Paylaş
Ortadoğu’daki gelişmelerin gürültüsü çok ciddi gürültü çıkarması gereken bir haberi gürültüye getireceğe benziyor: Irak ve Suriye topraklarının bir bölümünde “Hilafet Devleti” ilân etmiş olan ve adını IŞİD’den İD, yani “İslam Devleti” olarak değiştiren örgütün Musul’daki karargâh yani merkez binası, işgal ettikleri (ya da birilerinin büyük gafleti sonucunda ele geçirdikleri) Türkiye’nin başkonsolosluk binası imiş.
Artık “Halife İbrahim” adını kullanmaya başlayan, kimi zaman “Abu Dua” takma adıyla da anılan “Ebubekr Bağdadi” takma adlı İD liderinin “Hilafet ilânı” açıklamasını yaptığı yer, Türkiye’nin Musul başkonsolosluk binası imiş.
Bu haber İngilizce uluslararası internet gazetesi Al Monitor’da önceki gün Amberin Zaman imzasıyla yer aldı. Amberin’i çok önemli gazetecilik başarısından ötürü kutlamalıyız. Amberin Zaman’ın bu bilgiyi edindiği kaynak, kendisiyle telefon görüşmesi yaptığı Musul’un “devrik” Valisi Atheel el-Nuceyfi. Atheel el-Nuceyfi ile ağabeyi, birkaç gün öncesine dek Irak Meclis Başkanı olan Usama el-Nuceyfi’nin Irak’ta yaygın ortak özellikleri “Türkiye’nin adamı” olarak bilinmeleridir.
Nitekim, Atheel el-Nuceyfi, Musul’da vilayet binasından kaçarken, Türkiye Başkonsolosluğu’na da yaklaşan IŞİD güçlerini haber vermişti. Erbil’den edinilen bilgiler de, Kürdistan Bölge Yönetimi’nin Başkonsolosluk ve personelinin boşaltılmasında yardıma hazır olduğu belirtiliyor.
Bütün bunlar, Başkonsolosluk’un niçin ve nasıl IŞİD’in ele geçtiğinin ciddi biçimde araştırılmasını ve sorumluların ortaya çıkartılmasını gerektiriyor ama Türkiye’deki iktidar, anlamsız bir yasağın arkasına sığınarak, cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde kendisine zarar verecek hiçbir şeyin tartışılmasına imkân bırakmıyor.
Telefon röportajında Amberin Zaman’a, Musul Türkiye Başkonsolosluk Binası’ndan, İD’yi kastederek “Onların bürosu orası” (It’s their office) diyen Atheel Nuceyfi’nin sözlerinin asıl can alıcı bölümü, Al Monitor’daki yazının son bölümünde. O bölüm şöyle:
“Peki Türk rehinelerin durumu nedir? Nuceyfi şöyle açıklıyor: ‘İD, onların ‘yakında’ bırakılacağını bildirmişti ama haftalar öncesi için geçerliydi. Görünen o ki, İD onları bir “süre daha tutacak zira İD Türkiye’yi Irak’tan uzak tutmak istiyor.’ Durumu ve gelişmeleri çok yakından izleyen üst düzey Batılı yetkililer, İD’nin Türkleri bırakmaya hiç niyeti olmadığında çünkü bunun Türkiye’nin kendilerine karşı herhangi bir askeri harekâta girişmemesini güvencenin en sağlam yolu olarak gördüğünde hemfikirler. Bir (Batılı) yetkili, ‘Açıkçası, Türkiye onlarla bir çeşit entente cordiale’e sahip olduğuna inanmıştı’ dedi…”
Entente Cordiale, İkinci Dünya Savaşı öncesi, birbirlerine rakip olan İngiltere ile Fransa’nın aralarındaki rekabeti bir yana iterek, gelişen Almanya tehlikesine karşı aralarında yaptıkları bir dizi anlaşma için kullanılan Fransızca bir terimdir.
Türkiye yetkililerinin inatla ve sürekli olarak yalanlamasına rağmen, Türkiye ile İD (IŞİD) arasında bir tür “Entente Cordiale”in varolmuş olduğu Batılıların gözlediği ve hatta bildiği bir olgu imiş.
Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğu’nu ele geçirerek, İD’nin “Entente Cordiale”i ihlal, hatta ihanet ettiği ve kendisine yardımcı olmuş olan “eli ısırdığı” söylenebilir. Ancak, bunun tümüyle bir “fanatik çılgınlık” olmadığı bir “rasyonel”e dayanabileceği anlaşılıyor. Önemli olan Başkonsolosluk binası değil. İD, “genel merkez” olarak başka bina da kullanabilirdi. Önemli olan rehineler. Böylece, Türkiye’yi, Irak’ta kendisine karşı harekete geçme ihtimaline karşı hareketsiz bırakmış oluyor.
Bu değerlendirmeyi –ki, gayet isabetli- yapan, Türkiye’nin Irak’ta en önde gelen dostlarından biri. Üzerinde durmak gerekir.
Bu arada, gözler, Irak ve daha sonra İsrail’in Gazze saldırısına odaklanmışken, İD, Suriye’de önemli toprak kazanımları elde etti. Bir yandan, Kobani’deki Kürt kantonuna karşı etkili bir saldırıya girişirken, diğer yandan da Suriye’nin doğu bölgesindeki petrol kuyularının tümünü kontrol altına alacak şekilde, ele geçirdiği toprakları genişletti. Deir ez-Zor şehrine de –Rakka’dan sonra- hakim oldu. Burada, an-Nusra ve Ahrar el-Şam gibi kendisinden sonra gelen en büyük Selefi örgütleri bertaraf etti.
Irak konusunda yıllardır dünyanın en önde gelen gazetecilerinden biri olan ve bir süredir İD’yi en yakından izleyen Patrick Cockburn, hafta içinde The Independent’ta Suriye’deki IŞİD’in “moralinin yüksek olduğunu, bankaları yağmalaması ve kuzeydoğu Suriye’deki petrol kuyularını ele geçirmesi sayesinde, mali durumunun gayet iyi olduğunu” yazdı ve “Deir ez-Zor ve Rakka vilayetlerindeki aşiretleri de karaborsada satarak para kazanacakları şekilde bazı kuyuların petrol üretimini onlara bırakarak, kendi yanına çekti” diye ekledi.
Yani, İD, orta Suriye-orta Irak arasında kuzey-güney aksı üzerinde geniş bir Sünni aksı zemininde, “kitle tabanı” elde ederek yerleşir vaziyette.
Türkiye’nin arkaladığı Suriye muhalefeti, maalesef, eriyor ve buharlaşıyor. Öyle ki, İD, Suriye’nin doğu ve kuzeydoğusunu ele geçirerek, Irak’ın batısı ve kuzeybatısıyla birleştirir ve giderek Türkiye sınırına bitişik Kürt bölgelerine saldırırken, Şam rejiminin güçleri de Halep’e doğru kıskacı daraltmaya başladılar. Halep’in tekrar Başşar Esad rejiminin eline düşmesi ciddi bir ihtimal haline girdi.
Bu “bölge fotoğrafı”na bakmadan, İsrail’in Gazze’ye karşı neden ve nasıl bu kadar fütursuzca askeri harekâta giriştiği de daha kolay anlaşılabilir.
Türkiye’nin İsrail saldırısı konusunda yükselttiği seslerin niçin ne uluslararası camiada, ne de “bölge”de gerekli yankı bulmasının mümkün olmadığı da aynı şekilde anlaşılabilir.
Suriye’de Kürtlere karşı birlikte iş tuttukları tarafından “eli ısırılmış”, bu nedenle Irak’ta devlet itibarına en ağır darbeyi yemiş olmasına karşılık, ister istemez, “hareketsizliği” seçmiş bir ülke söz konusu.
Suriye’deki diğer “kartları”da birer birer masadan düşüyor.
Yani, Türkiye’nin Ortadoğu politikası, “iflas”; bu görüntüyü Türkiye içinde seçimler öncesinde “yasaklar” getirerek, her gün yüksek perdeden atılan hamasi nutuklarla ve “cambaza bak” politikasını ustaca sürdürerek, bir süre için belki karartabilirsiniz ama arasına belirli bir mesafe koyarak olan biten izleyen dış dünyayı yanıltamazsınız.
Ne derseniz deyin, Türkiye, dış politikada uluslararası ve bölgesel ağırlığını kaybetmiştir. Bunun ceremesini çekenlerin başında, maalesef, Gazze’deki Filistin halkı geliyor.
Paylaş