Paylaş
Gül’ün Bağdat ziyaretinde başka hiçbir şey ortaya çıkmasa bile, Kürt sorununun çözüm rotasında, bu başlıbaşına bir “buzkıran”dır.
Cumhurbaşkanı Gül, “Kürdistan” sözcüğünü kullanırken, Irak Anayasası’na atıf yapmış; böylece Türkiye’nin Makedonya’ya bir türlü Makedonya diyemeyerek “FYROM-Eski Yugoslavya Cumhuriyeti Makedonya” gibisinden saçmalıklarla ortalığı ayağa kaldıran AB üyesi komşumuz Yunanistan’a oranla ne denli özgüvene sahip ve ciddi bir ülke olduğumuzu da ortya koymuş oldu.
Kürdistan’a Kürdistan diyememenin, “Kürtleri inkar politikası”yla ilgisi açık. On yıllarca Türkiye’de Kürtlere Kürt dememek için bin dereden su getirmenin bir başka yanı. Kürt meselesinin –oranını kestiremiyorum- ama kocaman bir psikoloji boyutu var. Bu psikoloji boyutuna ilişkin engeller ortadan kaldırıldığında, sorunun çözüm iklimi de çok kolaylaşıyor.
Abdullah Gül, bunu gerçekleştirmiş oldu.
*** *** ***
Kendi payıma yıllardır görsel ve yazılı medyada “Kürdistan” ya da “Irak Kürdistan’ı”nı sürekli kullanan birisiyim. Bir toplantıda yabancı bir konuşmacı “Irak Kürdistan’ı” dediği vakit, emekli bir general, “Ne demek istiyorsunuz? Başka bir Kürdistan da mı var?” demiş, o da yabancı olduğundan niçin böyle bir soru sorulduğunu anlayamamıştı. Ben, müdahale edip “Evet var. İran’da Kürdistan adında bir vilayet var. Irak’taki ile sınırı bitişik üstelik. İkisini ayırmak ve hangisinden söz edildiğini anlatmak için Irak Kürdistan’ı kullanılıyor” demiştim.
Emekli general, “Biz sizin fikirlerinizi çok iyi biliriz. Bu ülkeyi asla böldürtmeyeceğiz” gibisinden uzun, gereksiz ve o anda konuşulan konuyla hiçbir ilgisi bulunmayan uzun bir tirad atmıştı.
İki hafta önce Abdullah Gül ile Tahran’a gidenler, şehrin çeşitli yerlerinde “Kurdistan Expressway” yazılı yol tabelalarını hatırlayacaklardır. İstanbul’daki E-5 gibi bir çevre yolu. İran Kürdistan’ı da değil, sadece Kürdistan. İran, bu nedenle hiçbir bölünme tehlikesi duymadı. İran havayolları uçaklarından benim de defalarca bindiğim, bir ara İstanbul’a inmesi mesele yapılan bir “Kurdistan” adlı bir uçak vardı. Hala var.
Şunun şurasında 17 Şubat’ta bu köşede Erbil’den yazdığım yazıya “Kuzey Irak mı, Kürdistan mı?” başlığını koymuş birisi olarak – o yerin adını konulmuş haliyle söyleyecek ve yazacak biri olsam da- Cumhurbaşkanı Gül’ün Bağdat yolunda “Kürdistan” sözcüğünü telaffuz ettiğini öğrenince, derinden bir “ohh” çektim.
Bu da geri kaldı yani...
*** *** ***
TRT-6, “Kürt kimliğinin inkarı”nı ifade eden bir sürü engeli kendiliğinden devirdiyse, Cumhurbaşkanı’nın “Kürdistan” sözcüğünü telaffuz etmesi de benzeri olumlu bir etki yaratacak. TRT-6 ile birlikte, Kürtçe konuşulmasına konulan engeller, kimi Kürtçe isimlere getirilen yasaklar nasıl kendiliğinden “kadük” olmuşsa, TRT-6’in ardından üniversitelerde “Kürdoloji enstitüleri”nin, “Kürtçe dil ve edebiyat bölümleri”nin kurulması gündeme gelmişse, “Kürdistan” sözcüğünün Türkiye Cumhurbaşkanı tarafından kullanılmış olması, sorunun “psikolojik boyutu”na ilişkin en büyük bagajlardan birini tek kelime ile kaldırmış oldu.
