Paylaş
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ı ziyarete gittiğinde karşısında gördüğü “medya ordusu”nu ömrünce ne görmüştür, ne de bundan sonra görecektir. Lazar Elenovski’nin hayatında böylesine hiç kaale alınmadığı “tek olay”da o olsa gerek. Hiç kimse onunla meşgul değildi. Gelenler onun adını bile bilmiyorlardı; muhtemelen merak bile etmemişlerdir. Herkesin derdi, Yaşar Büyükanıt’ın “başörtüsü” konusunda neler diyeceği idi.
Orgeneral Büyükanıt ise, onca medya mensubunu, ne Makedonya Savunma Bakanı’nın ziyaretine özel bir önem atfettiği, ne de bir “türban açıklaması” yapmak için çağırmamıştı anlaşılan.
Anlaşıldığı kadarıyla, Büyükanıt’ın asıl derdi, Silahlı Kuvvetler’in içine doğru “uzanma istidadı” gösteren “Ergenekon soruşturması”na yönelik bir mesaj vermek idi. Ama, Genelkurmay Başkanı, elbette ki, nerede yaşadığını ve onca medya mensubunun niçin kapıya yığıldığını bildiği için şu sözleri de söylemekten geri kalmadı:
''Biliyorum, dışarıda on naklen yayın arabası var. Siz benden bir şeyler bekliyorsunuz. Şunu söyleyeyim: Gündemimizde olan bir türban konusu var. Bu konuda basın organlarında çıkıyor 'Asker ne düşünüyor' diye. Şunu ifade edeyim, Türk toplumunun bütün katmanlarında bu konuda askerin düşüncesini bilmeyen yok. Bir şey söylememiz malûmun ilâmından ileri gitmez. Onun için bu konuda herhangi bir şey söylemek istemiyorum.''
Bu şekilde “bir şey” söylemiş oluyor. Genelkurmay kapısına yığılan naklen yayın arabaları ile onca medya mensubunun ondan söylemesini beklediği, Deniz Baykal kadar “başörtü konusu”na güçlü bir vurguydu. Deniz Baykal için, “Hedef, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’dir. Türkiye’nin laik kimliği, cumhuriyetin özüdür, hedef de budur”. Büyükanıt, böyle bir vurguyla, bir şey söylemiyor.
“Türk toplumunun bütün katmanlarında bu konuda askerin düşüncesini bilmeyen” tabii ki “yok.” Ancak, CHP’nin de ve diğer birçok çevrenin ne düşündüğünü de bilmeyen yok. Önemli olan, AKP ile MHP’nin “başörtüsüne yüksek öğrenim hakkı” konusunda anayasa ve yasa değişikliği üzerinde uzlaşmalarının ertesi gününde, buna nasıl, hangi “sözcükler”le bir tepki verileceği idi. Büyükanıt, yukarıda alıntılanan sözcüklerle “herhangi bir şey söylemek istemediğini” belirterek “söylediği ile AKP-MHP uzlaşmasının önünde “askerin dikilmediği”ni ilân etmiş olmuyor mu?
*** *** ***
Türkiye’de son günlerdeki “başörtüsüne yüksek öğrenim engelinin kaldırılması” tartışması, akıl almaz bir “kakafoni” konusu oldu. Bu konudan ne kadar kaçsak, kovalıyor ve kıstırıyor. Bu konuya hiç değinmeyen bir köşe yazarının başka bir gezegende yaşadığına hükmedilebilir.
Konuya ne kadar dahil olursanız, o ölçüde “kakafoni”nin bir parçası olma tehlikesi de haliyle mevcut. Bir “risk”in bilincinde olarak, “konunun kaynağı”na göz attım. Kurân’ın Nûr Sûresi’nin 31. Ayeti’ne.
“Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları”nın 86.sı olan “Kur’ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meâli”nde Nûr Sûresi’nin 31. Ayeti “meâli” ile aynen şöyle:
“Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zînetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut kadınların gizli hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zînetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zînetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler). Ey müminler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.
(Yukarıdaki âyette kadınlara, teşhir etmeleri yasaklanan ‘zînet’ten maksadın ne olduğu konusunda farklı görüşler vardır. Bir görüşe göre bu zînetten maksat, küpe, bilezik, yüzük ve gerdanlık gibi süs takıları ile sürme, kına gibi şeylerdir. Bu yoruma göre bu tür zînet eşyasının bedende teşhiri kadınlar için haramdır. Elbise de zînet olmakla beraber, gizlenmesi mümkün olmadığı için âyette diğerlerinden istisna edilmiştir. Ancak, daha kuvvetli bir görüşe göre âyetteki ‘zînet’ tabiri, kadının vücudunu ifade eder ki, buna göre yasaklanan, süs eşyalarının teşhiri değil, vücudun teşhiridir. Bu yasaklamadan istisna edilen ‘görünen kısım’ ise, kadının yüzü, elleri ve –bir görüşe göre- ayaklarıdır.”
