Paylaş
Fransız Riviera’sına, Fransa’daki adıyla Cote d’Azur’e şu sırada niçin gideceğimi söylediysem, işitenler hafif alaycı bir tebessümle baktılar yüzüme.
Oysa gayet ciddi ve geçerli bir gerekçeydi. Zaten önceki gün Sabiha Gökçen’den havalanan uçağımızda Türkiye’nin çeşitli alanlarda tanınan 165 kişisiyle birlikte yola çıkmış olmam bile şu sırada Cannes’da bulunma gerekçemim ne kadar ciddi ve geçerli olduğunu bana bile anlatıyordu.
Fenerbahçe kız voleybol takımının “Final Four”a yani “Son Dört Takım” arasına kaldığını ve “Avrupa Şampiyonu” olma ihtimalinin çok yüksek olduğunu, tarihte ilk kez bir Türk takımının voleybolda “Avrupa Şampiyonu” olduğunu görmek ve yaşamak için Cannes’a gittiğimi, çünkü “Final Four”un bu yıl Cannes’da yapılacağını söylediysem de, inanmak istemeyen alaycı bakışlardan kendimi kurtaramadım.
Oysa, gerekçe buydu ve ciddiydi. Üstelik ben bir Fenerbahçeliyim.
Yine de en yakın dostlarım bile dudak büktüler. Önceki gün dünyanın dört bir yanını dolaşmış ama her nasılsa dünya jet setinin fink attığı buralara ilk kez gelmiş olan ben, Cannes’dan kıyı yolunu izleyerek Antibes üzerinden Nice’e giderken, Cem Duna telefonla aradı. O sırada onun çok iyi bildiği Juan-les-Pins’den geçiyordum. “Ne işin var orada” diye haykırdı telefonun öbür yanından.
“Fenerbahçe kız voleybol takımı...” diye söze girecek oldum, “Bırak; ne işin var, ne ilgin var senin voleybolla” diye Cote d’Azur’de bulunma gerekçemin ciddiyetine inançsızlığını belirtti.
Nazlı Ilıcak, “Twitter” üzerinden Cannes’da bulunduğumu öğrenince hemen bir mesaj göndermiş. Bilgisayarımı açınca gördüm, “Hayrola Cengiz!” diyordu “İş için gittiğini söyleme...”
*** *** ***
Cannes denince akla her yıl Mayıs ayında yapılan film festivali, daha da ön planda şehrin önünde boydan boya uzanan Boulevard de Croisette’in önünde uzanan plajlarda belden yukarısı çıplak film yıldızı adayları ve onların fotoğraflarını çekmek için pusuda bekleyen “paparazzi”ler geliyor besbelli. Bizim ismimiz zihinlerde bir türlü Cannes’la buluşturulamıyor.
Ben kaldığımız Cannes’da da, ilk kez gördüğüm Nice’de de pek yabancılık çekmedim. Nice’de Cannes’daki Boulevard de Croisette’in çok daha büyük ve uzunu olan, denizin hizasında plajlar boyu uzanan Promenade des Anglais de çok tanıdık geldi.Çocukluk ve gençlik dönemlerinde izlediğimiz Jean Paul Belmondo’lu, Alain Delon’lu, Brigitte Bardot’lu Fransız filmlerinin çoğu bu görüntülerin önünde ve içinde çekildiğimiz için olsa gerek.
Cannes’daki otelimiz Martinez, 80 yaşına basmış. Otel dergisi Martinez’de kalmış olan 80 ünlünün fotoğrafını basmış. Yok yok. Penelope Cruz’dan Scarlett Johansson’a, Naomi Campbell’den Monica Belluci’ye, Kylie Minogue’dan Ivana Trump’a, Brad Pitt ve Angelina Jolie’den Jennifer Aniston’a, Leonardo Di Caprio’dan Sharon Stone’a, Claudia Schiffer’a zamanelerin bildiği şöhretlerden, bizlerin çoktandır bildiği Woody Allen, Claude Lelouch, Roman Polanski gibilerine uzanan bir galeri.
Onlar o kadar aşina yüzler ki, aynı kapıdan girip çıkarken, aynı resepsiyonun önünde dizilirken, aynı kahvaltı salonunda, otelin önündeki kafede otururken, odamıza gitmek için aynı koridorlardan yürürken, sanki buraya sık sık gelmişim, çok bildik tanıdık bir yerdeymişim gibi bir duyguya kapılıyorum.
