Paylaş
Lavrov, “Çavuşoğlu’nun görüşme talebi”ni reddetmeyecekmiş. Bu arada, Rusya’nın etkili gazetelerinden Kommersant’ın Putin’e hem yakınlığı ve hem de eleştirisini esirgememesiyle tanınan muhabiri Andrei Kolsenikov, “Türk Cumhurbaşkanı Paris’te Putin’i nasıl aradı?” başlıklı manşet haberinde, “Erdoğan’ın konferans salonundan sık sık çıkıp koridorlarda Putin’le karşılaşma umuduyla dolaştığı”nı ileri sürdü.
Bu iddia doğru mu değil mi bilinmez ama Türkiye’nin Rusya ile durumu toparlamak istediği, Rus uçağının düşürülmesinden sonra gelişmelerin Türkiye’nin istemeyeceği ve Türkiye’ye zarar verecek noktaya sürüklendiği de ortada.
Geçenlerde birisinden duydum, şöyle bir Rus özdeyişi varmış: “Ayıyı dansa kaldırırsan, dans, sen vazgeçtiğin vakit değil, ayı vazgeçtiğinde sona erer!”
Rus savaş uçağının düşürülmesini, Rusya’nın simgelerinden biri olarak kabul edilen “ayı”nın “dansa kaldırılması”na benzetmişti.
Türkiye-Rusya ilişkilerinin geldiği nokta, Türkiye’nin canını acıtacak ve zarar verecek bir perspektifte gelişiyormuş gibi gözüküyor. Rusya’nın da, –petrol fiyatlarının düşüklüğü ve Kırım’ın işgali nedeniyle karşılaştığı ambargo nedeniyle- giderek kötüleşen ekonomisi göz önüne alınırsa, Türkiye’ye yönelik önlemlerinden ötürü zarar göreceği belli.
Ancak, “karşılıklı zarar tablosu”nda Rusya’nın daha dayanıklı olabileceği ihtimali mevcut. Belgrad’daki Lavrov-Çavuşoğlu görüşmesine, durumun düzeleceği umuduyla, fazla bel bağlamak aldatıcı olabilir.
Rusya ile Türkiye’nin Suriye üzerinden sürtüşmesi, kimi “yapısal” özellikler taşıyor. Gelinen noktadan sonra, Çavuşoğlu’nun Lavrov’a “geri adım attıracağı”na sanarak ham hayallere kapılarak, hızla toparlanacağa pek benzemiyor.
Eylül ayında –rastlantı eseri- Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile aynı gün Moskova’ya ayak bastığım günden beri, Rusya’nın “yeni konumu”nu doğru okumak gerektiğini, Erdoğan’ın Moskova ziyaretinden itibaren, Türkiye-Rusya ilişkilerinin güçlenmeyeceğini tam tersine “krize doğru yol alacağı”nı, Rusya’nın “Suriye denklemine aktif biçimde dahil olması”nın, Putin’in taktik değil, “stratejik” bir hamlesi olduğunu ısrarla ve defalarca yazdım.
O günden itibaren de, kendimi, daha önce olmadığı kadar, Rusya ve Putin ve “Putinizm”i okumaya verdim. Rusya’da, Türkiye’deki iktidar yapısının, gerek “ideolojik kalıplar” ve gerekse “stil” bakımından büyük benzeri var. Bu “benzerlik”, iki ülke arasında ilişkileri “krizden kurtarmak” değil, tam tersine “krize sürüklemek” bakımından güçlü bir potansiyeli ifade ediyor.
Örneğin, “İslam’a referans” ve “İslamcılık”, Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarı için ne ifade ediyorsa, “Rus Ortodoks Kilisesi”, “Ortodoksluk” ve Rusya’nın, “Bizans’ın mirasçısı” yani “Üçüncü Roma” olarak NATO’ya ve aralarında Suriye’de savaşan kendi vatandaşlarının da bulunduğu, kendi tabirleriyle “İslamcı teröristlere karşı Hristiyanlığı”nan tek ve “yalnız” koruyucusu olma “misyonu”, Putin ve “Putinist Rus rejimi” için aynı şeyi ifade ediyor.
Bizde giderek yaygınlaşan “Ecdadımız” edebiyatı, aynıyla Rusya için Çarlık Rusyası’na atıf ile bol bol mevcut.
Putin de, tıpkı bizdeki gibi “sıfır toplamlı oyun” tarzını benimsemiş bir siyaset adamı.