Alın bakalım; çıkın işin içinden çıkabilirseniz. “Dinin kuralı” yukarıdaki âyet. Parantez içindeki ise “meâl”, âyetin sayısız yorumlarından biri.
Yorumu üzerinde tam olarak anlaşılamayan “din kuralı”na, AKP-MHP uzlaşmasıyla, Türkiye’ye özgü bir de “anayasal yorum” eklenmiş oluyor. Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek’in tanımıyla başörtüsü “Anadolu usûlü” bağlandığı takdirde, yani “çene altından fiyonk atıldığı”nda “sorun”, hem de “anayasal olarak” çözülecek. “Allah’ın kelâmı”na “Anadolu usûlü” yorum yani. Başörtüsü, başka türlü bağlanamayacak.
Aslına bakarsanız, bu “Anadolu usûlü” falan da değil. “GATA usûlü” demek daha doğru olur. Yani, askeri kurumların kapısından içeri girmek için, hangi tür “bağlayış biçimi” kabul ediliyorsa o.
Kur’ân’a “Türk anayasal katkısı”nın –“Anadolu ya da GATA usûlü”- daha da derinleştirdiği “kakafoni”ye bir muhteşem örnek de, Deniz Baykal’dan. “Gelen yaşmak, başörtüsü değildir, gelen Arap Vahabi, Abbasi, Emevi İslam yorumunun Türkiye’ye yönelik projesinin bir simgesi olarak, Türkiye’deki işbirlikçileriyle birlikte dayatmaya çalıştığı bir yabancı üniformadır.”
Bu durumda, “yaşmak” ya da Baykal’ın desinatörlüğünü yapacağı başörtüsü ile üniversitelere girmek mümkün olabilir mi? Bu da bir soru.
Emeviler, 7.Yüzyıl ile 8.Yüzyıl arasında, Abbasiler ise 8.Yüzyıl ile 13.Yüzyıl arasında koskoca iki imparatorluk idi. Vahabiliğe gelince, 18.Yüzyıl’da Arabistan yarımadasında ortaya çıkmış ve orayı aşamamış bir dinî akım. Aralarında “başörtüsü bağlama teknikleri” açısından, hiçbir ilişki yok. Anlaşılan, Türkiye’de bu konu etrafındaki “kakafoni”ye konulabilecek bir sınır da yok.
*** *** ***
Söz konusu “kakafoni”den kafamızı kaldırıp, Orgeneral Büyükanıt’ın “medyayı çağırması”nın “asıl sebebi”ne dikkatimizi toplayalım. “Ergenekon soruşturması”nın Silahlı Kuvvetleri’nin içine “uzanma istidadı”na ilişkin vermek istediği ve verdiği mesaja.
Şöyle diyor:
''Her toplumda yasa dışı yollara giden insanlar çıkabilir. Bunların yaptıkları yargı önünde görüşülür ve yargı kararını verir. O da uygulanır.
Benim burada söylemek istediğim bu konuyla ilgili başka bir şey var. Her fırsatta, bu tür ortaya çıkan bir şeyleri Silahlı Kuvvetlerle ilişkilendirme çabaları geçmişte de olmuştur, şimdi de oluyor. Türk Silahlı Kuvvetleri bir suç örgütü değildir. Türk Silahlı Kuvvetleri'nde hata yapan, gereğini, yargı önünde cezasını çeker. Onun için beyhude gayretlerle bu tür şeyleri Silahlı Kuvvetlerle ilişkilendirmek beyhude bir çabadır. Bir suç varsa bunun karşılığında bir ceza da vardır. Bu cezayı verecek olan da yargıdır. Kişiler değildir.''
Doğru. Ancak, Ergenekon dosyasının açılmasıyla ortaya dökülen isimlerin bir bölümü, Silahlı Kuvvetler bünyesinde. Bunlar için “adlî soruşturma” bildiğimiz “mevzuat engeli”ne takılıyor.
Büyükanıt ne demiştir? Ne demek istemiştir?
Bunlar hakkında “soruşturma yolu”, Komutan’ın dünkü açıklamasıyla açılacak mıdır?
Yoksa, bu “Ergenekon soruşturması vardığı noktanın ötesine gitmesin mesajı” mıdır?
Veya, “başörtüsü” konusuyla “Ergenekon soruşturması”nın “doğal sınırları” konusunda çok kişinin aklında yer eden bir “trade-off” mu söz konusudur?
Bu yazının çevirisinden Makedonya Savunma Bakanı Lazar Elenovski’nin hiçbir şey anlamayacağından adımız gibi eminiz...
Paylaş