Paylaş
Haziran 2012 ve Aralık 2014’te “sonuçsuz” kalmış Cenevre I ve Cenevre II’den sonra, bu kez, bir bir sonuç alma yönünde “ilerleme ihtimali” daha öncekilerden bile “daha zayıf” görünüyor.
The Guardian’da, dün, Cenevre III’e ağır eleştiri yönelten bir başyazı kaleme alınmıştı. Son cümleleri şöyle:
“Konuşmuş olmak için konuşmak bir ilerleme sağlanıyor olduğu aldatmasını verebilir ama bu Suriyeliler ve aynı zamanda batı güvenliği için büyük bir fiyata mal olacaktır. Sahte diplomasi diplomasi değildir.”
Oysa, Cenevre III, kendisinden öncekilere oranla çok daha sağlam bir dayanağa sahip. Öncelikle, 2015 yılının Aralık ayında alınmış bir BM Güvenlik Konseyi kararına (2254) dayanıyor. Washington ve Moskova, ilk kez, en azından Güvenlik Konseyi kararı zemininde buluşabildiler.
Viyana Süreci, böylece mümkün oldu. En önemli gelişmesini, İran ve Suudi Arabistan’ı aynı masaya getirebilmesi oldu. Ve, bütün bu adımların sonucunda Cenevre III geldi.
Peki niye en güçlü arka plan ile hazırlanan Cenevre III, niçin “en zayıf Cenevre” gibi gözüküyor.
Katılımcılar son saniyeye kadar belirlenemediği, üzerinde anlaşma sağlanamadığı için. Nitekim, Cenevre III, dün, “daha başlamadan bitmiş” sayılmasın diye, Staffan di Mistura’nın sadece Suriye rejim heyeti ile görüşmesiyle başladı.
Varılan noktada, Türkiye’nin Suriye Kürtlerinin temsilcisi olarak muhalefet saflarında PYD’nin Cenevre III’te yer almasını “boykot” tehdidi ile “bloke etmesi”nin, “Türk diplomasinin etkisi” namına şişinmek bir yana, Suriye sahasındaki “güçler dengesi”ni kendi lehine değiştirmemiş olmasından ötürü, pratikte bir sonucu olmayacağa benziyor.
İşin ilginç yanı, sadece PYD ve onun davet edilmeyeceği belli olunca, kendisi de katılmaktan vazgeçen PYD’nin Arap müttefiklerini içeren “Suriye Demokratik Meclisi”nin yanısıra, “uluslararası makbul” muhalelfet de Cenevre’yi “boykot”tan söz etti.
Yani, Türkiye-S.Arabistan-Katar üçlüsünün oluşturduğu silahlı-İslamcı-Selefi muhalefeti de içine alan “Yüksek Müzareke Heyeti”…
Toplantı gününe kadar, “kimin gerçekten Suriye muhalefeti” sayılması gerektiği tartışmaları bir yana, davet edilmiş olanlar bile, itirazlar ileri sürerek, Cenevre III’e başkaldırdılar.
“Yüksek Müzakere Heyeti”nin koordinatörü sıfatını taşıyan, eski Suriye Başbakanı Riyad Hicab, Cenevre’ye gelmeden önce muhalefetin kontrolündeki yerleşimleri “açlık tehdidi” altında tutan “rejim ablukası”nın kaldırılmasını ve varil bombalarıyla yapılan saldırılarının durdurulmasını istemişti.
Bu son derece haklı bir talep, düne kadar karşılık bulmadığı gibi, Riyad Hicab’ın Kerry ile çok sert bir görüşme yaptığı ve Suudilerin Cenevre III’ü boykot etmemesi için kendisine büyük baskı yaptıkları haberleri gazetelerde yer aldı.
Batı basını ve ABD’nin “onay verdiği” Suriye muhalefeti, Washington’un, Suriye politikasını Rusya ve İran’ın şekillendirdiği gündeme tabi olarak yürütmekle suçluyorlar.
Örneğin, Kerry, cumartesi günü Riyad’da Cenevre III’e gelecek heyete “kendilerinin Esad’a geçerli bir alternatifi olmadıklarını ve Moskova ile Tahran’dan gelecek önerileri kabul etmeleri gerektiğini” yüzlerine açıkça söylemiş. Bu “bilgi” basına yansıyınca, Amerikalılar “kasıtlı çarpıtma”dan şikayet ediyorlar.
Kerry’in Suriye muhalefet heyetine söylediği, Türkiye’nin ilân edilmiş Suriye pozisyonuna yüzseksen derece ters.
