Paylaş
Bir süredir dolarda zaptedilmez bir artış gözleniyor. Bu artışın nedenlerinden biri olarak –tek nedeni değilse de, en önemlilerin başında geldiği genel bir kanı halinde- Cumhurbaşkanı’nın kurum olarak Merkez Bankası’nı, şahıs olarak “dış güçlerin etkisi altında kalmakla” suçladığı Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’yı ve dahası Ali Babacan’ı hedef alması gösteriliyor.
Ekonomi ve maliye bürokrasisi, Türkiye’de bol keseden dağıtılan “vatana ihanet” suçlamalarının hedef tahtasına oturmaktan kendilerini sakınamadılar.
Eğer dünyada piyasaların, yatırımcıların, uluslararası malî karar vericilerin dikkatle izledikleri, etkilendikleri ve yön tayin ettikleri iki günlük gazete varsa, bunlardan birinin Financial Times, diğerinin Wall Street Journal olduğu söylenebilir. Financial Times, Türkiye’nin cumhurbaşkanının, “Ekonomi teorisine karşı gelerek, yüksek faizlerin enflasyona yol açtığını” ileri sürdüğünü yazmıştı.
Tüm dünyanın ekonomik-malî karar vericileri, bir süredir, dehşetle, “ekonominin kurallarına karşıt” Türkiye Cumhurbaşkanı’nın “performansı”nı izliyor.
Psikoloji ve algının, ekonomide çok belirleyici olduğuna inanılır. Uluslararası piyasaların, Türkiye’de ekonominin gidişatının sağlamlığına dair inancı sarsılmış durumda. Erdoğan, böylesine “olumsuz algı”yı gidermek yerine, “psikoloji”yi daha da bozucu çıkışlar yapıyor.
Bu arada dolar sürekli yükseliyor. Yükselişi önlenemiyor ve Tayyip Erdoğan, dün, bunun “sebebi”ni şöyle açıkladı:
"Her şeyden önce şu anda dolar, avro, faiz, bunları etraflıca ele aldığımızda karşımıza çıkan durum şudur: Bir defa burada faiz lobisinin malum bir çalışması var ama şu son gelişmeler, bir defa tamamıyla bir dolar-avro arasındaki parite konusudur. Bunu bir kenara koymak suretiyle ortaya bazı iddialar atmak çok çok yanlıştır.”
Ardından, işin “günahı”nı Gezi’den beri kamuoyunun duymaya alışık olduğu “faiz lobisi”ne yükledi. Yani, Cumhurbaşkanı Erdoğan, “düşük faizin büyüme hızını arttıracağı”na dair “ekonomiye aykırı” görüşünü koruyor.
Kendi siyasi ihtiraslarıyla seçim sonuçları arasında doğrudan bir ilişki kuran Erdoğan, seçimlere üç ay kala, Türkiye’nin, kendi siyasi hesaplarını zora sokmayacak orandaki büyüme hızını, düşük faizlerle yakalayabileceği kanısında.
Ne var ki, bunun bugünkü Türkiye’de mümkün olabileceğini kimisine göre “bilim” olan ekonominin kuralları doğrulamıyor. Örneğin “faiz lobisi” konusunda yakın zamanlara kadar Erdoğan’a yakın bir pozisyon almış olan ve hatta bir zamanlar Erdoğan’ın kendisine “Sabahları televizyonda sizin programınızı izleyerek güne başlıyorum” diyecek kadar ekonomide görüşlerine güvendiği Süleyman Yaşar, dün Taraf’ta şöyle yazıyordu:
“Dün Amerikan Doları’nın fiyatı 2 lira 60 kuruşa kadar yükseldi. Tabii bu arada euronun fiyatı da 2 lira 87 kuruş oldu.
İşte dolar ve euro fiyatlarının Türk parası karşısında aynı anda artması bu artışın euro/dolar paritesindeki değişmeden ziyade bu ülkedeki iç siyasi gerginlikten kaynaklandığını gösteriyor bize.
Niye böyle bir tespit yapıyoruz?
Yapıyoruz çünkü euro/dolar paritesi yıl başında 1.20 düzeyindeydi. Bu arada dolar 2 lira 35 kuruş, euro 2 lira 83 kuruştu. Dün euro/dolar paritesi 1.10 oldu bu defa dolar 2 lira 60 kuruş, euro 2 lira 87 kuruşa yükseldi. Hâlbuki siyasi gerginlik olmasaydı, dolar fiyatı artarken euronun fiyatının Türk parası karşısında gerilemesi ya da aynı düzeyde kalması gerekiyordu. Kısaca sepet kurun yükselmesi gerginliği bize gösteriyor.
