Paylaş
Ama Gordon Brown, İşçi Partisi Genel Başkanlığı’ndan ayrılacak. İngiliz demokrasisinin yazılı olmayan “centilmenlik kuralları” öyle gerektiriyor da ondan.
Gordon Brown istifa ettiği vakit, İşçi Partisi Genel Başkanlığı koltuğunu şu andaki Dışişleri Bakanı David Miliband’ın dolduracağı sanılıyor.
İngiliz İşçi Partisi ile Sosyalist Enternasyonal içinde yer alan Türkiye’nin CHP’sinin Genel Başkanı Deniz Baykal ise önceki gün istifa etti. İki hafta sonra CHP’nin Kurultayı var ve Deniz Baykal’ın istifasının bir “geri dönüş” manevrası olduğunu ileri sürenler var.
Yani, henüz Deniz Baykal’ın istifasının “nihai bir ayrılış” olduğuna inananların sayısı fazla değil.
Gordon Brown’un İngiliz İşçi Partisi Genel Başkanlığından ayrılmasından sonra o koltuğa bir daha geri döneceğini düşünen tek bir kişi bulamazsınız. Dönmez zaten.
Deniz Baykal döner mi?
Bilmiyorum. “Dönmez” diyemiyorum.
*** *** ***
1996 ya da 1997 olmalı, Tony Blair, uzun bir aralıktan sonra İşçi Partisi’ni İngiltere’de iktidara taşımasına muhakkak gözüyle bakılan ana muhalefet lideri. Sabah gazetesinin genel yayın yönetmeni Zafer Mutlu, beni Londra’ya Tony Blair ve “yeni İngiliz sosyal demokrasisi” üzerine yazı dizisi hazırlamaya göndermişti.
Yazı dizisinin amacı Deniz Baykal’ı CHP Genel Başkanlığında kollamak ile ilgiliydi. Deniz Baykal, Londra’ya gelecek ve Tony Blair ile görüşecekti. Yazı dizisinin o Londra’ya gelmeden hazırlanması ve yayımlanması gerekiyordu.
Öyle oldu. Deniz Baykal yanında o sırada aynı gazetede çalıştığımız Hasan Cemal ile birlikte, benim yazı dizimin yer aldığı Sabah gazeteleri elinde Londra’ya geldi.
(Bu arada Hasan Cemal ile o yıllardan bu yana aynı gazetede hiç çalışmadık ama CNN Türk adlı televizyon kanalında 9 aydır “Tecrübe Konuşuyor” adlı bir televizyon programını birlikte hazırladık ve sunduk. Program, önceki gün aniden son buldu. Her neyse...)
Baykal, Tony Blair ile randevusuna elinde Tony Blair’in fotoğraflarının yer aldığı ve tam bir sayfa yer ayrılmış olan dört günlük yazı dizisini içeren Sabah gazete tomarıyla gitti.
Yazı dizisi işe yaramıştı.
Tony Blair ile görüşmesinin ardından Avam Kamarası’nın yemekhanesinin İşçi Partisi bölümünde hep birlikte yemek yedik. İşçi Partisi’nin “gölge kabinesi”nden Ann Clwyd’in konuğu olarak. Deniz Baykal, Hasan Cemal, ben ve Baykal’ın o sıradaki dış ilişkiler danışmanı, kendisi de İngiliz İşçi Partisi üyeliği yapmış olan Şule Bucak.
Eğlenceli bir öğle yemeği idi. Deniz Baykal, kendisine tanıştırılan İşçi Partililere “Sayın” diye hitap ediyor, Şule Bucak her seferinde onu “Yoldaş deyin” diye uyarıyordu. İşçi Partililer, muhataplarının sıfatı ne olursa olsun birbirlerine “sol geleneğe” uygun biçimde “yoldaş” diye hitap ediyorlardı.
Deniz Baykal, bambaşka bir gelenekten geliyordu. Onun geleneğinde “yoldaşlar” olmamıştı. “Yoldaşlar”ın genel başkanı istifa etti mi gidiyor, bizde ise “Sayın Genel Başkan” istifa ederse, “dön gel, bizi bırakma” diyen liderin “taban”ı söz konusu.
