Paylaş
Diyarbakır, ardından Mardin yolundan sapıp Mazıdağ ve Derik üzerinden Kızıltepe-Viranşehir yolundan sapıp Kasrı Kanco. Aynı gece Kızıltepe üzerinden Mardin. Sabahın erken saatinde Midyat-Hasankeyf-Batman-Beşiri-Kurtalan-Siirt üzerinden Eruh.
Eruh’tan Siirt’e dönüş, Veysel Karani’nin önünden geçip Baykan-Bitlis-Tatvan ve Van. Ertesi sabah, Van-Hoşap-Başkale-Yüksekova-Şemdinli ve dönüş yolundan Van’da nokta.
21 plakalı minibüsün direksiyonunda onun için de bazı köşelerini ilk kez gördüğü Güneydoğu coğrafyasında yörenin çocuğu Erkan, uzun turumuzun kilometre hesabıyla bilançosunu söylüyor:
1465 kilometre!
İlk iki gün boyunca Diyarbakır’ın içindeki hareketimizi de hesaplarsak, aşağı yukarı 1500 kilometre. Birçok anı, bölge insanlarıyla yüzyüze sohbetlerle dolu, olağanüstü güzel bir coğrafyada sürekli hareket hali.
Öyle bir coğrafya ki, şarkısız türküsüz yol alınmaz. Zaten Hasan Cemal, ikide bir minibüsün en arkasından “Erkaan, koysana oğlum şu Aram Tigran’ı” diye haykırıyordu, cdçaların sesini de en yükseğe çıkarttırarak. Minibüsün için Aram Tigran’la, Aynur’la, Ahmet Kaya ile inledi durdu.
Sezgin Tanrıkulu, biz Diyarbakır’ı terketmeden Aram Tigran cd’sini elimize tutuşturmuştu. Bir gece önce, Kervansaray (Deliller Hanı) avlusunda çektiğimiz televizyon programının kapanışında Rojin, Aram Tigran’ın “Ay Dilbere”sini söylerken, hemen sağımda oturan Sezgin Tanrıkulu’nun gözlerinin ışıldadığını, mırıldanarak şarkıya katılmıştı. Yayın süresi bittiği için, şarkının son bölümünün söylenmediğini farkeden Ak Parti milletvekili, eski Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, hemen telefon açıp, niye şarkının son bölümünün kesildiğini sormuştu. Oysa, biz, şarkının tümünü dinlemiştik.
“Ay Dilbere”, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Güneydoğu’da herkesin “tarihi” saydığı 11 Ağustos konuşmasında adını andığı Feki Teyran’ın bir şiiri.Feki Teyran, 16. Yüzyıl’da yaşamış büyük Kürt şairi, destan ve masal yazarı. 7’den 70’e tüm Kürtler, Feki Teyran’ın bu şiirini ve Aram Tigran bestesinibiliyorlar.
“Ey dilbere de menale
Feqiye Teyran edi kal e
Nexweşeki pir behal e”
Ne mi demek?
Bilenler bilmeyenlere öğretsinler...
*** *** ***
Türkiye’nin en temel sorununa ilişkin en temel sorunlarından biri zaten Türklerin hatırı sayılır bir bölümünün Kürtleri, Güneydoğu’nun özelliklerini, şartlarını, tarihçesini, insanların algılamalarını, ruhi yapısını, kültürlerini ve dolayısıyla “Kürt sorunu”nun ne olduğunu bilmemeleri.
Hasan Cemal ile “işe” oradan başlamamızın nedeni de, “Kürtlerin Türklere kendilerini anlatmaları”na aracı olmak içindi. “Açılım süreci”, “Demokratik Açılım” gibi ürkek ve utangaç sıfatların ardına gizlenmeye çalışılan, Başbakan’ın ilk başta cesurca “Kürt Açılımı” diye nitelediği sürecin doğru yönde yol alması, Türk kamuoyunun desteğine muhtaç. Türk kamuoyunun işin “vicdani boyutu”nu kavraması zorunlu. Kürtlerin de kendilerini Kürt olmayanlara anlatması, tanıtması, kavratması şart.
Ne yani; bunca yıldır bu yapılmadı mı?
Hayır, yapılmadı. Hala gereğince yapılmış sayılmaz. Bu işin ardında kökleri ta seksen küsur yıl öncesine giden yanlışlar var. Bunun üzerine bir de son çeyrek yüzyılın, 25 yılın kanlı bilançosunu ekleyin. Uzun bir sürecin daha çok, çok başındayız.
Türk kamuoyunun ve milyonlarca Türk’ün desteği ne kadar önemliyse, Kürt zihninin derinliklerine girmek, Kürt ruhunu kavramak ve kazanmak da, “mutlu son” için “olmazsa olmaz” şart.
“Türkiye’nin Batı’sı”, “Güneydoğu”sunun gerçeklerini ya az, ya hiç, ya yanlış ya da çarpıtılmış biçimde biliyor. On yıllardır bir eğitim tarzı ve çarpık devlet anlayışıyla Kürtler konusunda çarpılmış zihinler söz konusu. Daha çok yakın geçmişe dek, Kürtler, Kürt kimliği, Kürt olgusu inkar edilmiş, reddedilmişti. Şimdi bir-iki iyileştirme girişimiyle her şey süt-liman oldu, tüm güvensizlikler ve son 25 yılın “kan davası” özellikleri kazanmış çatışması, henüz silahlar elden bırakılmadan silindi gitti mi sanıyorsunuz?
Tersine, “Kürt Açılımı” öyle dinamikleri kendiliğinden harekete geçirmiş durumda ki, Türkiye’nin çok yerinde çok büyük ve anlamlı adım sayılabilecek –aslına bakarsanız henüz yapılmış da olmayan- uygulamalar, Kürtleri kesmeyecek.