Ayrıca, bizde giderek yol alan “otoriter Tek Adam rejimi”, Rusya’da çoktan kurulmuş durumda. Rusya’nın Çarlık dönemi ve Sovyetler Birliği’nin Çar devamı güçlü liderler geleneği –örneğin Stalin- bugün tartışmasız biçimde Putin ile devam ediyor.
Mazisinde komünist rejimin istihbarat örgütü KGB görevi bulunan Putin’in 2005’ten bu yana en fazla ve sık sık atıf yaptığı düşünür, Vladimir İlyiç Lenin değil. İvan İlyin.
Sıkı bir anti-komünist, komünist rejimin kurulması üzerine ömrünü sürgünde geçirmiş, Rusların ve Rusya’nın misyonu konusunda iddialı bir monarşist ve sıkı bir Rus milliyetçisi olan İvan İlyin (1883-1954).
Putin, İvan İlyin’in başta “Monarşi ve Cumhuriyet” olmak üzere bütün eserlerini Rusça’ya çevirtmekle kalmadı, İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilere bile sempati göstermiş olan ve sürgünde İsviçre’de ölmüş olan bu Rus milliyetçisinin na’şını Moskova’ya getirtti. Törenle gömdürttü ve itibarını iade etti.
İlyin’e en büyük eleştiriler, daha sağdan, Nikolai Berdyaev gibi onu “yeterince Ortodoks bulmayan” düşünürlerden 1920’ler ve 1930’larda gelmişti ki, Berdyaev de bugünlerde Rusya’da “Putinistler” nezdinde en önemsenen düşünürlerden biri.
Türkiye’de Rusya politikası güdecek olanların, Putin ve “Putinizm”ı bilmeden, anlamadan politika yapmaları, baltayı taşa vurdurur. Dış politika, 1) cehalet; 2) maceraperestlik kaldırmaz.
Türkiye’nin Rusya politikasında son dönemde her ikisinin de mevcut bulunduğu görülüyor.
Rusya’nın Eylül ayında, “Suriye denklemi”ne “askeri olarak” dahil olmasından itibaren, Suriye uçakları için öngörülmüş olan “angajman kuralları”nın gözden geçirilmesi ve modifiye edilmesi gerekiyordu.
Hava sahası ihlallerine ilişkin Rusya birtakım sinyaller vermişti zaten. Nitekim, 3 Ekim’de bir Rus savaş uçağının Türk hava sahasına girmesi üzerine, iki savaş uçağı havalanmış ve Rus uçağını Suriye hava sahasına geri çevirmişti. Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov, Dışişleri’ne çağrılmış ve dikkat çekilmişti.
Bir gün sonra, 4 Ekim’de Türkiye sınırlarına yaklaşan bir Rus Mig-29’u radarlarının, sınırın Türkiye tarafında uçmakta olan iki jet uçağımıza kilitlemişti. 5 Ekim’de bir Rus uçağı sekiz Türk jetine radar kilitlemişti.
Bu gelişmeler üzerine, taraflar arasında üst düzey askeri temaslar kurulmuş ve bu tür gelişmelerin tehlikeli tırmanmanın önüne geçmesi tasarlanmıştı.
Dolayısıyla, 24 Kasım’da bir Rus savaş uçağının 17 saniye süreyle Türk hava sahasına girmiş olmasının “yaptırımı” olarak–başka hiçbir yola başvurmak denenmeden- düşürülmesini, dünkü yazımızda üzerinde durduğumuz “bit yeniği” dışında düşünmek zorlaşıyor.
Rusya’nın böyle bir gelişme karşısında ortaya koyduğu tepkilerin hesaplanmamış olması söz konusu ise, bunun açıklanacak hiçbir yönü olmaz. Eğer hesaplanarak, o adım atılmışsa, yani Rusya ile “tırmanma politikası” benimsenmişse, bunun kabul edilebilir açıklaması daha da zor olur.
Eğer, “bit yeniği”, giderek ve özellikle Suriye’de “başına buyruk” görüntü vermeye başlayan Türkiye’deki Erdoğan yönetimini Batı Sistemi içinde “zapturapt” altına almak ise, olmakta olan odur.
ABD Dışişleri Bakanı Ashton B. Carter’ın Türkiye’ye IŞİD’e karşı “gereğince mücadele etmediği”ne ilişkin “bozuk atması”nı bu çerçeve içinde görmek gerekebilir.
Aynı şekilde, Lavrov’un Mevlût Çavuşoğlu’ya görüşmeyi lûtfederek kabul etmesini de, aynı mercekten bakarak görmek ve anlamak söz konusu olabilir.
Paylaş