Paylaş
Onu her gördüğüm an, 1976’da Beyrut İç Savaşı sırasında onu ele geçirmek için yamaçlarına düşen Fetih’li arkadaşlarım aklıma geliyor. “Saraya” Tullabiyye ya da “Öğrenci Tugayları” Fetih’in bir başka deyimle Filistin dünyasının en seçkin entelektüel kadrolarını içinde barındırıyordu ve birçoğu Sannin’de can verdiler.
Gazze’de olup-bitenlerden sonra, o günlerden geçmiş arkadaşlarla Sannin’i, Ramallah’ın yanı başındaki Bir Zeit’de doğup 30 yaşında Sannin’de toprağa düşen ortak arkadaşımız Abu Halit Corc’u konuşuyoruz. Boş yere mi öldüler onlar? Uğruna onca (binlerce) can verilen “davâ” bugün, Fetih’in, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün ödediği fiyata oranla pek de yüksek fiyat ödememiş saydıkları Hamas tarafından mı devralınacak?
Filistin halkının içindeki Fetih-Hamas bölünmesi, Filistin hareketinin yıllarca en önemli cephe gerisini oluşturan, uzun dönem Filistin Kurtuluş Örgütü’nün merkezi olan Beyrut’ta ve Lübnan’ın her yerinde “Fethavi-Hamasi” yani Fetihliler veya Fetih yanlıları ile Hamasçılar arasında ayrılıklar olarak yansıyor. İşin ilginç yanı, Lübnan Sünnileri –siyasi İslamcı kesimleri dışında- Fetih’e sempati duyarlarken, Hizbullah yanlısı Şiiler, bir İslamcı Sünni örgütü olan Hamas’ın yandaşları. Lübnan’daki Filistinlilerin çoğunluğunda ise Fetih’in borusu ötüyor.
Sorun, tam da burada zaten. “Fethaviler”, fena halde demoralize, süngüleri düşük durumda. 27 Aralık’ta (2008) başlayan İsrail’in Gazze saldırısı, Filistinliler arasında Fetih’e destek oranının Hamas’ın tekrar üzerinde bir çıktığı dönemde, Fetih’in (Mahmut Abbas’ın) kredisinin tükenmesine yol açarken, Hamas’a bir “hayat öpücüğü” haline gelmiş. Siyaseten Mahmut Abbas’ın (Abu Mazen) esamisi okunmaz iken, “Hamas’ın müzakere sürecinin bir parçası haline gelmemesi durumunda Filistin sorununun asla çözülemeyeceği” genel kabul gören bir olgu haline dönüştü.
*** *** ***
Ortadoğu’daki gelişmelere Bush’tan farklı biçimde eğilen Barack Obama, “iki devlet” ilkesini (yani bağımsız Filistin devletinin de kurulması) yeniden canlandırdı.Üstelik Yahudi kökenli Dennis Ross yerine yarısı Lübnanlı olan George Mitchell’e “Ortadoğu dosyası”nı vererek, koyu ve katı İsrail yanlısı çevreleri rahatsız etti. Ne var ki, Obama, aynı zamanda, “İsrail’i tanıması, Güney İsrail yerleşimlerine roket saldırılarını durdurması ve FKÖ’nün İsrail’le yaptığı önceki anlaşmaları kabul etmesi”ni Hamas’ın “meşruiyeti” için “ön şartlar” olarak ileri sürdü. Yeni Amerika, Hamas’ı tanımamakla ve “Filistinlilerin temsilcisi” olarak kabul etmemekle birlikte, ilke olarak onunla görüşülmezliği savunmuyor. Yani, yukarıdaki şartlar yerine getirildiği takdirde, Hamas’ın müzakere sürecine dahil edilmesine ses çıkartmayabilir.
Amerikalılar, bu arada Gazze saldırısıyla “meşruiyet halısı” altından çekilmiş olan Mahmut Abbas’ı ve Ramallah’taki Filistin Yönetimi’nin başbakanı Selim Fayyat’ı “meşru otorite” ve “Filistinlilerin temsilcisi” olarak kabul ediyorlar.
Bundan sonra, yani Gazze ateşkesinden sonra “süreç”in nasıl ilerleyeceği tam Arap saçı. Hamas üzerinde bunca tartışma, değerlendirme vs. yapılıyor ama Hamas’ın “müzakere sürecine dahil olmak” gibi özel bir hevesi de yok. Hamas için öncelikle olan, Fetih’in süngüsünün düşüklüğünde yararlanarak, kendisini bir zamanlar Fetih’in kontrolündeki Filistin Kurtuluş Örgütü’nün olduğu gibi “Filistin halkının biricik meşru temsilcisi” olarak kabul ettirmek.
Gazze ile birlikte öyle bir noktaya varılmış durumda ki, “Hamas’sız bir Filistin müzakere süreci” de, “Filistin sorununa çözüm” arayışı da gerçekçi değil.