Eruh’ta bir Siirt İl Encümen üyesinin bize söylediği ilginçti: “Benim üç amca oğlum, 1990’lı yılların başından beri dağda. Neredeler, Türkiye sınırları içinde mi, dışında mı; hayattalar mı, değiller mi? Onu bile bilmiyoruz. Şimdi bana senin köyünün asıl adını iade ediyoruz deseler ve amcamın oğullarını, kardeşlerimi öldürmek için peşlerine düşseler, benim için mesele bitmiş mi olacak? Yer isimlerini değiştirilmesi politikası terkedildi diye rahatlayıp, amca oğullarımın, kardeşlerimin peşine düşülmesini unutup, onlara sırtımı mı çevireceğim? Benden bu mu beklenecek?”
*** *** ***
Bu söylem, her yerde karşımıza çıktı. Bizi o gün, orada yani yaşadıkları yerde hiç beklemeyen, aniden karşılarına çıktığımız, isimlerini bile hala bilmediğimiz onlarca insandan Güneydoğu’nun her yerinde benzer öyküler, benzer tepkiler dinledik.
Diyarbakır havaalanında geçen hafta Pazar akşamı minibüsünün kapısından içeri girdiğimiz andan beri ağzının açıldığına, sesinin çıktığına pek tanık olmadığımız şoförümüz Erkan’ın da 1500 kilometrelik uzun turun sonlarına doğru dili çözüldü.
- Bu söyleyen kim? Bu Ahmet Kaya’nın sesi değil...
- Civan Haco’dur.
- Diyarbakır’a gelmişti galiba. Batman’da da konser vermişti.
- Diyarbakır’dakine gitmişim. İstasyon Meydanı’daydı. Çok kalabalıktı.
Van il sınırlarında Hoşap-Gürpınar arasında, turumuz tamamlanmak üzereyken Erkan’la sohbet,Aram Tigran, Civan Haco, Şivan Perver derken, koyulaşıyor.
-Erkan senin ailende hiç “dağ”da olan var mı?
- Bir amca kızım dağdadır. Bir amca kızım da orada can vermiştir. Üçüncüsü, yolda geçtik, Midyat’ta cezaevindedir. 36 yıl yedi. Herhalde o da orada can verir.
- Kaç yaşında?
- 40 olmuştur.
- Kaç yıldır hapiste?
- 13 yıldır.
- Amcan onu görmeye gidiyor mu?
- Amcam dağda can vermiştir!
*** *** ***
Kürtlerin ezici nüfus çoğunluğu ile ve yüzyıllardır yaşadığı Güneydoğu coğrafyası dağlarla süslü. Kürtler için “dağlar” ya dağları, Türkiye’nin diğer yönlerinden bakıldığında görüldüğü gibi “ülkenin güvenliğine kasteden yasa dışı faaliyet alanları”nı”, “PKK’lı teröristlerin son kalanının etkisiz hale getirileceği” bir “isyan mıntıkası”nı ifade etmiyor.
Baskılardan kaçışı, inkar karşılığında varoluşlarını, özgürlüğü de ifade ediyor. Ve, en önemlisi insan kayıplarını, çilelerini, acılarını temsil ediyor.
O yüzden, “dağdakiler” ile “ovada kalanlar” ve şehirlerde yaşayanlar arasında hem “kan bağları” var ve onun olamadığı çok istisnai durumlarda “duygusal bağlar” var.
Türkiye’nin esenliği “dağdakiler”i indirmekten ve aynı şekilde aşağıdakileri “dağa çıkartmamak”tan geçiyor. Yani, silahların susmasından, şiddet ortamının son bulmasından. Ve buna en çok Kürtlerin ihtiyacı var.
Diyarbakır’da son birkaç ay içinde 600 kişinin “dağa gittiğini” öğrenmiştim. “Dağ” Kürtler için cazibesini korudukça, bu “süreç” yol almaz.
Aynı şekilde, “Dağdakiler” kaderlerinin ne olacağını beklerken, “dağdan” nasıl inecekleri üzerine çalışmalar sürerken, operasyonlarla üzerlerine gidilir ve o operasyonlar her gün yeni “şehitler” üreterek, Türkiye’ye gererse, bu “açılım süreci” bir yerde yine tıkanır.
*** *** ***
“Güvenlik güçlerinin Türkiye topraklarındaki tek meşru kuvvet olduğu gerçeği göz ardı edilemez. Başka bir silahlı oluşumu yok etmek, onun anayasal ve yasal görevidir” gibisinden klişeler ve ezberlerin arkasına sığınmaya devam edersek, birinci kareye geri dönmüş oluruz ve kan –karşılıklı olarak- dökülmeye ve Türkiye’nin bütünlüğü –en azından ruhi olarak- sarsılmaya devam eder, gider.
Ahmet Altan’ın dün yazdığı gibi “Tamam, hiçbir devlet dağda silahlı adamların dolaşmasına izin vermez. Ama ‘özel’ bir süreçten geçiyoruz. 25 yıldır dağdan ‘silah zoruyla’ indirilmeyen insanların şimdi ‘barış’ yoluyla inmeleri söz konusu. Buna bir şans tanımanın neresi kötü?”
Bir haftalık yoğun ve uzun ve esas olarak sessiz ve isimsiz insanları dinlediğimiz Güneydoğu turunun “en önemli dersi” ile yazı dizimizi noktalayalım:
Asker, operasyonlarını bir süre için durdurmazsa, şehit cenazeleri bölgeden gelmeye devam edecek ve Kürt Açılımı adı verilen süreç dinamitlenecek...
Paylaş