İşin şu yönü çok ama çok önemli: Bu gidişat, Türkiye’de Kürt meselesinin çözümü için hak arama yöntemi olarak terör ve şiddetin anlamsız ve gereksiz olduğunun altına kapkalın bir çizgi çekiyor.
Böylece, PKK’nın anlamlı bir dayanağı kalmıyor.
Bununla birlikte, Abdullah Gül’ün Bağdat ziyaretinin en çarpıcı yanını oluşturan “PKK’nın silahsızlandırılması” konusu tek başına bu yönde böyle atılan adımlarla gerçekleşemeyecek kadar çetin ve zorlu bir iş.
İşin bu kısmı, “psikolojik boyutu” ve “Kürt kimliğini inkara” son, çözüm için “olmazsa olmaz”lar. Ama atılması gereken başka adımlar da var.
Cumhurbaşkanı Gül, bu yöndeki sorulara Bağdat yolunda verdiği cevapta, “Kapalı kapılar arkasında herkes elinden geleni yapıyor, ümitliyim” dedikten sonra “Herkes kim?” sorusuna “Bu konu bu aşamada ancak bu başlıkla ve ancak bu kadar konuşulabilir” karşılığını veriyor.
Hangi kapalı kapı arkasında, kimlerle, neler konuşulduğunu bir nebze biliyoruz, bir kısmı kulağımıza geliyor. Bizzat Abdullah Gül’ün açık açık bilinen son “kapalı kapı” ardındaki görüşmesi Bağdat’ta Kürdistan Bölge Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani ile gerçekleşti.
Neçirvan Barzani’nin açıklamasında kullandığı dilden “yol alındığını” sezmek mümkün. Şöyle diyor Neçirvan Barzani:
“Her iki taraf arasındaki ilişkileri güçlendirmek için çok büyük bir adımdı bu görüşme. Tabii ki, Türkiye bizim açımızdan çok önemli bir ülke. Biz Türkiye ile iyi ilişkiler kurmak istiyoruz. Biz aynı zamanda Türkiye’nin endişelerini çok iyi anlıyoruz.”
*** *** ***
Bu açıklamadaki “çok büyük bir adımdı”nın altını çizin ve geleceği bu çizgiyi ilerleterek görmeye çalışın.
Neçirvan Barzani, “Bu sorunun sadece güçle çözülebileceğine inanmıyoruz, başka alternatifler olmalı” dedikten sonra “af” ile ilgili bir soruya “Böyle bir adım atılırsa çok önemli olur. Sorunun çözümü için çok yardımcı olur. Bunu destekliyoruz” karşılığını verdi.
Cumhurbaşkanı Gül ise aynı soruya “Af meselesi bizim meselemiz. Başkasıyla konuşmam” açıklamasını yaptı. Doğru. Ancak, buradan “af yoktur” sonucunu üretmenin de gereği yok.
O nedenle Adalet Bakanı M.Ali Şahin’in “gündemimizde böyle bir şey yok” gibisinden “negatif anlam” yüklü çıkışlar yapmasının da gereği yok.
Bu, üzerinde çalışılan Kürt Konferansı, bütün bu konular hala çok hassas ve kırılgan konular. Özenle yaklaşmak ve yeni bir dil geliştirmek gerekiyor.
Olumlu gidişata bakıp, buna bugüne dek hiçbir katkı sunmadan bir zafer havasına girip bütün süreci “PKK’nın tasfiyesi” veya “PKK’nın kollarını kaldırıp teslim olması” sürecine çevirmeye kalkışırsanız, tren yine raydan çıkabilir.
Mesele, “PKK’nın tasfiyesi” ya da “teslim olması” değil.
Mesele, “büyük barışma”, “büyük ulusal uzlaşma”; bunun için “PKK’nın silahsızlandırılması”.
Meseleyi çözerken, mesele çıkartmanın gereği yok...
Paylaş