Dolayısıyla, şu sıradaki “temel sorun”, Filistin ulusal birliğini yeniden tesis etmek. Fetih ile Hamas arasında uzlaşma sağlamak, bunun mekanizmasını oluşturmak. İsrail’in basmakalıp “Biz hazırız ama Filistin tarafında muhatabımız yok” kozunu anlamsız kılmak.
İsrailliler, önce “ulusal ikon” Filistin Yönetimi Başkanı Yasir Arafat’ı Ramallah’ta karargâhında yıllarca kuşatma altında tuttular. Ariel Sharon için Arafat “Filistinli partneri olamazdı” çünkü o muhatap alınamayacak kadar “devre dışı” olarak “irrelevant” sözcüğüyle tanıtılıyordu. Arafat’ın ölümünden sonra Abu Mazen’in elini güçlendirecek, onun meşruiyetini arttıracak hiçbir şey yapmadı İsrailliler. Şimdi de “Mahmut Abbas’ı muhatap kabul etmek” ve Hamas’ı reddetmekle, Filistin Yönetimi (ve Fetih) Başkanı’nı aslında sıfırla çarpmış oluyorlar. Hamas’la da olmaz. Peki kiminle olur?
İsrail gerçekten bir “toprak tavizine dayalı” bir barışçı çözüm veya gerçekten “denizden nehire” yani Akdeniz’den Ürdün (Şeria) nehrine kadar olan alanda “iki devlet” istiyor mu?
Pek şüpheli.
Yine de, Ortadoğu’da Gazze’de işler kendi haline bırakılmayacak kadar kırılgan ve patlamaya hazır. Amerikan diplomasisi harekete geçecek. 10 Şubat’taki İsrail seçimleri beklenecek ve İsrail’deki “muhatap”ın kim olduğu anlaşılacak. Önümüzdeki zaman zarfında “Filistinli muhatabı” oluşturmak için bir faaliyet sürecek.
Türkiye’nin, Tayyip Erdoğan’ın görünürde İsrail’le köprüleri atmış haline rağmen, devrede yine de olabileceği döneme doğru yaklaşıyoruz.
*** *** ***
Ortadoğu, yakın tarihinin en hazin manzaralarından birini yaşıyor. Filistinliler arası derin bölünme; Arap dünyasında önü alınamaz haldeki büyük kutuplaşma, Arap rejimleri ile “Arap sokağı”nın arasında derinleşen uçurum. İsrail, zaten tam da böyle bir manzaradan yararlanarak büyük bir katliam boyutuna erişen Gazze saldırısını gerçekleştirebildi.
İsrail’in Gazze saldırısı, Siyonist devletin pervasızlığını yansıttığı kadar, ona imkân veren bölgesel ortamı, Arap dünyasının müthiş zayıflığını da ifade ediyordu.
Saldırı, zayıflığın ölçülerini gün ışığına çıkarttığı kadar, boyutlarını daha da arttırdı. Lübnanlı dostlardan biri, “Tıpkı 1948 gibi, tıpkı 1967 gibi şuna da büyük bir hezimete uğradık desek ya” demekten kendini alamadı.
Hal bu iken, bundan sonraki süreçte “Filistin temsili”ni sağlayacak “ulusal birlik” nasıl elde edilecek?
Bir başkası, “Bölge çapında Arap kutuplaşması bir bölgesel uzlaşmaya dönüşmeden olabilecek şey değil” diyor. O noktada naçizâne müdahalemi yapıyorum: “O yüzden Abu Mazen’i artık Filistinlileri temsil etmiyor saymanın anlamı yok. Zira Abu Mazen bölgenin Sünni Arap rejimlerinin tercih ettiği Filistinli. Yani Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan’ın… Tıpkı, İran ve Suriye’nin Hamas’ı tercih etmesi gibi.”
Bu “mülahaza” genel bir kabule ve onaya sahip.
İşte, bu yüzden Başbakan’ın “Hamas yanlısı” görüntüsü işlevsel bir değer taşıyabilir. Türkiye, Arap ülkesi değil, İran gibi “sorunun tarafı” sayılan bir bölge ülkesi de değil. Üstelik, bölgenin Sünni Arap aktörleri tarafından geniş anlamda “aileden” görülen ve “ailenin diğer mensupları”nın aksine Hamas’ı kollayan tek ülke görüntüsünde.
Türkiye’nin gelinen nokta İsrail-Suriye müzakerelerinde rol oynayabilme şansı pek kalmamışa benziyor ama “Hamas’ın durumu” ve Hamas’la şu dönemdeki ilişkisi sayesinde, Amerikan girişimlerinde, Mısır-S.Arabistan damgalı çabalarda, önümüzdeki dönemde Ortadoğu’daki süreçte “aktivist” ve üstelik itibarlı bir oyuncu olarak yerini alma şansı mevcut.
Beyrut izlenimlerine yarın devam edelim…
Paylaş