Biraz sonra yemyeşil dağ yamaçlarının, gürül gürül akan suların eşliğinde 1900 metre yükseklikte Şapatan Geçidi’ndeyiz.
Aşağıda Şemdinli, boz renkli yalçın dağ diplerinin arasında yemyeşil bir vaha gibi yatıyor. Aklıma bir buçuk ay önce Van güneyinde 3000 metre yükseklikteki Kırapet Geçidi’nden aşağıdaki Bahçesaray’ı (Müküs) gördüğüm an geliyor. İkiz kardeş gibiler.
Karayollarının dozerleri kuşların konmakta zorlanacağı diklikteki tepelerin üzerinde yol açmaya çalışıyorlar. Yol inşaatı nedeniyle 1900 metre yükseklikte rampada dakikalarca bekliyoruz. Tıkanan yoldaki araçlarının içinde, Şemdinlilerle sohbet ediyoruz. Pazartesi akşamı CNN Türk’te Hasan Cemal ile benim,Diyarbakır’dan başladığımız “Tecrübe Konuşuyor” adlı programını izlemiş olanlar var. Hatta birisi, “Siz dün Mardin’de değil miydiniz?” diye biraz şaşkınlıkla soruyor. Kasrı Kanco’dan Ahmet Türk’le yaptığımız söyleşiyi bir gece önce yayınlanmıştı. Ertesi gün öğle vakti, Yüksekova-Şemdinli arasında bir dağ başında bizi görünce şaşırıyor haliyle.
“Şu yolu açın, bir an önce Şemdinli’ye varmamız gerekir” demek için üstü başı, gözlükleri toza bürünmüş, dağlara egemenlik kurmak için gerçekten kahramanca bir mücadele veren karayolu görevlisinin yanına gidiyorum. Elinde flamasıyla yolu açıp kapıyor. Görür görmez “Vay Cengiz abi” diye yüzü ışıyor, “bütün yazılarını okuyorum haberin olsun...” Hakkari’liymiş ve Urfa’da meslek okuluna gidiyormuş, toza bulanmış gözlüklerinin ardından cin bakışlı gözleriyle o da pek sevimli genç adam. Meğerse, Hasan Cemal ile, onun hangi gazetede çalışması gerektiğine ilişkin bir sohbete koyulmuşmuş bile.
İran sınırı yakınlarında, Irak’ın kuzeyindeki Hakurk’a en yakın noktadaki Türkiye topraklarında bir dağ başında bizi okuyan, televizyonlarda izleyen insanları görmek tuhaf bir duygu uyandırıyor. En önemlisi, “sorumluluk” duygusu...
*** *** ***
Bu nefes kesici güzellikteki coğrafyayı süsleyen dağlarda askerler, karayolları görevlileri ve askerlerin burada bu yoğunlukta bulunmasına gerekçe oluşturan “dağdakiler”.
“Dağdakiler”, buraların öz insanları. Buralılar. Buradakilerin kardeşleri, çocukları, akrabaları.
O halde, “bu işte” bir “yanlışlık” olmalı. Bu “iş” artık bitmeli. “Dağdakiler”, dağda kalmayı sürdürmemeli, askerler de “şehitlik” beklercesine, elleri tetikte buralarda, “vatan toprağını korumak” gerekçesiyle de olsa, buraların ahalisine karşı mevzilenmemeli.
“Vatan toprağı”nı, vatanı zaten burası olan buranın insanlarının koruyacağı bir ortam olmalı ki, “bu iş artık bitsin”...
Şemdinli’de Türkiye’nin “en genç” belediye başkanının odasındayız. Kıbrıs’ta hukuk okumuş ve kısa süre avukatlık yaptıktan sonra 26 yaşında Şemdinli Belediye Başkanı seçilen Sedat Töre, yüzde 59 ile seçilmiş. “Düşük oy almışsınız” diyorum. Hasan Cemal, “İnsaf” diye sözümü kesiyor, “Yüzde 59 düşük olur mu hiç!”
