Ergenekon faturası

Türkiye’nin son günlerdeki gündeminin üst sırasına yerleşen ve “basın özgürlüğü” ve “muhalefet hakkı” gibi kavramlara ilişkin hararetli tartışmalara yol açan gelişmeden, haftasonu Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile birlikte Tahran’a ayak bastığımız sırada haberdar olduk.

Haberin Devamı

Açıkçası Soner Yalçın ve Odatv yöneticisi bazı kişilerin gözaltına alındığını duyduğumda, büyük bir şaşkınlık yaşamadım. Zira son günlerde Ergenekon ve Balyoz gibi yargı süreçlerinin canlandığı dikkatimi çekiyordu. Söz konusu gelişmenin, bu çerçeveyle ilgili olduğu hemen aklıma geldi. Bir an bile, konu ile “basın özgürlüğü” ve “muhalefet hakkı” arasında bağlantı kurmadım.
Odatv ve başında bulunan, dün tutuklanmış şahsın,  bir “dezeneformasyon  üretim merkezi” ve “nefret söylemi ile kişilik katli karargahı” olarak çalıştığını bildiğim için, orasını bir “basın kuruluşu” olarak hiçbir zaman görmedim. İsminde “tv” harflerinin, mensuplarının cebinde basın kartı bulunması, orasını “basın kuruluşu”, mensuplarını da mesleki olarak “gazeteci” saymaya yetmiyordu.
Beni şaşırtan, haftasonu gözaltına alınanların üçünün dün Ergenekon ile bağlantılı olarak tutuklanmaları olmadı.
Ne oldu?
Bunca yıldır Ergenekon karartmasıyla dikkati çekenler, Taraf gazetesine açılan sayısız dava, örneğin Neşe Düzel’in yaptığı haftalık röportajlardan ötürü hakkında onlarca yıl hapis istemiyle tüm zamanını adliye koridorlarında geçirmesi karşısında kımıldamadılar. Hrant Dink cinayeti, Pınar Selek davası, KCK tutuklamaları söz konusu olduğunda parmaklarını kıpırdatmadılar. Ama ne vakit Ergenekon-Balyoz gibi gelişmeler öne çıksa, derhal “korku cumhuriyeti” tevatürü üretmeye başladılar. Bunlar, hafta başından beri gazete köşelerinden, internet üzerinden ve televizyon ekranlarından, sanki, “basın özgürlüğü”ne saldırı varmış ya da Türkiye’de “muhalefet” bastırılıyormuş havasını yaydılar.
Beni şaşırtan bu da değil. Bu “koro”ya katılmaması gerekenlerin –kısık sesle de olsa- koroda yer almaları...
Elmayla armutu karıştırmayanlar
Bu vesile ile, daha ilk andan itibaren, en umulmadık isimlerin de yer aldığı “koro”ya karşı duran ve “işin özü”nü hatırlatan Akşam gazetesi yazarı Nagehan Alçı’yı kutlamak gerekiyor.
Bir başka kadın yazar, Gülay Göktürk, “aceleciler” diye nitelediklerine dün köşesinden şöyle seslendi:
“Bir tiyatrocu, heykeltraş, ya da ressam aynı zamanda iflah olmaz bir dolandırıcı olabilir. Böyle bir insan tutuklanınca bunun adı ‘sanat düşmanlığı’ mı olur? Bir edebiyatçı karısını öldürme şüphesiyle gözaltına alınınca, ‘Vay yazarları gözaltına alıyorlar, bunlar kültür düşmanı mı’ mı dersiniz?
Şu anda Soner Yalçın ve Oda TV çalışanları hakkında yapılan tam da bu... Bir insan hem gazeteci hem de darbe örgütü üyesi olabilir. Ve o insan darbe örgütüne üyelik suçlamasıyla tutuklandı diye basın özgürlüğü zedelenmiş olmaz. Ergenekon’un gönüllü avukatları bir zamanlar Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay için yaptıklarını şimdi de Soner Yalçın için yapıyorlar. Sanki bu şahıslar gazetecilik faaliyetlerinden ötürü yargılanıyorlarmış gibi, etraflarında mesleki dayanışma adı altında koruyucu bir kalkan oluşturulmaya çalışılıyor.”
Ergenekon üyeliği başvurusu
Son günlerin ilginç gelişmelerinden biri, “Ergenekon’un gönüllü avukatı”ndan koltuğunu hiç hesapta olmayan bir gelişme sonucu devralan yeni CHP Genel Başkanı’nın, “Ergenekon üyeliği başvurusu”nda bulunması oldu.  “Odatv operasyonu”nun “basın özgürlüğü” konusunun boyutları dışında önem taşıdığının kanıtı, Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu çok talihsiz “başvuru”sunun, Odatv ile ilgili gelişme üzerine ortaya çıkması.
İşin “ironi”si bir yana, Kemal Kılıçdaroğlu, bu son çıkışıyla, partisiyle birlikte kendi geleceğini ciddi biçimde tehlikeye attı. Ona ilişkin kuşkular hep bulunmakla birlikte, açılmış bir “kredi”, verilmiş bir “avans” da vardı. Zaten öyle olduğunun farkında olduğu için, kısa süre önce, “liberal” diye nitelediklerine “CHP davetiyesi” iletmişti.
Demokratik-sivil bir anayasa, yargı reformu gibi temel konuların dışında, “liberal” diye genelleştirilen ve asla “homojen” olmayan ama Türkiye’nin entelektüel iklimini belirleyen çevrenin, “olmazsa olmaz”ı, bir anlamda “ortak paydası”, Ergenekon’dur. Daha doğrusu, Ergenekon’un Türkiye’nin geçmişinde ifade ettiği anlam, bugününe bıraktığı tortu, geleceğine dönük olarak tümüyle ortadan temizlenmemiş  “tehdit” niteliğidir.
ANAP  ve DYP’nin kefeni
Halkın çok büyük bir kesiminin belirlediği “siyasi ölçü” de odur; yani “Ergenekon genellemesi”ne ilişkin algısı.  Zaten, aritmetik anlamda sayıları pek az olan “liberaller”in sinerjik gücü de halkın büyük kesimiyle buluşmaktan geliyor. Ak Parti’nin çekirdek oyunun çok üzerinde olarak, 2007’de elde ettiği oran da, “Ergenekon” nasıl bir anlamı temsil ediyorsa, onun karşısında mevzilenmesinden kaynaklanıyor.
Tıpkı, 2007’de Cumhurbaşkanlığı krizindeki tavırları nedeniyle ANAP’ın ve DYP’nin siyaset sahnesinden silinmiş olması gibi, Kemal Kılıçdaroğlu da, “Ergenekon üyelik başvurusu”yla CHP’nin sırtından bir türlü çıkartamadığı “İttihatçı mirası”na ek olarak, ANAP ve DYP’nin de “kefeni”ne talip olmuşa benziyor.
Bunun siyasi sonuçları, Odatv yöneticilerinin başına gelenin yol açacağı sonuçlardan da önemli..

Yazarın Tüm Yazıları