Paylaş
Barzan’a. Geçen yüzyılın dörtte üçünde Kürtlerin Bağdat’a karşı ayaklanmalarının önderlerini yetiştiren çevreye.
Erbil’den kuzeye Şaklava ve Harir vadisi üzerinden, batı-doğu ekseninde dört dağ silsilesini geçip Barzan’a vardım.Dönüş yolunda ters yönde, doğu yönüne dönüp, Mergesor ve Diyana üzerinden, ülkenin en yüksek dağı Ser-i Hasan Beg ve efsanevi Hendrin dağını arkada bırakıp, herhalde dünyanın en göz kamaştırıcı kanyonlarından birinin üzerine kurulmuş Revanduz’dan geçerek geri geldim Erbil’e.
Döndüğümde izlenimimi soran Erbil’deki dostlarıma “Meğerse ‘derin Kürdistan’ı hiç görmemişim” dedim. Erbil’den Barzan’a doğru yol aldıkça, Barzan’dan Türkiye-Irak-İran sınırlarının kesiştiği alana yaklaştıkça, Irak’ta olduğunuzu tümüyle unutabilirsiniz. Hadi, Erbil’de, Süleymaniye’de, Zaho’da falan, dilinizi “Kürdistan” sözcüğüne bir türlü döndüremeyip, “Kuzey Irak” demeniz belki anlaşılabilir ama, yukarıda anlattığım coğrafya “Kuzey Irak” değil, düpedüz Kürdistan. Zaten Iraklı Araplar da öyle diyorlar. Hep de öyle dediler.
Üzerindeki insanıyla, topoğrafyasıyla, faunasıyla, bitki türleriyle oralarının Irak’ın geri kalan bölgeleriyle hiçbir ortak yanı yok. Ortak yan, siyasi olarak Irak sınırları içinde yer alıyor olması. O da, Kürtlerin itirazına rağmen, İngilizlerin “Osmanlı mirası”nı paylaşmasıyla oldu.
“Derin Kürdistan’ı gezdim” diye Erbil’deki dostlarıma naklettiğim coğrafi alana ilişkin olarak zihnime silinemeyecek şekilde kazınan “fotoğraflar”, bölgenin göz kamaştırıcı doğal güzelliği oldu. Baharla birlikte yeşille örtünen, bugüne kadar gördüğüm en çok sayıda ve en iri cinsinden gelinciklerin süslediği yaylalar, yamaçlar, dağ dorukları, derin vadiler, bir oraya bir buraya kıvrılarak akan Zap ve ona karışan kolları, çaylar. İnsan eli, ya dokunamamış bu doğaya ya da bozamamış.
Zap’ın sol yanının adı Soran, sağ yanı, bizim sınıra kadar Behdinan.
Baharda dünyanın görülebilecek en güzel köşelerinden biri olduğuna kuşkum yok.
Behdinan’ın ötesi Botan
Çok uzaklardan söz etmiyorum. Bizim topraklarımıza bitişik bir alandan söz ediyorum. Barzan’ın, Mergesor’un, Piran’ın öte yanı bizim Hakkari vilayeti. Oramar-Şemdinan (Şemdinli) arası. Az ötesi de Şırnak il sınırları içine giriyor. Çukurca-Beytüşşebap-Uludere civarları. Osmanlı döneminde oraya Behdinan’ın, şimdi Türkiye sınırları içinde kalan bitişik bölgesine Botan deniyordu.
Zap bölgesindeki nefes kesici doğa güzelliğininşu bahar zamanı, sınırın “bizim” tarafımızda aynen geçerli olduğunu biliyordum. Hakkari-Şırnak’ın sonbaharının, kışının ne kadar güzel olduğunu bildiğime göre, Zap’ın fışkırdığı benzer topoğrafyanın bir baharda nasıl olabileceğini tahmin etmek zor değil. Hele Barzan’daysanız...
Uludere kırsalından geçen gün gelen, “12 PKK’lı terörist öldürüldü” haberi, bu yüzden içimi daha da kararttı.
Silopi’de bir polis “şehit düştü”. Bir gün sonra evleniyormuş. Fotoğraflarına yürek dayanmaz.
İki hafta önce, Kastamonu’da bir polis “şehit düşmüştü.” Onunla bireysel öyküsü de yürek paralıyıcıydı.
Öldürülen PKK’lılar insan değil mi?