DTP’nin, bir Cizre’li adayla Hakkari’yi yüzde 78, Yüksekova’yı ise Tatvan’lı bayan adayla yüzde 88’le kazandığına bakarak, “yüzde 59”u düşük bulduğumu söylüyorum. 26 yaşındaki Şemdinli Belediye Başkanı’nın çok genç olmasından gayrı bir başka avantajı, Şemdinli’li olması.
*** *** ***
Şemdinli’ler bölgenin her köşesinde hemen herkesten dinlediğimiz “temenni”yi aynen tekrar ediyorlar: “Artık bu kan dursun!”
Başka yörelerde olduğu gibi, Şemdinli’de çok ailenin “dağda” bir ferdi var. Belediye Başkanı gerçekçi, “Her haneden bir kişi dağda diyemem ama oran hayli yüksek yine de” diyor.
“Kanın durması” için kısa vadeli “Şemdinli şartı”, operasyonların durması. “Operasyon olduğunu nereden biliyorsunuz? Kan dökülmesinin, PKK saldırısından kaynaklanmadığını nereden çıkarıyorsunuz? “ diye sorarsanız, Belediye Başkanı Sedat Töre’nin cevabı hazır: “Eylemsizlik kararı almış ve hareket etmeyen PKK’lıların üzerinde, Kuzey Irak’a hava operasyonları devam ettiğine göre, içerde ‘eylemsizlik’ kararına uyan dağdakilerin üzerinde de operasyonların devam ettiğini anlayabilirsiniz...”
Şemdinliler, sık sık uçak seslerini duyuyorlar. Ne de olsa Hakurk, Şemdinli’nin güneydoğu yönündeki dağın hemen arkası. Uçak rotalarını da biliyorlar. “Kandil’i bombalamaya gidenler Çukurca güzergahı üzerinden uçarlar, buradan geçmezler” diyorlar.
Peki, “operasyonların durması”, kanın durması için yetecek mi?
Buna cevap, “Konuşmak ve çözmek için önce sükunet gerekir. Operasyonlar durur ve PKK da eylemsizliğe devam ederse, o sükunet içinde konuşulur, düşünülür ve çözüm yolları bulunur. Önce bir sükunet ortamı, onun için ise operasyonların durması” vurgusu yapılıyor.
Operasyonların durmasıyla sağlanacak sükunet, neyin konuşulması ve kanın durması için hangi öncelikli çözüm adımının atılmasını beraberinde getirmeli?
Tereddütsüz cevap “dağdakilere af”!
Bu konuda, bir Şemdinlili, “basit” de bir formül öneriyor: “Denecek ki, bu evin içinde bir kavgadır. Kavga bitmiştir artık. Herkes evine, işine dönsün.... He, bu iş böyle biter...”
*** ***
Şemdinli dönüşü gecenin bir vakti, bu diyalogu Van’da aktardığımız Siirt kökenli bir iş adamı dostumuz, gülerek, “Tam Kürt anlayışı işte bu. Aşiret kültüründen gelir. Kan davası böyle çözülür. Taraflar barışmak için bir yemekte beraber olur ve yaşanmış olanlar hiç yaşanmamış farzedilerek, barışılır...”
Bu basit ve yalın “Şemdinli değerlendirmesi”nden çözüm için “iyimserlik” üretebiliriz.
Şemdinli, Türkiye’nin en ücra köşesinde, en dağlık ve kimilerinin korktuğu “kopma”ya “bölünme”ye en uygun noktasında. Şemdinli’de insanlar olan-biteni “evin içinde bir kavga” ve “ev içinde olur böyle şeyler” bakış açısıyla artık bitirilmesi gereken bir durum olarak görüyorlarsa, Türk-Kürt, Türkiye’nin “ortak geleceği” için umutlu olabiliriz.
Yarın: Güneydoğu’da 1500 kilometrenin değerlendirmesi...
Paylaş