Yine de buradaki bulunuşumu “paparazzi” geleneğinden ayırmak amacıyla anlamlandırmak için olsa gerek, “çevre”nin başka özelliklerini yakından tanımaya gayret ediyorum. Örneğin Picasso, İkinci Dünya Savaşı’nın büyük bölümünü Paris’te geçirdikten sonra Antibes’e yerleşmiş ve orası en üretken olduğu bölüm imiş. Napoleon, Antibes Kalesi’nde hapis kalmış. Demek ki, Cannes’dan Nice’e giderken Antibes’e uğramak ve zaman harcamak gerekiyordu.
Nice’in biraz yukarısında, tepelik bir alandaki St.Paul-de-Vence’ta Marc Chagall gömülü. Modigliani de orada bulunmuş. Matisse, Nice’te. Ömür boyu isimleri kulaklarımızı doldurmuş, ölümsüz yapıtları bilgilerimizi ve ölçülerimizi zenginleştirmiş nice sanat ve kültür insanı, yaşamak ve çalışmak için buraları seçmişlerse, bunun bir kerameti olmalı diye düşünüyor ve çevreme gözümü dört açıyorum.
Ne var ki, Cote d’Azur’da şu sıralarda bulunmanın asıl ciddi ve geçerli gerekçesini unutmamalıyım. Türkiye’deki dostlar ne kadar dudak bükerlerse büksünler...
*** *** ***
Fenerbahçe Acıbadem adını taşıyan dünyanın en iyi voleybol oyuncusu Rus Gamova ve Avrupa’nın en iyilerinden Hırvat Osmokroviç’le güçlenmiş kız voleybol takımımızı “Avrupa Şampiyonu-2010” olarak görebilmek için şu sıralarda buralara gelmek benim için en ciddi “iş”.
O “Avrupa Şampiyonu” olma mücadelesine tanık olmak için, Avrupa’nın en güneyinde Akdeniz’in mavi sularının yanıbaşında olmak yerine “Final Four” Avrupa’nın en kuzey noktasında, Kutup dairesinin buzlu sularının yanıbaşındaki Norveç’in Nordkapp’a gitmek gerekseydi yine giderdim. (Bu arada 2007’nin Türkiye’de kader seçimi olan 22 Temmuz’dan üç hafta önce, Norveç sahillerini dolaşarak Nordkapp’a gitmiş olduğumu da itiraf edeyim.)
Çünkü ben herşeyin başında ve her şeyden önce Fenerbahçeliyim!
Şimdi Cannes’da Fenerbahçe Acıbadem’li. Zira kız voleybol takımımızın sponsoru, Türkiye’nin en parlak girişimcilerinden, Acıbadem hastaneler zincirini kuran ve onu dünyanın en iyi sağlık kurumlarından biri haline getiren, kendisi de esaslı bir Fenerbahçeli M.Ali Aydınlar. Aralarında birçok Galatasaraylı ve Beşiktaşlı bunca ünlü Türk şahsiyetini örgütleyip Cannes’e yönelten de o. Kız voleybol takımının adı da Fenerbahçe Acıbadem.
Boyunlarımızda üzerinde Fenerbahçe Acıbadem yazılı ve armamızla süslü atkılarımızla birazdan Palais des Victoires’in (Zaferler Sarayı) yolunu tutup, Fenerbahçe Acıbadem’in önce Cannes, onu aştığımız takdirde bugün iki İtalyan takımından biri, ya Navarro ya da geçen yılın Avrupa Şampiyonu Bergamo karşısındaki Avrupa şampiyonluk zaferini izlemeye gideceğiz.
Şu hafta sonu kendim için bundan daha öte bir mutluluk ortamı bulacağımı sanmıyorum.
Fenerbahçe Acıbadem kız voleybol takımı 2010 Avrupa Şampiyonu. Bunu bilerek,Cannes’da “Zaferler Sarayı”nda öyle bir “zafer”i görmüş yaşamış biri olarak Türkiye’nin başdöndürücü ortamına geri dönmekten şu sıralarda daha büyük mutluluk ne olabilir?
Görüleceği gibi gayet ciddi ve geçerli bir gerekçeyle Cannes’dayım.
Çünkü ben Fenerbahçeliyim!
Paylaş