Paylaş
Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı Mesut Barzani, tüm Kürtler nezdinde ‘bir numaralı merkez’ saydıkları, ‘Kuzey Kürdistan’ diye niteledikleri coğrafyanın merkezinde, Türk anaakım televizyonlarının tümü tarafından naklen yayımlanan Kürtçe konuşmasının sonunda Türkçe olarak ‘Yaşasın Türk-Kürt kardeşliği; Yaşasın Barış; Yaşasın Özgürlük’ diye haykırdı mı?
Evet. Bu, bir ilk idi ve tarih kaydına geçti.
Uzun yıllar boyu kasetlerini barındıranın hapsi boylayacağı, kendisi 37 yıldır doğduğu topraklardan ayrı olan Şivan Perwer ile bundan 21 yıl önce Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın huzurunda Kürtçe şarkı söylediği için fırtınalar koparılan İbrahim Tatlıses, Diyarbakır’ın orta yerinde, neredeyse tüm televizyon kanallarının canlı yayınında Kürtçe ve Türkçe konuşup, ‘düet’ yaptılar mı?
Evet. ‘Anadilde eğitim’ gibi temel insan hakkının hâlâ tartışılır olduğu bu ülkede, Kürtçe ile Türkçenin bu doğal, barışçıl birlikteliği için böylesi, başlıbaşına ‘simgesel’ bir değer ifade etmiyor mu?
Türkiye halkının iki ana sütununun anadilleri arasında bu beraberlik, halkımızın ‘barışçıl geleceği’ ve Kürt sorununun ‘barışçıl çözümü’nün mümkün olacağına dair ‘simgesel’ bir ‘mesaj’ değil midir?
Bu arada Tayyip Erdoğan’ın ağzından ‘Kürdistan’ sözcüğü ilk kez, iki kez, dün Diyarbakır’da çıktı. Konuğu Mesut Barzani’nin sıfatını, ne ona konuk olduğu Erbil’de (Mart 2011) ne de Barzani’nin Ak Parti Büyük Kongresi’ne katılıp, Kürtçe konuşma yaptığı sırada (Eylül 2012) bile telaffuz etmemişti. Diyarbakır’da konuşurken önce ‘Kuzey Irak Kürdistan Bölgesi’ sözcüklerini kullandı; konuşmasının sonunda ise ‘Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı’ dedi. Bu da kim ne derse desin, ‘tarihi’ yeni bir adımdır. Önemlidir. Diyarbakır’da Tayyip Erdoğan’ın ağzından çıkmıştır. Geri dönüşü yoktur.
Tıpkı bir başka ilkin, Mesut Barzani’nin dün ayak basması vesilesiyle ‘Kürdistan’ bayraklarının Diyarbakır sokaklarında Türkiye bayraklarının yanında dalgalanması gibi. O bayrak, 1946’da Mesut Barzani’nin babası Molla Mustafa Barzani’nin iki numarası olduğu Mahabad Kürt Cumhuriyeti bayrağı idi. Şimdi, Irak Kürdistan Bölge Yönetimi’nin bayrağı. O bayrağın dün Diyarbakır sokaklarına çıkmasının ‘simgesel anlamı’nı tartışmak bile gereksiz.
Tayyip Erdoğan’ın konuşmasında Molla Mustafa Barzani’ye ve hatta Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin başkanı Qazi Muhammed’e gönderme yapmış olduğunu da not etmekte yarar var.
Bu arada, gözden kaçırılmaması gereken bir başka önemli ve dün Diyarbakır’da yaşananı ‘tarihi’ kılacak ve belki gelecek açısından bazı ipuçları vermeye uygun gelişmesi, Tayyip Erdoğan’ın uçaktan iner inmez, doğru, Diyarbakır Belediyesi’ne gitmiş olmasıydı.
Tayyip Erdoğan, 11 yıldır başbakan ve kim bilir kaç kez Diyarbakır’a gitti ve bir kez bile Diyarbakır Belediyesi’ne ayak basmadığı gibi, ‘rakip siyasi akım’ın elindeki Diyarbakır Belediyesi’ni sert polemiklerinin hedefi yaptı.
Diyarbakır Belediyesi’ne ziyaret, Mesut Barzani ve Şivan Perwer’le birlikte çarpıcı bir ‘gövde gösterisi’ beklenen ‘Diyarbakır Buluşması’na PKK-BDP hattının uygulayacağı ‘boykot’ nedeniyle gölge düşecek olmasının sezgisiyle atılmış bir adım olabilir. Öyle olsa bile, bir ‘yanlıştan dönüş’ olmuş ve ‘Süreç’in istikbali ve sürebilirliği bakımından yararlı bir adım olmuştur.
Ve de bir ‘ilk’ olmuştur; Başbakan, ‘rakip siyasi akım’ın dört dönemdir, üstelik yüzde 70 dolayında bir seçmen zemini üzerinde elinde bulundurduğu ve gelecekte de besbelli bulunduracağı ‘yerel yönetim’i ziyaret ederek, ‘demokratik sonuçlar’a bir tür ‘gecikmiş saygı’yı ortaya koymuş ve diğer yandan o akımın ‘siyasi meşruiyeti’ne katkı sağlamıştır.
Bunun, ‘Süreç’in geleceğine iyi katkı yapması doğaldır ve bu gelişme de ‘Barzani-Şivan Perwer Diyarbakır seferi’nin olumlu yan ürünlerinden biridir. Nitekim, Erdoğan’ın konuşmasında sarf ettiği ‘Gelecek farklı olacak. Dağdakilerin indiğini, cezaevlerinin boşalacağını’ sözleri, belki de bugüne dek ‘Süreç’in geleceği bakımından edilmiş en yüreklendirici cümlelerdir.