Bu arada, Suriyeli Kürtler konusunda da ABD’nin ve Rusya’nın da “ikili oynadığı” anlaşılıyor. “Suriye Demokratik Meclisi”nin Kürt Eşbaşkanı İlham Ahmed, dün Cenevre’de bu konuda açıklamalar yaptı. En ilginç bölümlerinden birini ibret-i âlem için aktaralım:
“….Cenevre III'e katılacak kesimlerin belli olmasının (yani PYD’nin davet edilmemesinin) ardından Rus ve ABD heyeti ile bir görüşme gerçekleştirdiniz, burada neler konuşuldu?
Temel olarak bizim neden Cenevre-III'e katılmadığımız tartışıldı bu görüşmelerde. Ruslar ortaya çıkan bu durumdan ötürü çok aciz kaldıklarını ve böyle bir kararın verileceğinde haberlerinin olmadığını söylediler. Yine bu durumun düzeltilmesini isteyeceklerini söylediler.
ABD'li yetkililerde aynı şekilde ortaya çıkan durumun kabul edilemez olduğunu ama üzerlerinde büyük bir baskının olduğunu dile getirdiler.
İki taraf da sabırlı olmamızı istiyor, ‘Bu süreçte yer almasanız da gelecek süreçte yer alacaksınız’ diyorlar…
Peki, ABD ve Rusya sonradan görüşmelere dâhil edilecek ismi size söyledi mi?
PYD Eşbaşkanı Salih Müslim’in Cenevre’de olması gerektiğini ama bu aşamada biraz beklemesi gerektiğini söylediler. Onlara göre Salih Müslim buralarda kalmalı ve yapılacak görüşmelerin içeriğinin kendisine aktarılacağı daha sonradan ise Müslim’in doğrudan görüşmelere tabi edileceğini söylüyorlar. Tabii ki başta belirtiğimiz gibi bu sadece sözlü bir güvence olarak sunuluyor. Bunu asla kabul etmeyeceğimizi söyledik zaten bu güçlere.
Amerikalılar, Demokratik Suriye Güçleri’nin bölgede terörü bitirecek bir güçte olduğunu iyi biliyorlardı ve bu noktada askeri anlamda bazı ortaklaşmalara gittiler. Ancak bu ortaklaşmayı sadece askeri alanda bıraktılar…”
Daha ilginç bir açıklama ise Salih Müslim’den geldi. PYD Eşbaşkanı, Cenevre’de masaya davet edilmemelerinde Türkiye’nin rolünü belirleyici görmüyor. VOA’ya (Amerika’nın Sesi) konuşan Salih Müslim, Cenevre’ye davet edilmeleri konusunda Türkiye'nin rolünün “negative” olduğunu belirtmekle birlikte, "Ama, bize göre karar verenler başkalarıdır, Türkiye değildir. ABD, Rusya, bir de BM'dir. Ama nasıl bir karar almışlar biz de bilmiyoruz" dedi.
Ankara, kendini Cenevre’de görse ve PYD’yi engellediğini sansa bile, şu an “Cenevre III masası”ndan ziyade, gelecekte “Suriye’de sahada” olmanın önemi daha fazla ortaya çıkacak.
Suriye’de “askeri güçler dengesi”nin Rusya tarafından 30 Eylül’deki (2015) “askeri müdahalesi”nden bu yana değiştiği üzerinde hemen herkes hemfikir.
“Rejim” o sayede, 2015 başından itibaren kontrolü kaybettiği yüzde 18 oranındaki toprağı geri alan “rejim” şu sırada + 1,5 toprak kazancı elde etmiş durumda.
Suriye Arap halkının yüzde 75’i, “rejim”in elindeki topraklarda yaşıyor. PYD-YPG kontrolündeki Rojava’da Suriye nüfusunun yüzde 10 dolayındaki bölümü söz konusu. IŞİD geniş bir alanda ama o alanda nüfuz az ve dağınık. Türkiye’nin arkaladığı güçlerin elindeki alanda yüzde 5-10 arası bir nüfus var ki, o nüfusun yaşadığı topraklar ya Rusya bombardımanı eşliğinde “rejim”in eline geçiyor, ya da nüfus boşalıyor.
Ankara’ya sorun bakalım, Yayladağ’ın güneyinde “Bayırbucak Türkmenleri”nden kaç kişi orada kaldı? Türkmendağı, merkezindeki Rabia’nın elden çıkmasından sonra, birkaç gün önce kimin eline geçti?
Dahası, önümüzdeki günlerde, Ankara’nın Halep’in kuzeyinde Carablus-Azaz çevresinde ne kadar alana hükmedebileceği kuşkulu.
Davutoğlu’nu sorarsanız, “Suriye’nin geleceğinde Türkiye’nin istemediği hiçbir şey olmaz”mış.
Doğru söylüyor. Türkiye’nin geleceğinde kendileri olmadığı takdirde, öyle olur…
Paylaş