“Kastamonu şehidi”nin Dersim’de “öldürülen 7 PKK’lı terörist” ile ilgisini kuran, bizim bu taraflarda pek olmadı. “Niye şu bahar mevsimi Pülümür civarında tepelere tırmanıp, ‘eylemsiz’ silahlı arıyorsunuz öldürmek için?” sorusunu kamu otoritesine soran da olmadı.
Zaten, ölenin üzerinde “devlet”in öngördüğü ve bilinçaltlarımıza kazıdığı dille “terörist” etiketi varsa, kim olduğunun, niçin öldürüldüğünün nedeni sorulmadığı gibi, hesabı da tutulmuyor. İnsan olarak yok hükmündeymiş gibi muamele görüyorlar. Hatta, ölmeleri doğru dürüst haber bile olmuyor.
Uludere kırsalında öldürülenler arasındaki “5 PKK’lı terörist”in fotoğraflarına baktım.Gencecik çocuklar. Yakışıklı, delikanlı, kimisi çocuksu ifadeyi yüzler. Biri Bingöllü, bir Malazgirtli, biri Afrinli, biri Şırnaklı, biri Hakkarili. “Bizim çocuklar” yani. Fotoğraflarına bakmak, “polis ve asker şehitler”in fotoğraflarına bakmak kadar iç paralayıcı.
Cenazeleri bile sorun onların. Sınırda sıfır noktasının oralarda bir yerde. Benim geçen hafta dolandığım alanın yarım saat kuzeyinde yani. Asker oralarda konuşlanmış. Tanklar, toplar. Uludere ahalisi, yüzlerce kişi, -2000 diyen de var- cenazeleri almak için yola düşmüş, birkaç günden beri gece gündüz Bilican tepesinin oralarda askerle sürtüşüyor.
Bu arada, bölgede üç gün yas ilan edildi. Hayat, Diyarbakır’da, Van’da, Hakkari’de, Batman’da, Siirt’te, Silvan’da, Bismil’de, Kurtalan’da, Cizre’de, Silopi’de, Doğubeyazıt’ta, Malazgirt’te, Varto’da dün durmuştu.
Merak ediyorum, kaç gazete bu gelişmeleri birinci sayfasına taşıyacak; kaç televizyon kanalında haber olarak öne çıkarılacak?
Selahattin Demirtaş şöyle diyordu: “Burada (bölgede) karşılaştığınız insanların duygusallığı, öfkesi yüzlerinden okunuyor. Bunu Türkiye’nin Batı’sında hissetmezsiniz ama buralarda taziye havası var. Sokakta her an hissediyorsunuz. İnsanların bir yakını ölmüş gibi. Zaten de cenazeler geliyor. Tam seçim atmosferine giriyorduk ki bu haber geldi... Halk bu kadar moralsizken seçim çalışması zaten yapamayız. Siyaset biraz da moral işi...”
Duyarsız medya-basiretsiz siyaset
Türkiye’nin batısı, doğusuna bu kadar duyarsızlaşmışken, bilgisiz, habersiz ve ön yargılı iken, buna medya büyük ölçüde katkıda bulunmaya devam ederken; medya Kürtlere dair dilini bir türlü düzeltememiş, “insan odaklı” olamamışken ve en önemlisi siyaset sınıfında gerekli basiret ve cesaret eksiği varken, ne yazık ki, bu ülkede daha kan dökülmeye devam edecek.
“Kastamonu pususu” ile Dersim’de “7 PKK’lı teröristin öldürülmesi” arasında artık bir bağlantı kurabiliyorsanız, Uludere kırsalında “12 teröristin öldürülmesi”nin ardından “yeni şehitler” geleceğine emin olun.
Yine infiale kapılacağız. Yine ateşli, intikam nutukları dinleyeceğiz.
Oyunu bazılarımız görebiliyor. Göremeyenler, “Ne oyunu, kim oynuyor? Neden?” diye soracak olurlarsa, iki kısa cevap:
1. 12 Haziran’da seçime gidiyoruz. Seçim sonrasının hazırlıkları şimdiden başladı:
2. Oyuncuları ve oyunu merak ediyorsanız, bir zahmet, 12 Eylül (2010) anayasa referandumuna günler kala, Hakkari’de mağaralara dalıp, “eylemsizlik” halindeki 7 PKK’lıyı kim öldürttü, ona bir bakıverin.
Devamı gelecek...
Paylaş