O hâlde euro/dolar paritesinin etkisinden ziyade Türkiye’deki siyasi gerginliğin döviz fiyatları üzerinde etkin değişken olduğunu söylemek herhâlde yanlış olmaz.”
Bu satırlar dün yayınlandı. Tayyip Erdoğan dün konuştu. Doların yükselişine, Süleyman Yaşar’ın tam tersine bir teşhis koydu. Dolar, dün, 2,63’ün üzerine çıkarak rekorlar serisine devam etti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’la ortaya çıkan ve seçimlerde AKP’nin şansını tehdit etmeye başlayan gelişmelere yol açmakta olan ekonomik durum nedeniyle ters düşenler kervanında Bülent Arınç da yerini aldı sanki. Sanki diyoruz, zira bundan önce Arınç, Erdoğan’la ne zaman ters düşse, zılgıtı yiyince hizaya gelmek için vakit kaybetmemişti. Ekonomik manzara üzerine Erdoğan’a yönelik olarak dün şöyle konuştu:
“Şimdi cumhurbaşkanı oldu… Yol göstermekle kalmalı.
Merkez Bankası’na kanunla verilmiş görevler var. Hiçbirimiz hangi görevde olursak olalım Merkez Bankası’na TMSF’ye talimat verecek konumda değiliz. MB’ye faiz düşürün dediğimiz anda hem içerideki hem de dışarıdaki çevreler bunu farklı anlayabilir…
Sayın cumhurbaşkanımız da emreder çağırır şunlara dikkat edin der. Faizler düşerse enflasyon düşer mantığını kabul eden de etmeyen de vardır. Ama bunun bir sorumlusu var…”
ABD Yönetimi’nin haberi olmadan ABD’ye ayak basmış olan ve yanına aldığı Ali Babacan ve ekonomi bürokrasisiyle birlikte New York’ta Goldman Sachs’ın merkezinde “görücüye çıkmış” bir halde dış yatırımcılara vermek istediği “Türkiye’de işler iyi gidiyor” diye mesajı ikna edici bulunmayan Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun havası, Ankara’daki bıraktığı yardımcısına da yansımış durumda.
Cumhurbaşkanı, AKP hükümetini zora sokuyor. New York’ta dil döken başbakanını, Türkiye’de bir anda açığa düşürüyor.
Dış dünya durumun pek iyi farkında. ABD’nin önemli ve nüfuzlu tarihçilerinden sayılan Walter Russell Mead, The American Interest’te “The Evolution of Erdogan- Turkey takes a tumble” (Erdoğan’ın Evrimi- Türkiye takla atıyor) başlıklı yazısında, Erdoğan’ın “Türkiye ekonomisini yüzdürmek için görülmemiş önlemlere başvurduğu”na yer yer alaycı bir dille değindi.
Şu cümlesi üzerinde durmaya değer: “Türkiye’nin büyüme hızında ve bilançosundaki ani düşüşün yabancı ülkelerde yük altına girmiş olan birçok şirket nezdinde yol açtığı şokun, Erdoğan’ın iktidarı için ilk bakışta olduğundan çok daha ciddi sonuçları olabilir…”
Financial Times’ın Türkiye ile ilgili dünkü haber başlığı “Türk lirası siyasi risk kaygılarıyla darbe aldı” şeklindeydi. Bu, başlık, Erdoğan’ın dünkü sözleri ve doların daha da yükselmesinden yani Türk lirasının daha kuvvetli darbe almaya devam etmesinden önceydi.
Wall Street Journal, 2013 yılında, yükselen pazarlar olarak tanımlanan ülkeler arasında “kırılgan beşli” içinde anılan Türkiye ile Brezilya’nın para birimlerinin içine düştüğü durumu konu eden önemli yazısında, her iki ülkenin büyümede yavaşlama ve yüksek enflasyondan muzdarip olmaya başladığını, bir zamanlar her ikisine bol para akıtan yatırımcıların şimdi her iki ülkeden kaçmakta olduğunu vurguluyor.
Ekonomi, bir “siyasi virüs”ten ötürü hasta. Dış dünya bu “siyasi virüs”ün adını koymuş durumda. Ekonominin gidişatı, ülkeyi yatağa düşürmeye başlarsa, çaresiz, Türkiye halkı da görecek…
Paylaş