Deniz Baykal’ı benim SBF’nin Öğrenci Derneği Başkanı olduğum 1969 yılından hatta öncesinden beri yakından, kişisel ilişki aracılığıyla tanıyorum. CHP siyasetine kıyısından köşesinden bulaşmaya başlayan genç ve parlak yeni doçentlerinden biriydi Mülkiye’nin. İlginçtir ki, değişik dönemlerde ne vakit karşılaştıysak ya da beraber olduysak, ilişkimiz hep sevecen ve dostane oldu. Hep öyle seyretti.
O günden son kez birlikte olduğumuz 2002’e yılı sonuna dek o kadar çok ortak anı biriktirdim ki, şu günlerde hakkında yazmaya elim gitmiyor.
Gerçekten de, 2002-2010 arasında birbirimizden çok uzak ve uzlaşmaz siyasi pozisyonlara düşmüş olmamıza rağmen, uzun ve derin “kişisel hukukumuz” benim elimi çok kez tuttu. Onun adı benim köşelerimde pek az geçti. Eleştiri oklarımı bilinçli olarak ıskaladım.
Bugünlerde de zordayım.
*** *** ***
Türkiye’nin gündeminin birinci sırasına Deniz Baykal’ın istifası düştüğü ve istifa sonrasının gelişmeleri gündemin birinci sırasındaki yerini koruyacağı kesin olduğu için, Deniz Baykal ismi çevresindeki konulardan kaçmak da, Deniz Baykal’lı konuları ıskalamak da çok zor artık. Hatta imkansız.
Şimdilik şu kadarıyla yetineyim: Deniz Baykal, “CHP Genel Başkanı” sıfatına geri dönse de, Türk siyasetinin “Deniz Baykal dönemi”nin sona erdiğini kabul etmeliyiz. Ya da son demlerinde olduğumuzun.
Kaset, yöntem olarak, evet, bir “komplo”dur. Ama kasetin “içeriği” bir “komplo” değil. Üstelik o kaset, “Varan 2-Çok Yakında” diye sona eriyor. Yani, bir kasetten ziyade kasetlerin varlığı muhtemel. Ve muhtemel ki, Deniz Baykal bunu biliyor.
İnternet çağında bu tür “dijital komplolar”ın dolaşımını önlemek mümkün değil. Sabah akşam avazın çıktığı kadar kınasanız da mümkün değil.
Deniz Baykal’ın siyaset hayatında bundan önceki profili ile aynen ve üstelik mağduriyetten beslenerek devam edebileceğini düşünmek için pek saf olmak gerekir.
Deniz Baykal, siyaset sahnesinde her göründüğü anda internet ortamında hakkında iğrenç kasetlerin düşmesine niçin tahammül etsin?
CHP’lilerin Deniz Baykal’a ihtiyacını anlayabiliyorum ama belki de Deniz Baykal’ın ihtiyacı olan şey, sessizlik ve bir süre hatırlanmadan, dingin bir hayata geçiş yapmak.
Benim kafamdaki asıl soru şu: Şayet bu kaseti piyasaya sürenler “Deniz Baykal’ın kullanım süresi dolmuştur” düşüncesinde olanlar ise –ki, neredeyse bu konuda bir konsansüs var- bunların asıl derdi Deniz Baykal değil, Tayyip Erdoğan.
Zaten Deniz Baykal’ı “kullanım süresi dolmuştur” diye siyasetten ayıklamak, Tayyip Erdoğan’a karşı “arzulanan performansı yerine getiremediği için”dir.
Öyleyse?
Öyleyse, acaba Tayyip Erdoğan’a karşı ne tezgahlanıyor?
Ak Parti’ye karşı “kapatma davası”, şu “referandum ortamı”nda acaba yeniden tezgahlanır mı?
Dönem, “komplo yoluyla siyaset” dönemi olunca, insanın aklına her şey gelebiliyor...
Paylaş