Dolayısıyla daha önce defalarca tekrarladığımız bir olguyu bir kez daha vurgulayalım: Türkiye’nin etkisi ve sonuçlarını tüm bölgeye yayacak olan, kendi ‘Kürt sorununun çözümü’nün ‘doğrudan muhatabı’ olan ‘PKK-BDP hattı’ üzerinde yer alanlardır. Bu ‘hat’, tüm yönlerinde Kürtlerin yaşadığı ve giderek anlamsızlığı daha da belirgin biçimde ortaya çıkan sınırların güneyinde, (coğrafi Kürdistan’ın batısında) yani Rojava’daki ana Kürt akımını da içeriyor.
Barzani ile Şiwan Perver’in Diyarbakır’a gelişleri, bu ‘hattın’ kitlesel gücünü gösterdi.
Nasıl gösterdi?
Tayyip Erdoğan’ı, daha önce tasarlanan programı değiştirip, Diyarbakır Belediyesi ziyaretini her şeyin önüne aldırarak. Zaten, Ahmet Türk, Leyla Zana, Sırrı Sakık ve Altan Tan gibi BDP milletvekillerinin, Başbakan’ı karşılamak için Diyarbakır’a gitmesi bu şekilde mümkün olabildi.
Ama asıl şöyle gösterdi: ‘Kitlesi’ni Barzani’yi ve Şivan Perwer’i karşılamak amacıyla seferber etmeyerek.
2009’da PKK’lilerin Habur’dan giriş yaptığı sırada, geniş düzlüklerin üzerine yayılmış, onları karşılamaya gelen on binlerin fotoğrafı yerleştirilmiş, tanınmış bir Kürt ismin yazdığı bir Twitter mesajında şöyle yazıyordu:
“Şivan tek başına ‘sınır’ı geçip gelse en az 3 milyon Kürt karşılardı ama siyasi mesafesizlik yüzünden Şırnak İl Emniyet Müdürü karşıladı!”
Mesajın ironisi ortada. Ancak, bir Türk’ün aynı konudaki şu mesaj da bir o kadar geçerli: “Siyasi görüşünüz ne olursa olsun, Şivan Perwer’in neredeyse 40 sene sonra doğduğu topraklara dönmesi olaydır; siyaseti aşar.”
Söz Şivan’a gelmişken, çok güçlü bir kimlik bilincine sahip, dilbilimci bir Kürt dostumun şu mesajı da çok incitici sayılabilir: “Bir zamanlar Ahmet Kaya Türkçe söylüyor, Şivan Perwer Kürtçe diye Şivan’ı tercih ederdik. Demek ki mesele sadece Kürtçe değilmiş!”
Ne garip, bu mesajdan kısa bir süre önce Tayyip Erdoğan, ölüm yıldönümü nedeniyle Ahmet Kaya’yı, içten duygularla andı.
‘Gever’li (Yüksekovalı) İrfan Aktan, BBC Türkçe için kaleme aldığı ‘Lo Şivano, ‘Kine Em?’-Ey Şivan, Biz Kimiz?’ başlıklı yazısında Şivan’dan şöyle söz etmişti:
“Şivan Perwer, Irak’ta Saddam’ın, Türkiye’de ise 12 Eylül cuntasının Kürtleri topyekûn bertaraf etme politikası güttüğü 1980’li yıllarda bir soru sorarak öne çıkmıştı: ‘Kine em?’ ‘Biz kimiz?)...
Sesi o katar büyüleyiciydi ki, tıpkı Patrick Süskind’in ‘Koku’ romanının kahramanı Jean-Baptiste Grenouille’in idam sehpasına çıkarken kalabalığın üstüne serptiği parfümün yarattığı etki gibi, Kürtleri kendinden geçiriyordu.”
Şiwan Perwer, 2009 sonbaharında, o sıradaki Kürt Açılımı’nın ‘balayı günlerinde’, Bonn’daki ‘Şivan Perwer Vakfı’ açılış töreni münasebetiyle birlikte olduğumuz sırada, kulağıma eğilip, “Benim şarkılarımla belki de binlerce kişi dağa çıktı. Şimdi barış şarkıları söyleyip nasıl indireceğiz onları dağdan” diye sıkıntısını paylaşmıştı.
Geldiğimiz nokta, Kasım 2013’te, ‘barış’ın, Kürtlerin Şivan’ın sesine büyülenmesiyle olmayacağı anlaşılıyor. Tayyip Erdoğan’ın dediklerinin gerçekleşmesiyle mümkün:
Yani, gelecek farklı olacak, dağdakiler inecek, cezaevleri boşalacak.
O gün geldiğinde, dün Diyarbakır’da Şivan’ın İbo’yla birlikte söylediği ‘Megiri’ (Ağlama) şarkısı, gerçekten bir ‘barış ve mutluluk konçertosu’ olarak, Kürtleri ‘büyüleyecek’.
Diyarbakır’da dün yaşananlar ‘tarihi’ idi gerçekten; geri dönüşü yok. ‘Umuda yolculuk’ başlamış gibiydi...
Diyarbakır’dan ‘umuda yolculuk’...
Diyarbakır’da dün yaşananlar ‘tarihi’ idi gerçekten; geri dönüşü yok. ‘Umuda yolculuk’ başlamış gibiydi...
Paylaş